JNBS
Üsküdar Üniversitesi

ARTICLES

Original Article

Differences in men and women with bipolar-1 diagnosed patients

Turkish Title : Bipolar bozukluk tip 1 tanılı hastalarda kadın ve erkek farklılıkları

Tonguc Demir Berkol,Hasan Mervan Aytac,Serkan Islam,Huseyin Yumrukcal,Guliz Ozgen,Ilker Ozyildirim
JNBS, 2017, 4(2), p:72-76

DOI : 10.5455/JNBS.1497817534

The importance of gender on phenomenology and course of bipolar illness has been an increased focus of study over recent years. The purpose of present study was to examine whether gender differences exist in the sociodemographic characterictics, age of onset, severity of disease, number & type of episodes, symptomatology and treatment response of bipolar disorder. The life charts of 300 (193 female; 107 male) patients with BD type-I were evaluated retrospectively. BD diagnosis of patients was given by two experienced clinicians in accordance with DSM-IV-TR criteria. A semi-structured chart which was developed to assess sociodemographic and clinical features of patients and “mirror design” method was utilized for the assessment of patients’ response patterns to maintenance treatment. Bipolar women were significantly more likely to have history of (at least one) any mood episode than bipolar men. However no significant gender differences emerged in number of manic or mix episodes; whereas, women had more depressive episodes. Frequency of psychotic episodes (at least one episode during lifetime) was higher for men than women.. There was also no significant gender difference in terms of response to lithium and anticonvulsant maintenance treatment, mean episode severity and age of onset. The results of the present study show that some gender differences may be evident in patients with BD-I. In the highlight of that investigators studying bipolar disorder may need to consider gender as a variable for assessment and treatment strategies.

Cinsiyetin bipolar hastalığın fenomenolojisi ve seyri üzerine önemi son yıllarda artan bir çalışma odağı olmuştur. Bu çalışmanınamacı, cinsiyet farklılıklarının sosyodemografik özellikler, başlangıç yaşı, hastalığın şiddeti, episodların sayısı ve tipi,semptomatoloji ve bipolar bozukluğun tedaviye yanıtı üzerinde etkisinin var olup olmadığını incelemektir.Bipolar bozukluk tip-I’li300 (193 kadın, 107 erkek) hasta retrospektif olarak incelendi. Bipolar bozukluk tanıları DSM-IV-TR kriterlerine göre iki deneyimliklinisyen tarafından verildi. Hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerini değerlendirmek için geliştirilen yarı yapılandırılmışbir grafik ve sürdürüm tedavisine yanıt biçimlerini değerlendirmek için “ayna dizaynı” yöntemi kullanılmıştır. Bipolar kadınlardabipolar erkeklere göre herhangi bir duygudurum atak öyküsü (en az bir) olma ihtimali daha yüksekti. Bununla birlikte, manik veyakarışık atak sayısında anlamlı bir cinsiyet farklılığı ortaya çıkmamışken kadınlarda daha hazla depresif dönemler mevcuttu. Psikotikatak sıklığı (yaşam boyu en az bir dönem) erkeklerde kadınlardan daha yüksekti. Lityum ve antikonvülsan sürdürüm tedavisineyanıt, ortalama episod şiddeti ve başlangıç yaşı açısından cinsiyetler arasında anlamlı bir farkı yoktu. Bu çalışmanın sonuçları,BD-I’ li hastalarda bazı cinsiyet farklılıklarının görülebileceğini göstermektedir. Bipolar bozukluğu çalışan araştırmacılarındeğerlendirmede ve tedavi stratejilerinde cinsiyeti için bir değişken olarak kabul etmeleri gerekebilir


Original Article

Relationship between social anxiety and separation anxiety in university students

Turkish Title : Üniversite öğrencilerinde sosyal kaygı ve ayrılma anksiyetesi ilişkisi

Gulru Elver Gursoy,Huseyin Unubol,Gokben Hizli Sayar
JNBS, 2017, 4(2), p:77-81

DOI : 10.5455/JNBS.1497855828

In this study, it was aimed to examine the relationship between separation anxiety and social anxiety in university students. Participants consist of a total of 114 university students, including 102 women and 12 men in Istanbul. Sociodemographic data form, Adult Separation Anxiety Questionnaire, Liebowitz Social Anxiety Questionnaire and Separation Anxiety Questionnaire were applied to university students. Statistical analyzes of the data obtained from the study were conducted with the Statistical Program for Social Sciences (SPSS v21). In the intergroup comparisons, independent sample t test and one way ANOVA for normal dividing data; Kruskal Wallis test and Mann Whitney U test were performed for normal non-dispersed data. Relations between scores obtained from the scales were calculated by Pearson correlation analysis. As a result of analysis, a significant difference was found between social anxieties and between avoidance scores according to mother education level and income level. Separation anxiety scores and adult separation anxiety scores were found significantly higher in those with general medical illness stories than those without general medical illness stories. There was a significant positive correlation between social anxiety and avoidance scores of university students and separation anxiety and adult separation anxiety scores. Social anxiety and avoidance behaviors can be a result of separation anxiety caused by traumatic experiences such as separation from mother or caregiver in childhood that prolonged in adulthood.

Bu araştırmada, üniversite öğrencilerinde ayrılma anksiyetesi ile sosyal kaygı arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır.Araştırmanın katılımcıları, İstanbul ilinde öğrenimlerine devam n=102 kadın (yaş: 22,62; ss: 5,448) ve n=12 erkek (yaş: 21,17; ss:5,306), toplamda N=114 (yaş: 22,46; ss: 5,429) üniversite öğrencilerinden oluşmaktadır. Üniversite öğrencilerine sosyodemografikveri formu, Yetişkin Ayrılma Anksiyetesi Anketi, Liebowitz Sosyal Kaygı Ölçeği ve Ayrılma Anksiyetesi Belirtileri Anketiuygulanmıştır. Araştırmadan elde edilen verilerin istatistiksel analizleri Sosyal Bilimler İçin İstatistik Programı (SPSS v21) ileyürütülmüştür. Gruplar arası karşılaştırmalarda, normal dağılan veriler için bağımsız örneklem t-testi ve tek yönlü varyans analizi;normal dağılmayan veriler için Kruskal Wallis testi ve Mann Whitney U testi yürütülmüştür. Ölçeklerden alınan puanlar arasındakiilişkiler Pearson korelasyon analizi ile hesaplanmıştır. Analizler sonucunda, anne eğitim düzeyine ve gelir durumuna göre sosyalkaygı ve kaçınma puanları arasında; fark bulunmuştur. Genel tıbbi hastalık öyküsü bulunanlarda ayrılma anksiyetesi puanlarıve yetişkin ayrılma anksiyetesi puanları, genel tıbbi hastalık öyküsü bulunmayanlardan anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur.Üniversite öğrencilerinin sosyal kaygı ve kaçınma puanları ile ayrılma anksiyetesi ve yetişkin ayrılma anksiyetesi puanları arasındapozitif yönde anlamlı ilişki bulunmuştur. Araştırma sonucunda, çocuklukta anneden ya da bakım verenden ayrılma gibi travmatikyaşantıların yarattığı ayrılma anksiyetesinin yetişkinliğe uzayabileceği ve bunun da sosyal kaygı ve kaçınma davranışlarının ortayaçıkmasından sorumlu olabileceği düşünülmüştür.


Original Article

Comorbidity of adult attention deficit and hyperactivity disorder with panic disorder

Turkish Title : Panik bozukluğu hastalarına eşlik eden erişkin dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu

Pinar Gokceimam,Hasan Mervan Aytac,Habib Erensoy
JNBS, 2017, 4(2), p:82-89

DOI : 10.5455/JNBS.34-1501967847

The comorbidity of panic disorder with other psychiatric disorders is prevalent. This study aims to investigate the comorbid Attention Deficit and Hyperactivity Disorder (ADHD) with panic disorder (PD) in adults.In this study 65 people with a diagnosis of panic disorder and 65 healthy volunteers who admitted to outpatient psychiatry clinic were included. In order to determine the disease severity and current clinical state Panic Agoraphobia Scale was used. Sociodemographic information form, Wender Utah Rating Scale (WURS) and Adult ADHD Diagnosis and Assessment Scale was used. Diagnosis of PD was significantly higher in women. Also it was observed that unemployment was statistically higher in PD group. There was no difference observed in between mean ages, marital status and education level. In patients diagnosed with panic disorder ADHD comorbidity rate was 15,4%. In comorbidity cases subgroups of ADHD was found as; 60% mixed, 20% hyperactivity and impulsivity, 20 % attention deficit dominant type showing statistical significance. In all cases with agoraphobia it was associated with ADHD comorbidity. It was observed that PD comorbid with ADHD was associated with less work continuity than ADHD without PD comorbidity. There was no significant difference in alcohol use among ADHD diagnosed patients in both groups. ADHD diagnosis wasn’t observed in individuals over 40 years of age. In our study comorbidity of PD with ADHD was shown to be high. In all patients with Agorophobia ADHD comorbidity was detected.

Panik Bozukluğu (PB) olan hastalarda diğer psikiyatrik hastalıkların eş tanı oranı oldukça yüksektir. Bu çalışmada panik bozukluğutanısı almış erişkinlerde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) varlığı ve bu durumla ilişkili özellikler araştırılmıştır.Çalışmamıza psikiyatri polikliniğine başvuran ve SCID-I ile DSM-IV ‘e göre PB tanısı almış 65 kişi ile kontrol grubunu oluşturan65 sağlıklı gönüllü alınmıştır. Hasta grubunun hastalık şiddeti ve klinik durumlarının belirlenebilmesi amacıyla bu grubaPanik-Agorafobi Ölçeği uygulanmıştır. Klinik görüşmelere ek olarak her iki gruptan Sosyodemografik Veri Formu doldurulmasıistenmiş, WUDÖ ile Erişkin DEB/DEHB Tanı ve Değerlendirme Ölçeği uygulanmıştır. Çalışmamızda PB tanısı alan hastaların büyükçoğunluğunu kadın hastaların oluşturmaktadır. “İşsiz olma-çalışmama” durumunun sağlıklılara göre istatistiksel olarak anlamlışekilde fazla olduğu gözlenmiştir. Çalışma ve kontrol grubu arasında yaş ortalamaları, medeni durum ve eğitim durumlarınındağılımı açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmemiştir. PB tanısı alan hastalarda şu anki DEHB eş tanı oranı%15,4 olarak bulunmuştur. DEHB eş tanılı hastalarda DEHB alt tiplerinin grup içindeki dağılımları %60 ‘ı bileşik tip, %20’ si “hiperaktivite ve dürtüsellik “, %20’ si “ dikkat eksikliği “ önde olan şeklinde saptanmıştır. Agorafobisi olan hastaların tamamındaDEHB eş tanısı bulunmuştur. PB ile DEHB eş tanısı alan grupta panik bozukluğu olmadan DEHB tanısını alan gruba oranla dahadüşük iş devamlılığı gözlenmiştir. DEHB tanılı hastalarda çalışma ve kontrol grubu arasında alkol kullanımı açısından istatistikselbir farka rastlanmamıştır. 40 yaş üstü grupta DEHB hiç tespit edilmemiştir. Çalışmamızda PB ile DEHB eş tanı oranının sağlıklıkontrollerden yüksek olduğu, agorafobisi olan PB olgularının tamamında DEHB eş tanısının bulunduğu görülmektedir.


Original Article

Relation of Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder Symptoms and Increased Accidents in Airport Workers

Turkish Title : Havalimanı Çalışanlarında Dikkat Eksikliği Ve Hiperaktivite Bozukluğu Belirtileri İle Artmış Araç Kazası Riski İlişkisi

Özlem Çapan Özveren,Hüseyin Ünübol,Gökben Hizli-Sayar
JNBS, 2017, 4(1), p:2-7

DOI : 10.5455/JNBS.1493200580

Attention-Deficit/Hyperactivity Disorder (ADHD) is a chronic and debilitating disorder characterized by inattentiveness and impulsiveness, the most commonly encountered symptoms of hyperactivity. Adults with ADHD can suffer performance loss and loss of employment. It has been determined that individuals with ADHD have difficulty driving. Hypothesis of the research was that “the airport workers with a history of workplace driving accident have higher level of symptoms of ADHD, compared to the workers without a history of workplace driving accidents”. A total of 138 accidents involving vehicles occurred between 2012 and 2014 at Havaş, where the research was conducted. The research participants were given a questionnaire (study group was 110 workers involved in an accident; control group was 111 workers, matched with the study group for sex and age, although they were not involved in an accident) comprising Adult ADHD Self-Report Scale (AASRS) and Adult ADHD DSM-IV Based Diagnostic Screening and Rating Scale (A-ADHDS). Using these scales, the participants were evaluated with respect to their accident status, performance, attendance and demographics. Diagnosis of ADHD was encountered only one employee in study group. A-ADHDS Hyperactivity subscale score was found to be significantly higher in study group compared to control group. Scores of the other subscales of A-ADHDS and AASRS found to be similar in groups. These results suggest that although there found to be no significant differences in rates of ADHD diagnosis in workers with a history of driving accident and the control group; the former may have higher rates of hyperactivity symptoms. Informing the workers and the employers about the effects and consequences of ADHD symptoms in workplace, screening the symptoms of ADHD in those to be employed in critical areas requiring driving skills might decrease the risk of workplace accidents.

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB), hiperaktivitenin yaygın belirtileri olan dikkatsizlik ve dürtüsellik ile tanımlanan, kronik ve yeti yitimine sebep olan bir bozukluktur. DEHB’li yetişkinler yaptıkları işlerle performans ve iş kayıpları yaşayabilirler. DEHB’li kişilerin sürüş zorlukları olduğu tespit edilmiştir. Bu araştırmanın hipotezi “araç kazası yapmış olan havalimanı çalışanlarının DEHB puanları, araç kazası yapmamış olanlara kıyasla daha yüksektir” olarak belirlenmiştir. Çalışmanın yapıldığı Havaş’ta 2012-2014 yılları arasında toplam 138 araç kazası gerçekleşmiştir. Kaza yapanlardan araştırmaya katılmayı kabul eden 110 personele ve onlarla yaş ve cinsiyet bakımından eşleştirilmiş kaza yapmamış personelden oluşan 111 kişilik kontrol grubuna Erişkin Dikkat Eksikliği Hiperaktivite Bozukluğu Öz Bildirim Ölçeği (EDHÖ) ve DSM-IV’e Dayalı Erişkin DEB/ DEHB Tanı ve Değerlendirme Envanteri (E-DEHB) uygulanmıştır. Katılımcılar, ölçek maddeleri ile kaza yapma durumu, performans, devam durumları ve demografik açıdan incelenmiştir. Araştırmada kaza yapanlar arasında DEHB tanısı alan bir kişiye rastlanmıştır. Kaza yapan grupta kontrol grubuna kıyasla E-DEHB Aşırı Hareketlilik alt ölçek toplam puanının anlamlı derecede daha yüksek olduğu, diğer alt ölçek puanlarında ise bir farklılık olmadığı saptanmıştır. Bu sonuca göre kaza yapan ve yapmayan havalimanı çalışanlarında DEHB tanısı bakımından farklılık bulunmamakla birlikte kaza yapanların aşırı hareketlilikle ilgili belirtileri daha yüksek oranda gösterdikleri düşünülmektedir. DEHB’nin belirtileri, çalışma yaşamına etkisi ve sonuçları konusunda çalışanlar ve yöneticilerin bilgilendirilmesi; sürücülük becerisi gerektiren kritik işlerde çalışacak olan kişilerde DEHB belirtilerinin taranması kaza oranını azaltabilecektir.


Original Article

Recognition Memory Impairment and The Role of DMSO, ALA and Vitamin C During Traumatic Brain Injury in Albino Rats

Turkish Title : Tanıma Hafızası Bozukluğu Ve Albino Sıçanlarındaki Travmatik Beyin Yaralanmaları Esnasında Dmso, Ala Ve C Vitaminin Rolü

Bulama Ibrahim,Lawan Suleiman Bilbis,Abdullahi Yahaya Abbas,Nasiru Suleiman,Kassim Ibrahim
JNBS, 2017, 4(1), p:8-12

DOI : 10.5455/JNBS.1479979187

Expression of cognitive and functional disorders is a common clinical development of traumatic brain injury (TBI) that is essentially determined by the site and severity of the insult. The present study sought to examine the effects of closed-head TBI on memory in albino rats, in order to further examine the potential efficacy of an acute antioxidants treatment with Dimethyl Sulfoxide (DMSO), Vitamin C and Alpha μ- lipoic acid (ALA). The rat model of closed-head injury by weight drop method was applied on anesthetized rats. The treatment protocol included single oral administration of DMSO, Vitamin C and ALA in three different doses (22.5, 45 and 67.5 mg/kg) 1hr post-TBI and continued for two weeks. The Novel Object Recognition Test as well as the Modified Neurological severity score (mNSS) were employed to assess post-TBI memory and neurological function respectively. Our results revealed a recognition memory deficit that was significant 7 days after TBI up to 14 days post-TBI. Most importantly, DMSO, Vitamin C and ALA were able to attenuate the memory impairment by TBI. The mNSS of the treated groups decreased significantly than the non-treated group in the first and second week. Conclusively, the use of antioxidants can help in the management of TBI by reducing oxidative stress and improving cognitive function.

Bilişsel ve işlevsel bozukluklar, esasen hasarın meydana geldiği bölge ve şiddetine bağlı olarak belirlenen travmatik beyin yaralanmasının (TBI) yaygın görülen bir klinik gelişmesi olarak ifade edilebilir. Mevcut çalışma, Dimetil Sülfoksit (DMSO), C vitamini ve Alfa lipoik asit (ALA) içerikli bir akut antioksidan tedavisinin potansiyel etkinliğini daha derinden inceleyebilmek adına kapalı kafa travmatik beyin yaralanmasının albino sıçanlarının hafızaları üzerindeki etkilerini araştırmayı amaçlamaktadır. Ağırlık düşürme yöntemiyle kapalı kafa yaralanmasının sıçan modeli uyuşturulmuş sıçanlar üzerinde uygulandı. Tedavi protokolü, travmatik beyin yaralanmasından bir saat sonra DMSO, C vitamini ve ALA’nın üç farklı doz halinde (22.5, 45 ve 67.5 mg/kg) ve tek seferde ağızdan alınmasını öngörmüştür. Travmatik beyin yaralanması sonrası sırasıyla mevcut hafızayı ve nörolojik işlevi değerlendirmek üzere Değiştirilmiş Nörolojik Şiddet Skorunun (mNSS) yanı sıra Yeni Nesne Tanıma Testi uygulanmıştır. Elde edilen sonuçlar, travmatik beyin yaralanmasını takip eden yedi ila on dört gün boyunca önemli ölçüde tanıma hafızası eksikliğini ortaya çıkarmıştır. Daha da önemlisi; DMSO, C vitamini ve ALA, travmatik beyin yaralanmasından kaynaklı hafıza bozukluğunu azaltma eğilimi göstermiştir. Müdahalede bulunulan deney guruplarına ait Değiştirilmiş Nörolojik Şiddet Skoru’nda (mNSS) müdahale edilmeye guruptakilere nazaran birinci ve ikinci haftada önemli ölçüde düşüş gözlenmiştir. Sonuç olarak antioksidan kullanımı, oksidatif stresi azaltarak ve bilişsel işlevi geliştirerek travmatik beyin yaralanması tedavisine katkıda bulunabilir.


Original Article

Does Recollection Occur Unintentionally? An ERP Study.

Turkish Title : Detaylı Hatırlama İstemsiz Olarak Gerçekleşir Mi?

Rahmi Saylik
JNBS, 2017, 4(1), p:13-18

DOI : 10.5455/JNBS.1489763028

This study is aimed to investigate whether memories can be recollected unintentionally. To investigate this, electroencephalographic activity (EEG) was recorded from 64 electrodes. Participants performed recognition tasks which consisted of celebrity names in an implicit way. They were asked to decide whether the presented celebrity names were actor/actress or not while event-related potentials (ERPs) recordings were taking place. In the study, ERP results from old names and new names were compared. In this comparison two effects, which were mid-frontal old/new effect (300-500 ms) and parietal old/new effect (500-800 ms), were set. The results show that old names triggered higher activation over a late left lateralized central and left parietal old-new effect (500- 800 ms) during implicit task performance. The results indicated that memory can be retrieved unintentionally and this retrieval may be associated with recollection.

Bu çalışma, anıların istemsiz olarak hatırlanmasının mümkün olup olmadığını araştırmayı amaçlamaktadır. Bunu araştırmak için Elektroensefalografik aktivite (EEG) 64 elektrottan kaydedildi. Katılımcılar, ünlülerin isimlerden oluşan tanıma görevlerini örtük biçimde gerçekleştirdiler. Sunulan ünlü isimlerinden aktör / aktris olup olmadığına, olaya ilişkin potansiyeller (ERP) kayıtları yapılırken karar vermeleri istendi. Bu çalışmada, eski ve yeni isimlerin ERP sonuçları karşılaştırıldı. Bu karşılaştırmada, orta önlü eski / yeni efekt (300-500 ms) ve parietal eski / yeni efekt (500-800 ms) olan iki efekt belirlendi. Sonuçlar, eski adların örtük görev performansı sırasında sol yanal merkezli ve sol parietal eski-yeni efekt (500-800 ms) üzerinde daha yüksek aktivasyona neden olduğunu göstermektedir. Sonuçlar daha önce hafızada kaydedilmiş bilginin istemsiz olarak geri getirilebildiğini ve bu geri getirme durumunun detaylı hatırlama ile ilişkili olabileceğini gösterdi.


ISSN (Print) 2149-1909
ISSN (Online) 2148-4325

2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.