Years
2019
2017
2015
Categories
Authors
- Ava Şirin Tav (1)
- Deniz Karayün (1)
- Doğan Şahin (1)
- Ebru Kirli (1)
- Ebru Kırlı (1)
- Engin Sert (1)
- Fatih Oncu (1)
- Filiz Ekim Cevik (1)
- Guliz Ozgen (3)
- Habib Erensoy (1)
- Habib Erensoy (2)
- Hanife Yılmaz Çengel (1)
- Hasan Mervan Aytac (3)
- Huseyin Yumrukcal (2)
- Ilker Ozyildirim (2)
- Pınar Çetinay Aydın (1)
- Serkan Islam (3)
- Sevilay Kunt (1)
- Simge Seren Kirlooglu (1)
- Tonguc Demir Berkol (5)
- Tonguç Demir Berkol (2)
- Yasin Hasan Balcioglu (2)
- Yusuf Ezel Yıldırım (2)
- Zengibar Özarslan (1)
ARTICLES
Original Article
Turkish Title : Agarofobili ve agarofobisiz panik bozukluğu hastalarının karşılaştırılması ve agarofobinin panik bozukluğu üzerine klinik etkisi
Tonguç Demir Berkol,Yusuf Ezel Yıldırım,Hanife Yılmaz Çengel,Ava Şirin Tav,Zengibar Özarslan,Habib Erensoy
JNBS, 2019, 6(1), p:44-48
Panic Disorder (PD) is an anxiety disorder characterized by spontaneous and unexpected panic attacks. Agoraphobia is the fear of being in a place or setting where escaping or receiving help may be difficult in case of a panic attack. Studies on the effect of the relationship between agoraphobia and PD on the disease process have shown that patients with PD accompanied by agoraphobia have earlier disease onset, more severe symptoms, a higher rate of comorbidity and chronicity, and a more negative prognosis in general. The purpose of this study was to compare sociodemographic and clinical characteristic of panic disorder patients with and without agoraphobia. The sample of the study consists of 100 patients who have applied to the psychiatry clinic of the Lutfi Kırdar Kartal Training and Research Hospital and who have been diagnosed with only PD or PD with agoraphobia by clinical interview (SCID-I) based on the DSM-IV. The sociodemographic data form, Clinical Global Impression Scale (CGIS), Global Assessment Scale (GAS), Beck Depression Inventory (BECK-D), Beck Anxiety Inventory (BECK-A), and Panic and Agoraphobia Scale were used for all patients. The incidence of agoraphobia accompanying PD was found to be 44% in our study. The PD with agoraphobia group had significantly worse results compared to the PD without agoraphobia group in terms of CGIS, GAS, and BECK-A scores. Also, the PD with agoraphobia group had a higher mean total PAS score and higher mean agoraphobic avoidance, anticipatory anxiety, disability, and functional avoidance (health concerns) sub-scale scores.
Panik Bozukluğu (PB) kendiliğinden ve beklenmedik panik nöbetleri ile giden bir anksiyete bozukluğudur. Panik ataklarının diğer hastalıklara eşlik etmesinin bu hastalıklardaki tedavi yanıtını olumsuz yönde etkilemekle beraber semptom şiddetini, komorbidite oranlarını ve intihar riskini arttırdığı da gösterilmiştir. Agorafobi, kaçınmanın güç olabileceği ya da panik nöbet halinde yardımın gelemeyebileceği yerler ya da durumlarda bulunmaktan korku duymaktır. Agorafobi ile PB ilişkisinin hastalık sürecine yönelik etkisi üzerine yapılan çalışmalarda Agorafobinin eşlik ettiği PB hastalarında hastalık başlangıç yaşının daha erken, epizodların daha uzun, belirtilerin daha şiddetli, eştanıların ve kronikliğin daha sık olduğu ve genel olarak prognozun daha olumsuz seyrettiği gösterilmiştir. Lütfi Kırdar Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi psikiyatri polikliniğini ziyaret eden 100 hasta başta sadece PB veya agorafobili PB olarak tanı almıştır. Agorafobili olan PB grubunda KGİ, İGD, BECK-A puanları agorafobi olmadan PB grubundan anlamlı olarak daha olumsuz sonuçlar göstermekteydi. Buna karşılık iki grubun BECK-D puanları ise benzerdi. Ayrıca agorafobili olan grupta ortalama PAÖ toplam puanı ile panik atağı özellikleri, agorafobi/kaçınma davranışı, beklenti anksiyetesi, yeti yitimi ve sağlık konusunda endişe alt başlıkları puan ortalamaları da karşılaştırma grubuna göre daha yüksekti. Bizim çalışmamızda örneklem PB hastalarından oluşmakta olup PB’na eşlik eden Agorafobi sıklığı %44 olarak belirlenmiştir. Bu çalışmada agorafobi ile birlikte olan ve olmayan panik bozukluğu hastalarının sosyodemografik ve klinik özelliklerinin karşılaştırılması amaçlanmıştır.
Case Report
Two cases of schizophrenia: the relationship between cavum septum pellucidum and clinical course
Turkish Title : İki şizofreni vakası: klinik gidiş ile cavum septum pellucidum ilişkisi
Yusuf Ezel Yıldırım,Engin Sert,Pınar Çetinay Aydın,Tonguc Demir Berkol,Sevilay Kunt
JNBS, 2019, 6(1), p:67-69
Septum pellucidum, which forms the medial wall of the lateral ventricles, consists of two laminates. Cavum septum pellucidum (CSP) is defined when there is a space between these laminae. In some MRI studies have shown a higher rate of large CSP in patients with schizophrenia than in normal subjects. Looking at the literature on psychiatric disorders, CSP has been shown to be most associated with schizophrenia. Large CSP supports the neurodevelopmental model, which is one of the etiological explanations of schizophrenia. In our study, two patients with a diagnosis of CSP are mentioned. One of our patients is a first episode of schizophrenia, and the other one chronic schizophrenia patient with a history of multi-drug resistance. The first episode of schizophrenia is consistent with the information available in the literature in terms of the severity of symptoms, weak-response to treatment, and insufficiency of neuropsychological tests. The apparent deficit of the chronic schizophrenia patient suggests that CSP has a neurodevelopmental model in the etiology of schizophrenia, as well as the duration of the disease and non-compliance with treatment. There is no study in the literature comparing the response to treatment with large CSP in schizophrenia. It is thought that investigation of response to treatment in future studies is important for demonstrating the effects of neurodevelopmental model on the treatment of psychiatric disorders.
Lateral ventriküllerin medial duvarını oluşturan septum pellucidum iki laminadan oluşmaktadır. Bu laminalar arasında boşluk oluştuğunda Cavum septum pellusidum (CSP) olarak tanımlanmaktadır. Bazı MR çalışmalarında, şizofreni tanılı hastalarda normal kişilerden daha yüksek oranda geniş CSP saptanmıştır. Psikiyatrik bozukluklarla ilgili literatüre bakıldığında CSP’un en çok şizofreni ile bağlantılı olduğu gösterilmiştir. Geniş CSP şizofreninin etiyolojik açıklamalarından biri olan nörogelişimsel modeli desteklemektedir. Çalışmamızda CSP tanısı olan iki olgudan bahsedilmektedir. Hastalarımızdan biri ilk episod şizofreni olup, diğeri geçmişte çok ilaca direnç öyküsü olan bir kronik şizofreni hastasıdır. İlk edisod şizofreni olgumuzun belirtilerin şiddeti, tedaviye yanıtsızlık ve nöropsikolojik testlerdeki yetersizlik açısından literatürde mevcut olan bilgilerle uyuşmaktadır. Kronik şizofreni olgumuzun yıkımının belirgin olması hastalık süresi ve tedavi uyumsuzluğunun yanında CSP’nin şizofreninin etiyolojisindeki nörogelişimsel modeli düşündürmektedir. Şizofrenide geniş CSP ile literatürde tedaviye yanıtın karşılaştırıldığı bir araştırmaya rastlanmamıştır. İlerideki araştırmalarda tedaviye yanıtın araştırılması nörogelişimsel modelin psikiyatrik bozuklukların tedavisindeki etkilerinin gösterilebilmesi için önemli olduğu düşünülmektedir.
Original Article
Turkish Title : Iyileşme dönemindeki bipolar bozuklukta sürdürüm tedavisi trendleri, sağaltim sonuçlari ve klinik özellikler ile ilişkisi
Tonguc Demir Berkol,Yasin Hasan Balcioglu,Hasan Mervan Aytac,Simge Seren Kirlooglu,Serkan Islam,Ilker Ozyildirim
JNBS, 2017, 4(3), p:99-105
The evidence base data regarding long-term treatment of bipolar disorder (BD) is less than satisfactory. With the first-line rank of lithium and valproate; antipsychotics (AP) and anticonvulsants (AC) considered options for prolonged treatment in remitted bipolar patients. Literature demonstrates various treatment options in remitted patients with different clinical features. The aim of this study to present and assess clinical outcomes of maintenance treatment for BD with various clinical features. In total 186 bipolar patients in remission were enrolled in this study. All the patients were evaluated with SCID-I (Structured Clinical Interview for DSM-IV) ; and lifelong psychiatric comorbidities were determined. Sociodemographical and clinical features, and lifelong pharmacological treatment of the patients were assessed. Semi-structured interview schedules were filled. 71% lithium, 44% AC, 18% AP monotherapies and 23% lithium-AC, 15% lithium-AP, 25% AC-AP combination therapies were used as maintenance treatment. 61% and 62% of the patients were responders of lithium and AC monotherapies respectively. AC and AP combination had the highest response level. The predictors on the probability of treatment response for lithium were being married, non-psychotic, to show seasonal pattern and less severe episodes. Anticonvulsants were effective in males, divorces, suicide attempters, and the patients with predominance of mixed features in periods. Obsessive-compulsive disorder was the most common comorbid diagnosis in study group. Lithium monotherapy was tended to use in prevention, however treatment combinations which contain APs might be effective alternative to monotherapy. Individualized medication ought to be administered for each patient, with the consideration of clinical features and tolerability.
İki uçlu bozuklukta uzun dönem tedavisine ilişkin kanıtlar yeterince tatmin edici değildir. İyilik döneminde başta lityum ve valproat olmak üzere, antipsikotik ve antikonvülzan ajanlar sürdürüm tedavisi seçeneklerindendir. Bu tedavilerle olumlu sonuçlar literatürde gösterilse de, farklı klinik özellikler gösteren hastaların farklı ajanlara yanıtlarına dair çalışmalar yetersizdir. Bu çalışmada, söz konusu ajanların duygudurum ataklarından koruyuculuğunu belirlemek ve daha uygun ilaç seçimi sağlamak için; ilaçların kullanım sıklıklarının, elde edilen yanıt düzeylerinin ve bunların klinik özellikler ile ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniği’nde izlenmekte olan yüz seksen altı bipolar bozukluk tanılı hasta çalışmaya alınmıştır. Hastaların tümüne SCID-I (Structured Clinical Interview for DSM-IV); uygulanmış; İki uçlu bozukluğa eşlik eden ek psikiyatrik tanılar saptanmıştır. Her iki hasta grubunun sosyodemografik ve klinik özelliklerini ve yaşam boyu farmakolojik tedavilerini değerlendiren yarı yapılandırılmış görüşme çizelgesi doldurulmuştur. Bu çizelgeler klinik görüşme ile yeniden değerlendirilmiş ve gözden geçirilmiştir. Hastaların sürdürüm tedavisinde %71 lityum, %44 antikonvülzan, %18 antipsikotik monoterapileri ve %23 lityum-antikonvülzan, %15 lityum-antipsikotik, %25 antikonvülzan-antipsikotik kombine tedavilerinin hastalığın herhangi bir döneminde kullanıldığı belirlenmiştir. Lityum monoterapisi alan hastaların %61’inin, antikonvülzan monoterapisi alan hastaların %62’sinin tedaviye yanıt verdiği saptanmıştır. Antikonvülzan-antipsikotik kombine sürdürüm tedavisi alan hastalarda daha yüksek yanıt oranı bulunmuştur. Evli olmak, psikotik belirtilerin yokluğu, mevsimsellik ve atakların hafif seyretmesi lityum tedavisine yanıtın öngörücüleri olarak saptanmıştır. cevap vermiştir. Erkek, boşanmış, intihar girişimi olan ve duygudurum ataklarında karma özelliğin baskınlığı antikonvulzan ilaçlara iyi yanıtın belirleyicileri olarak saptanmıştır. İki uçlu bozukluğa eşlik eden en sık ek psikiyatrik bozukluk obsesif-kompulsif bozukluk olarak saptanmıştır. İki uçlu bozuklukta nüksetme riskini en aza indirmek için etkin ve uygun sürdürüm tedavisinin belirlenmesi esastır. Lityum monoterapisi, sürdürümde en sık tercih edilen seçenek olsa da, antipsikotiklerin yer aldığı kombine tedavilerin etkin alternatifler olabileceği görülmektedir. Klinik özelliklerin ve tolerabilitenin göz önünde bulundurularak kişiselleştirilmiş tedavi seçeneklerinin planlanması önem arz etmektedir.
Case Report
Electroconvulsive therapy in schizophrenia with coincidental choroidal fissure cyst: A case report
Turkish Title : Şizofreni ve rastlantisal koroid fissür kisti birlikteliğinde elektrokonvulsif tedavi: olgu sunumu
Yasin Hasan Balcioglu,Tonguc Demir Berkol,Filiz Ekim Cevik,Fatih Oncu,Guliz Ozgen
JNBS, 2017, 4(3), p:134-137
Choroidal fissure cyst (CFC), an intracranial space-occupying mass, is often incidentally identified and generally regarded not to present with overt clinical signs. The concurrence of space-occupying lesions with psychotic disorders have been reported in numerous cases; however, to the best of our knowledge, co-occurrent CFC and schizophrenia have not been published before in the literature. Electroconvulsive therapy (ECT) has been frequently considered relatively contraindicated in patients with spaceoccupying lesions in the brain; nevertheless, in the last few years, increased numbers of studies encourage clinicians to treat drugresistant psychiatric patients with ECT. Here we present 21-year-old male patient, who has been diagnosed with antipsychoticresistant schizophrenia with a coincidental CFC who have been clinically improved by bilateral and modified nine sessions of ECT. It is recommended to be deliberate if ECT will be applied to the patients with intracranial mass on the treatment phase. ECT may cause some side effects by increasing intracranial pressure on the patients, including rupture of cystic lesions. However, recent publications stated that ECT could be used safely in cysts, which do not cause edema or intracranial pressure increase. Our patient has not been presented any intracranial pressure signs nor neurological deficits. This report supports the safety and efficacy of ECT in the treatment of psychiatric disorders accompanied by intracranial structural lesions; nevertheless, all the risks ought to be taken into account cautiously when ECT becomes an issue for the psychiatric patients with intracranial mass and the opinion of neurosurgeons should be taken with calculating the benefit-loss ratio.
Koroid fissür kisti (KFK) çoğunlukla rastlantısal saptanan ve belirgin klinik belirtilerle seyretmediği kabul edilen bir kafa içi yer kaplayan lezyondur. Yer kaplayıcı lezyonlar ile psikotik bozuklukların birlikteliği birçok çalışmada bildirilmiş olsa da KFK ve şizofreni birlikteliğinin literatürde gösterilmemiş olduğu dikkat çekmektedir. Elektrokonvulsif tedavi (EKT) kafa içi yer kaplayıcı lezyonu olan hastalarda sıklıkla rölatif kontraendike olarak kabul edilse de son yıllardaki çalışmalar bu lezyonların olduğu ve tedaviye dirençli psikiyatrik hastalarda EKT kullanımını cesaretlendirmektedir. Yazımızda 21 yaşında, tedaviye dirençli şizofreni tanısı almış, rastlantısal olarak KFK saptanan ve 9 seans bilateral ve modifiye EKT uygulanması sonucu klinik iyileşme izlenen bir hasta sunulmuştur. Kafa içi yer kaplayıcı lezyonların varlığında EKT uygulanırken temkinli yaklaşılması önerilmektedir. EKT kafa içi basıncı arttırarak bu lezyonların rüptüre olmasına neden olabilir. Ancak son yayınlar belirgin ödem veya kafa içi basınç artışı bulgusu olmayan vakalarda EKT’nin güvenle kullanılabileceğini desteklemektedir. Vakamızda herhangi bir kafa içi basınç artışı bulgusu veya nörolojik defisit bulunmamaktaydı ve bu nedenle EKT tercih edildi. Bu olgu sunumu, kafa içi yapısal lezyonu olan psikiyatrik hastalarda EKT’nin etkin ve güvenilir bir biçimde kullanılabileceğine dair kanıt sunmayı amaçlamıştır. Ancak bu durumda tüm risklerin varlığı göz önünde bulundurularak nöroşirurjiyenlerin görüşleri alınmalı ve kar-zarar hesabı yapılarak son karar verilmelidir.
Original Article
Turkish Title : Tip 2 diabetes mellituslu hastalarda insülin kullanımına psikolojikdirenç oluşturabilecek algı ve düşüncelerin saptanması
Ebru Kirli,Tonguc Demir Berkol,Hasan Mervan Aytac,Huseyin Yumrukcal,Habib Erensoy,Guliz Ozgen
JNBS, 2017, 4(2), p:53-62
Diabetes Mellitus (DM) is chronic, metabolic disease characterized by hyperglycemia. It has been widely observed that large proportion of patients show psychological resistance to the initiation of insulin treatment, and as a result they are exposed to many complications of diabetes. It was aimed to identify the perceptions and beliefs that cause psychological insulin resistance among Type 2 DM diagnosed patients, to determine relationship between sociodemographic data and these perceptions & beliefs. In research, 120 patients diagnosed with type 2 DM were included followed by outpatient clinic of Bursa Þevket Yýlmaz State Hospital Internal Medicine Unit. Patients were evaluated with socio-demographic information form, diabetes-related problem areas scale (PAID), insulin treatment assessment scale (ITAS), state and trait anxiety inventory (STAI), beck depression inventory (BDI). The average PAID score of patients is 63.75±13.88, BDI scores: 15.16±8.25, State Anxiety Inventory (SAI) subscale scores: 41.96±3.74, Trait Anxiety Inventory (TAI) subscale scores: 46.80±5.52. Correlation was found between age, duration of diabetes, sex, marital status, education level, employment status, type of treatment, the level of importance of blood sugar regulation, the difficulty level of blood glucose adjustment,complications, currently treatment for depression and certain items of ITAS. Similarly, relationship was found between certain items of ITAS and total PAID scores, SAI subscale scores, TAI subscalescores. As a result, it has been found that patients have psychological resistant to start insulin therapy and this is caused by large number of negative perceptions and thoughts. Cognitive interventions for perceptions and thoughts can reduce psychological resistance to insulin therapy.
Diyabetes Mellitus (DM), hiperglisemi ile karakterize, kronik, metabolik bir hastalıktır. Hastaların büyük bir bölümünün insülin tedavisinebaşlamaya psikolojik anlamda direnç gösterdiği yaygın olarak gözlemlenmekte, bu nedenle de diyabetin birçok komplikasyonuna maruzkaldıkları görülmektedir. Tip 2 DM tanısı almış hastalar arasındaki psikolojik insülin direncine neden olan algı ve inançları saptamak,bu düşünce ve algıların sosyodemografik verilerle ilişkisini belirlemek amaçlanmıştır. Araştırmaya, Bursa Şevket Yılmaz DevletHastanesi Dâhiliye Birimi Diyabet Polikliniğinden takip edilen Tip 2 DM tanılı 120 hasta dâhil edilmiştir. Hastalar; sosyodemografik bilgiformu, diyabetle ilgili sorunlu alanlar ölçeği (DİSA), insülin tedavisini değerlendirme ölçeği (İTAS) ile değerlendirilmiştir. Olguların%65’i (n=78) kadın, %35’i (n=42) erkektir. Olguların DİSA puanları ortalama 63.75±13.88, BDO puanları 15.16±8.25, DKÖ puanları41.96±3.74, SKÖ puanları ise 46.80±5.52’dir. ITAS’ın bazı maddeleri ile yaş, diyabet süresi, cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi,çalışma durumu, tedavi çeşidi, kan şekeri ayarlamanın önem düzeyi, kan şekerini ayarlamada güçlük çekme düzeyleri, komplikasyongelişme durumu, şuan depresyon tedavisi alma durumu arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Benzer şekilde bazı ITAS maddeleri ileDISA toplam puanı, DKÖ puanı ve SKÖ puanı arasında ilişki olduğu gözlenmiştir. Sonuç olarak hastaların insülin tedavisine başlamayapsikolojik direnç gösterdikleri, bu direncin çok sayıda olumsuz algı ve tutumlardan kaynaklandığı bulunmuştur. Algı ve düşüncelereyönelik kognitif müdahaleler insülin tedavisine olan psikolojik direnci azaltabilir
Original Article
Differences in men and women with bipolar-1 diagnosed patients
Turkish Title : Bipolar bozukluk tip 1 tanılı hastalarda kadın ve erkek farklılıkları
Tonguc Demir Berkol,Hasan Mervan Aytac,Serkan Islam,Huseyin Yumrukcal,Guliz Ozgen,Ilker Ozyildirim
JNBS, 2017, 4(2), p:72-76
The importance of gender on phenomenology and course of bipolar illness has been an increased focus of study over recent years. The purpose of present study was to examine whether gender differences exist in the sociodemographic characterictics, age of onset, severity of disease, number & type of episodes, symptomatology and treatment response of bipolar disorder. The life charts of 300 (193 female; 107 male) patients with BD type-I were evaluated retrospectively. BD diagnosis of patients was given by two experienced clinicians in accordance with DSM-IV-TR criteria. A semi-structured chart which was developed to assess sociodemographic and clinical features of patients and “mirror design” method was utilized for the assessment of patients’ response patterns to maintenance treatment. Bipolar women were significantly more likely to have history of (at least one) any mood episode than bipolar men. However no significant gender differences emerged in number of manic or mix episodes; whereas, women had more depressive episodes. Frequency of psychotic episodes (at least one episode during lifetime) was higher for men than women.. There was also no significant gender difference in terms of response to lithium and anticonvulsant maintenance treatment, mean episode severity and age of onset. The results of the present study show that some gender differences may be evident in patients with BD-I. In the highlight of that investigators studying bipolar disorder may need to consider gender as a variable for assessment and treatment strategies.
Cinsiyetin bipolar hastalığın fenomenolojisi ve seyri üzerine önemi son yıllarda artan bir çalışma odağı olmuştur. Bu çalışmanınamacı, cinsiyet farklılıklarının sosyodemografik özellikler, başlangıç yaşı, hastalığın şiddeti, episodların sayısı ve tipi,semptomatoloji ve bipolar bozukluğun tedaviye yanıtı üzerinde etkisinin var olup olmadığını incelemektir.Bipolar bozukluk tip-I’li300 (193 kadın, 107 erkek) hasta retrospektif olarak incelendi. Bipolar bozukluk tanıları DSM-IV-TR kriterlerine göre iki deneyimliklinisyen tarafından verildi. Hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerini değerlendirmek için geliştirilen yarı yapılandırılmışbir grafik ve sürdürüm tedavisine yanıt biçimlerini değerlendirmek için “ayna dizaynı” yöntemi kullanılmıştır. Bipolar kadınlardabipolar erkeklere göre herhangi bir duygudurum atak öyküsü (en az bir) olma ihtimali daha yüksekti. Bununla birlikte, manik veyakarışık atak sayısında anlamlı bir cinsiyet farklılığı ortaya çıkmamışken kadınlarda daha hazla depresif dönemler mevcuttu. Psikotikatak sıklığı (yaşam boyu en az bir dönem) erkeklerde kadınlardan daha yüksekti. Lityum ve antikonvülsan sürdürüm tedavisineyanıt, ortalama episod şiddeti ve başlangıç yaşı açısından cinsiyetler arasında anlamlı bir farkı yoktu. Bu çalışmanın sonuçları,BD-I’ li hastalarda bazı cinsiyet farklılıklarının görülebileceğini göstermektedir. Bipolar bozukluğu çalışan araştırmacılarındeğerlendirmede ve tedavi stratejilerinde cinsiyeti için bir değişken olarak kabul etmeleri gerekebilir
Original Article
Turkish Title : Nevrotik organizasyonlu bireylerin kişilik özelliklerinin ve aile ilişkilerinin kontrol grubuna göre kıyaslanması
Deniz Karayün,Tonguç Demir Berkol,Habib Erensoy,Ebru Kırlı,Serkan Islam,Doğan Şahin
JNBS, 2015, 2(2), p:56-63
Studies to explain neurotic personality organization is no more. Studies emphasize the early family relationships are important in formation of this structure. Our study aims to assess personality traits and family relations of individuals with neurotic personality organization. 31 patients assessed in neurotic personality organization according to SCID-I and SCID-II followed by social psychiatry unit (Structured Clinical Interview for DSM Disorders), 31 control groups not taking diagnostic in the same tests were included in study. Socio-demographic data form was filled by interviewer, Beck Depression Inventory, MMPI (Minnesota Multiphasic Personality Inventory), State-Trait Anxiety Inventory, Family Assessment Scale, Sheehan Disability Scale by the participants. Control group was created from, of volunteers, subjects not taking any psychiatric diagnosis. Compared to neurotic patient group with control group; Shehan Disability Scale for Beck Depression Inventory scores; Family Assessment Scale for social life and family environment, business subscale and household responsibilities, for State-Trait Anxiety Inventory; hypochondria, depression, hysteria, and social introversion subscales for problem solving and behavior control subscale scores between groups and Minnesota Multiphasic Personality Inventory. Neurotic group was taking significantly diagnosis compared to control group for depressive disorder, anxiety disorders and avoidant personality disorder. Considered that avoidant personality structuring of neurotic individuals are at the forefront, the secondary anxiety and depressive symptoms progress. Said all these processes impair domestic problem-solving, behavior control skills of these individuals. Supports this process that the average score of neurotic patients are higher than control group for hypochondria, depression, hysteria, and social introversion subscales as results of MMPI.
Çalışmamız nevrotik kişilik organizasyonu olan bireylerin kişilik özellikleri ve aile ilişkilerini değerlendirmeyi hedeflemektedir. Çalışmaya, sosyal psikyatri biriminden takipli SCID-I (Structured clinical interview for DSM disorders) ve SCID-II’ ye göre nevrotik kişilik örgütlenmesi içinde değerlendirilen 31 hasta ve 31 kontrol gurubu alındı. Kontrol grubu rastlantısal bir şekilde, gönüllüler arasından, psikiyatrik açıdan herhangi bir tanı almayan deneklerden oluşturuldu. Sosyodemografik Veri Formu görüşmeci tarafından, Beck Depresyon Ölçeği, MMPI (Minnesota Multiphasic Personality Inventory), Durumluk-Sürekli kaygı Envanteri, Aile Değerlendirme Ölçeği, Sheehan Yeti Yitimi Ölçeği çalışmaya katılanlar tarafından dolduruldu. Nevrotik hasta gurubunun kontrol gurubuna göre; Beck Depresyon Ölçeği puanları açısından, Shehan Yeti Yitimi Ölçeğinin; sosyal yaşam ve aile ortamı, iş alt ölçeği ve evdeki sorumluluklar açısından, Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri açısından, Aile Değerlendirme Ölçeğinin; gruplar arasında problem çözme ve davranış kontrolü alt ölçekleri ve Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri açısından; hipokondri, depresyon, histeri ve sosyal içe dönüklük alt ölçekleri anlamı bulundu. Çalışmada nevrotik grup en çok depresif bozukluklar, anksiyete bozuklukları ve kaçıngan kişilik bozukluğu açısından kontrol grubuna göre anlamlı tanı alıyordu. Nevrotik bireylerin kaçıngan kişilik yapılanmalarının daha ön planda olduğu, buna sekonder anksiyete ve depresif semptomlarının geliştiği ve bu nedenle bu bireylerin aile içi problem çözme ve davranış kontrolü yetilerinin bozduğu söylenebilir. Yine MMPI sonuçları olarak hipokondri, depresyon, histeri ve sosyal içe dönüklük alt ölçekleri açısından nevrotik hasta grubunun ortalama puanları kontrol grubundan anlamlı olarak yüksek olması bu süreci desteklemektedir.
ISSN (Print) | 2149-1909 |
ISSN (Online) | 2148-4325 |
2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.