Years
2017
2015
Categories
Authors
- Bahtiyar Toz (1)
- Dilek Meltem Taşdemir (1)
- Ebru Kirli (1)
- Fatih Oncu (1)
- Filiz Ekim Cevik (1)
- Guliz Ozgen (3)
- Güliz Özgen (1)
- Habib Erensoy (1)
- Hamiyet İpek Toz (1)
- Hasan Mervan Aytac (2)
- Huseyin Yumrukcal (2)
- Ilker Ozyildirim (1)
- Serkan Islam (1)
- Tonguc Demir Berkol (3)
- Yasin Hasan Balcioglu (1)
- Ürün Özer (1)
ARTICLES
Case Report
Electroconvulsive therapy in schizophrenia with coincidental choroidal fissure cyst: A case report
Turkish Title : Şizofreni ve rastlantisal koroid fissür kisti birlikteliğinde elektrokonvulsif tedavi: olgu sunumu
Yasin Hasan Balcioglu,Tonguc Demir Berkol,Filiz Ekim Cevik,Fatih Oncu,Guliz Ozgen
JNBS, 2017, 4(3), p:134-137
Choroidal fissure cyst (CFC), an intracranial space-occupying mass, is often incidentally identified and generally regarded not to present with overt clinical signs. The concurrence of space-occupying lesions with psychotic disorders have been reported in numerous cases; however, to the best of our knowledge, co-occurrent CFC and schizophrenia have not been published before in the literature. Electroconvulsive therapy (ECT) has been frequently considered relatively contraindicated in patients with spaceoccupying lesions in the brain; nevertheless, in the last few years, increased numbers of studies encourage clinicians to treat drugresistant psychiatric patients with ECT. Here we present 21-year-old male patient, who has been diagnosed with antipsychoticresistant schizophrenia with a coincidental CFC who have been clinically improved by bilateral and modified nine sessions of ECT. It is recommended to be deliberate if ECT will be applied to the patients with intracranial mass on the treatment phase. ECT may cause some side effects by increasing intracranial pressure on the patients, including rupture of cystic lesions. However, recent publications stated that ECT could be used safely in cysts, which do not cause edema or intracranial pressure increase. Our patient has not been presented any intracranial pressure signs nor neurological deficits. This report supports the safety and efficacy of ECT in the treatment of psychiatric disorders accompanied by intracranial structural lesions; nevertheless, all the risks ought to be taken into account cautiously when ECT becomes an issue for the psychiatric patients with intracranial mass and the opinion of neurosurgeons should be taken with calculating the benefit-loss ratio.
Koroid fissür kisti (KFK) çoğunlukla rastlantısal saptanan ve belirgin klinik belirtilerle seyretmediği kabul edilen bir kafa içi yer kaplayan lezyondur. Yer kaplayıcı lezyonlar ile psikotik bozuklukların birlikteliği birçok çalışmada bildirilmiş olsa da KFK ve şizofreni birlikteliğinin literatürde gösterilmemiş olduğu dikkat çekmektedir. Elektrokonvulsif tedavi (EKT) kafa içi yer kaplayıcı lezyonu olan hastalarda sıklıkla rölatif kontraendike olarak kabul edilse de son yıllardaki çalışmalar bu lezyonların olduğu ve tedaviye dirençli psikiyatrik hastalarda EKT kullanımını cesaretlendirmektedir. Yazımızda 21 yaşında, tedaviye dirençli şizofreni tanısı almış, rastlantısal olarak KFK saptanan ve 9 seans bilateral ve modifiye EKT uygulanması sonucu klinik iyileşme izlenen bir hasta sunulmuştur. Kafa içi yer kaplayıcı lezyonların varlığında EKT uygulanırken temkinli yaklaşılması önerilmektedir. EKT kafa içi basıncı arttırarak bu lezyonların rüptüre olmasına neden olabilir. Ancak son yayınlar belirgin ödem veya kafa içi basınç artışı bulgusu olmayan vakalarda EKT’nin güvenle kullanılabileceğini desteklemektedir. Vakamızda herhangi bir kafa içi basınç artışı bulgusu veya nörolojik defisit bulunmamaktaydı ve bu nedenle EKT tercih edildi. Bu olgu sunumu, kafa içi yapısal lezyonu olan psikiyatrik hastalarda EKT’nin etkin ve güvenilir bir biçimde kullanılabileceğine dair kanıt sunmayı amaçlamıştır. Ancak bu durumda tüm risklerin varlığı göz önünde bulundurularak nöroşirurjiyenlerin görüşleri alınmalı ve kar-zarar hesabı yapılarak son karar verilmelidir.
Original Article
Turkish Title : Tip 2 diabetes mellituslu hastalarda insülin kullanımına psikolojikdirenç oluşturabilecek algı ve düşüncelerin saptanması
Ebru Kirli,Tonguc Demir Berkol,Hasan Mervan Aytac,Huseyin Yumrukcal,Habib Erensoy,Guliz Ozgen
JNBS, 2017, 4(2), p:53-62
Diabetes Mellitus (DM) is chronic, metabolic disease characterized by hyperglycemia. It has been widely observed that large proportion of patients show psychological resistance to the initiation of insulin treatment, and as a result they are exposed to many complications of diabetes. It was aimed to identify the perceptions and beliefs that cause psychological insulin resistance among Type 2 DM diagnosed patients, to determine relationship between sociodemographic data and these perceptions & beliefs. In research, 120 patients diagnosed with type 2 DM were included followed by outpatient clinic of Bursa Þevket Yýlmaz State Hospital Internal Medicine Unit. Patients were evaluated with socio-demographic information form, diabetes-related problem areas scale (PAID), insulin treatment assessment scale (ITAS), state and trait anxiety inventory (STAI), beck depression inventory (BDI). The average PAID score of patients is 63.75±13.88, BDI scores: 15.16±8.25, State Anxiety Inventory (SAI) subscale scores: 41.96±3.74, Trait Anxiety Inventory (TAI) subscale scores: 46.80±5.52. Correlation was found between age, duration of diabetes, sex, marital status, education level, employment status, type of treatment, the level of importance of blood sugar regulation, the difficulty level of blood glucose adjustment,complications, currently treatment for depression and certain items of ITAS. Similarly, relationship was found between certain items of ITAS and total PAID scores, SAI subscale scores, TAI subscalescores. As a result, it has been found that patients have psychological resistant to start insulin therapy and this is caused by large number of negative perceptions and thoughts. Cognitive interventions for perceptions and thoughts can reduce psychological resistance to insulin therapy.
Diyabetes Mellitus (DM), hiperglisemi ile karakterize, kronik, metabolik bir hastalıktır. Hastaların büyük bir bölümünün insülin tedavisinebaşlamaya psikolojik anlamda direnç gösterdiği yaygın olarak gözlemlenmekte, bu nedenle de diyabetin birçok komplikasyonuna maruzkaldıkları görülmektedir. Tip 2 DM tanısı almış hastalar arasındaki psikolojik insülin direncine neden olan algı ve inançları saptamak,bu düşünce ve algıların sosyodemografik verilerle ilişkisini belirlemek amaçlanmıştır. Araştırmaya, Bursa Şevket Yılmaz DevletHastanesi Dâhiliye Birimi Diyabet Polikliniğinden takip edilen Tip 2 DM tanılı 120 hasta dâhil edilmiştir. Hastalar; sosyodemografik bilgiformu, diyabetle ilgili sorunlu alanlar ölçeği (DİSA), insülin tedavisini değerlendirme ölçeği (İTAS) ile değerlendirilmiştir. Olguların%65’i (n=78) kadın, %35’i (n=42) erkektir. Olguların DİSA puanları ortalama 63.75±13.88, BDO puanları 15.16±8.25, DKÖ puanları41.96±3.74, SKÖ puanları ise 46.80±5.52’dir. ITAS’ın bazı maddeleri ile yaş, diyabet süresi, cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi,çalışma durumu, tedavi çeşidi, kan şekeri ayarlamanın önem düzeyi, kan şekerini ayarlamada güçlük çekme düzeyleri, komplikasyongelişme durumu, şuan depresyon tedavisi alma durumu arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Benzer şekilde bazı ITAS maddeleri ileDISA toplam puanı, DKÖ puanı ve SKÖ puanı arasında ilişki olduğu gözlenmiştir. Sonuç olarak hastaların insülin tedavisine başlamayapsikolojik direnç gösterdikleri, bu direncin çok sayıda olumsuz algı ve tutumlardan kaynaklandığı bulunmuştur. Algı ve düşüncelereyönelik kognitif müdahaleler insülin tedavisine olan psikolojik direnci azaltabilir
Original Article
Differences in men and women with bipolar-1 diagnosed patients
Turkish Title : Bipolar bozukluk tip 1 tanılı hastalarda kadın ve erkek farklılıkları
Tonguc Demir Berkol,Hasan Mervan Aytac,Serkan Islam,Huseyin Yumrukcal,Guliz Ozgen,Ilker Ozyildirim
JNBS, 2017, 4(2), p:72-76
The importance of gender on phenomenology and course of bipolar illness has been an increased focus of study over recent years. The purpose of present study was to examine whether gender differences exist in the sociodemographic characterictics, age of onset, severity of disease, number & type of episodes, symptomatology and treatment response of bipolar disorder. The life charts of 300 (193 female; 107 male) patients with BD type-I were evaluated retrospectively. BD diagnosis of patients was given by two experienced clinicians in accordance with DSM-IV-TR criteria. A semi-structured chart which was developed to assess sociodemographic and clinical features of patients and “mirror design” method was utilized for the assessment of patients’ response patterns to maintenance treatment. Bipolar women were significantly more likely to have history of (at least one) any mood episode than bipolar men. However no significant gender differences emerged in number of manic or mix episodes; whereas, women had more depressive episodes. Frequency of psychotic episodes (at least one episode during lifetime) was higher for men than women.. There was also no significant gender difference in terms of response to lithium and anticonvulsant maintenance treatment, mean episode severity and age of onset. The results of the present study show that some gender differences may be evident in patients with BD-I. In the highlight of that investigators studying bipolar disorder may need to consider gender as a variable for assessment and treatment strategies.
Cinsiyetin bipolar hastalığın fenomenolojisi ve seyri üzerine önemi son yıllarda artan bir çalışma odağı olmuştur. Bu çalışmanınamacı, cinsiyet farklılıklarının sosyodemografik özellikler, başlangıç yaşı, hastalığın şiddeti, episodların sayısı ve tipi,semptomatoloji ve bipolar bozukluğun tedaviye yanıtı üzerinde etkisinin var olup olmadığını incelemektir.Bipolar bozukluk tip-I’li300 (193 kadın, 107 erkek) hasta retrospektif olarak incelendi. Bipolar bozukluk tanıları DSM-IV-TR kriterlerine göre iki deneyimliklinisyen tarafından verildi. Hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerini değerlendirmek için geliştirilen yarı yapılandırılmışbir grafik ve sürdürüm tedavisine yanıt biçimlerini değerlendirmek için “ayna dizaynı” yöntemi kullanılmıştır. Bipolar kadınlardabipolar erkeklere göre herhangi bir duygudurum atak öyküsü (en az bir) olma ihtimali daha yüksekti. Bununla birlikte, manik veyakarışık atak sayısında anlamlı bir cinsiyet farklılığı ortaya çıkmamışken kadınlarda daha hazla depresif dönemler mevcuttu. Psikotikatak sıklığı (yaşam boyu en az bir dönem) erkeklerde kadınlardan daha yüksekti. Lityum ve antikonvülsan sürdürüm tedavisineyanıt, ortalama episod şiddeti ve başlangıç yaşı açısından cinsiyetler arasında anlamlı bir farkı yoktu. Bu çalışmanın sonuçları,BD-I’ li hastalarda bazı cinsiyet farklılıklarının görülebileceğini göstermektedir. Bipolar bozukluğu çalışan araştırmacılarındeğerlendirmede ve tedavi stratejilerinde cinsiyeti için bir değişken olarak kabul etmeleri gerekebilir
Case Report
Bilateral Pedal Edema Assocıated with Olanzapine Treatment: A Case Report
Turkish Title : Olanzapin Tedavisi İle Ortaya Çıkan Bilateral Ayak Bileği Ödemi: Bir Olgu Sunumu
Hamiyet İpek Toz,Dilek Meltem Taşdemir,Ürün Özer,Bahtiyar Toz,Güliz Özgen
JNBS, 2015, 2(1), p:42-44
Peripheric edema could be caused by various medical conditions as well as pharmacologic agents such as antihypertensives, nonsteroidal antiinflamatory drugs, endocrine agents and immunotherapies. Olanzapine is an atypical antipsychotic that is widely prescribed for the treatment of schizophrenia and bipolar affective disorder. Most common adverse reactions of olanzapine are weight gain, postural hypotension, constipation, dizziness, akathisia, sedation. Peripheral edema was reported as an infrequent side effect, which affected 3% of the olanzapine treated patients. In this report, we aim to draw attention of psychiatrists on this rare adverse effect by presenting a 56-year-old case, who applied to our hospital with severe depressive and obsessive-compulsive symptoms and hospitalized because of suicide risk. Before psychiatric admission, he wasn’t taking any medication. He was diagnosed as major depression with psychotic features and obsessive-compulsive disorder. He was started on olanzapine 10 mg/day, quetiapine 300 mg/day and fluoxetine 40 mg/day. Two weeks after initiation of olanzapine, he was found to have bilateral pedal edema without ulceration and temperature change but minimal redness was observed. He had no history suggestive of cardiac, renal and liver dysfunction or allergic reaction against to any drug that could explain his existing edema. Possible medical conditions which may cause edema were ruled out by laboratory tests and physical examination. Olanzapine was stopped immediately and the therapy was modified to risperidone 1 mg/day. After discontinuation of olanzapine, edema was gradually resolved within two weeks. Because olanzapine associated edema has been seen rarely, it could be overlooked by psychiatrists in comparison to its more common side effects. Although it shows self-limited and benign course, patients may feel discomfort and their compliance to treatment may decrease. Also, it may interfere with differential diagnosis of other medical conditions which may cause edema. In conclusion, we suggest that patients should be observed carefully for edema during olanzapine treatment.
Periferik ödem çeşitli tıbbi hastalıkların yanı sıra antihipertansifler, nonsteroidal antiinflamatuarlar, endokrin ilaçlar ve immünoterapiler gibi farmakolojik ajanlarla ortaya çıkabilir. Olanzapin şizofreni ve bipolar mizaç bozukluğu tedavisinde sıkça reçetelenen bir atipik antipsikotiktir. En sık yan etkiler kilo alımı, postural hipotansiyon, kabızlık, başdönmesi, akatizi ve sedasyon olarak bildirilmiştir. Periferal ödem, olanzapinle tedavi edilen hastaların %3’ünü etkileyen nadir bir yan etki olarak bildirilmiştir. Bu yazıda, şiddetli depresif ve obsesif kompulsif belirtiler ile hastanemize başvuran ve intihar riski nedeniyle yatırılan 56 yaşında bir olgu sunularak, bu nadir yan etkiye psikiyatristlerin dikkatini çekmek amaçlanmıştır. Psikiyatri başvurusu öncesinde hastanın herhangi bir ilaç kullanımı yoktur. Hastaya psikotik özellikli major depresyon ve obsesif kompulsif bozukluk tanısı konmuştur. Tedavisine olanzapin 10 mg/gün, ketiyapin 300 mg/gün ve fluoksetin 40 mg/gün ile başlandı. Olanzapin başlandıktan iki hafta sonra, ülserasyon ve ısı değişikliği olmaksızın, minimal kızarıklıkla bilateral ayak bileği ödemi geliştiği gözlendi. Hastada ödemi açıklayabilecek, kalp, böbrek ve karaciğer yetmezliğini ya da bir ilaca alerjik reaksiyonu düşündüren öykü yoktu. Ödeme neden olabilecek olası tıbbi durumlar fizik muayene ve laboratuar testleri ile dışlandı. Olanzapin hemen kesildi ve risperidon 1 mg/gün tedavisine geçildi. Olanzapinin kesilmesinden sonra ödem iki hafta içinde giderek geriledi. Olanzapinle ilişkili ödem, nadir görülmesi nedeniyle, psikiyatristler tarafından daha sık görülen yan etkilere kıyasla ihmal edilebilir. Kendini sınırlayan ve iyi huylu bir gidişi olmasına rağmen, hastalarda rahatsızlık yaratabilir ve tedaviye uyumlarını azaltabilir. Ayrıca, ödeme neden olabilecek diğer tıbbi durumların ayırıcı tanısını zorlaştırabilir. Sonuç olarak, olanzapin tedavisi süresince hastaların ödem açısından dikkatle izlenmesi yararlı olacaktır.
ISSN (Print) | 2149-1909 |
ISSN (Online) | 2148-4325 |
2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.