JNBS
Üsküdar Üniversitesi

ARTICLES

Original Article

The relationship between attachment styles of preschool children and the attachment styles and adult separation anxiety levels of their parents

Turkish Title : Okul öncesi dönemdeki çocukların bağlanma stilleri ile ebeveyn bağlanma stilleri ve ayrılma anksiyeteleri arasındaki ilişki

Demirtaş Fatma,Günay Gül Yağmur,Doğan İdil Arasan,Özdoğan Büşra,Ünübol Hüseyin,Sayar Gökben Hızlı
JNBS, 2020, 7(1), p:8-15

DOI : 10.5455/JNBS.1581753414

The aim of this study is to investigate the relationship between attachment styles of parents and attachment anxiety and separation anxiety of preschool children and to evaluate the relationship between these variables and demographic variables. The population of the study was determined as children between 4-6 years of age and their mothers, and the sample consists of 30 children and their mothers between 4-6 years of age who continue their education in the kindergarten in İstanbul. In order to collect the data of the research; “Informed Consent Form”, “Demographic Information Form”, “Adult Separation Anxiety Scale” and “ Experiences in Close Relationships-Revised” were given and “Attachment Story Completion Test’’ was administered by the researcher to measure the attachment styles of the children. SPSS 16 program was used for statistical analysis. During the analysis of the study, t-test was used to evaluate the relationship between variables, Pearson correlation was used for the variables that were normal distribution and Spearman’s correlation was used when the data were not suitable for the normal distribution. According to the results of the study, no significant relationship was found between the attachment styles of the children and the parent’s attachment style and separation anxiety. It was found that there was no significant relationship between age, gender, educational status of mothers, working status of mothers and attachment styles distribution according to caregivers in the 0-2 age group. There was no significant relationship between the total score obtained from the Adult Separation Anxiety Scale and the total score and the subscale of avoidance attachment criteria. In other words, research findings show that there is no significant relationship between separation anxiety and the avoidant attachment style of mothers. However, it was found that there was a relationship between separation anxiety of mothers obtained from Adult Separation Anxiety Scale total score and anxious attachment criteria of mothers with Experiences in Close Relationships-Revised subscales. The limited number of samples and the mothers who completed the scales were among the limitations of this study. It is recommended to increase the sample size and include both parents by applying the scales.

Bu araştırmanın amacı, okul öncesi dönemdeki çocukların bağlanma stilleri ile ebeveynlerin bağlanma stilleri ve ayrılma anksiyetesi arasındaki ilişkinin incelenmesi ve bu değişkenlerin demografik değişkenlerle olan ilişkisinin değerlendirilmesidir. Araştırmanın evreni okul öncesi eğitim alan 4-6 yaş arası çocuklar ve onların anneleri olarak belirlenmiş, örneklemi ise İstanbul’da bulunan bir anaokulunda eğitime devam eden, 4-6 yaş arası 30 çocuk ve onların anneleri oluşturmaktadır. Araştırmanın verilerini toplamak için katılımcılara; “Bilgilendirilmiş Onam Formu”, “Demografik Bilgi Formu”, “Yetişkin Ayrılma Anksiyetesi Ölçeği”, “Yakın İlişkilerde Yaşantılar Envanteri” verilmiş ve çocukların bağlanma stillerini ölçmek için araştırmacı tarafından “Bağlanma Öykü Tamamlama Testi” uygulanmıştır. Araştırma için toplanan verilere uygulanan istatistiksel analizleri SPSS 16 programı ile gerçekleştirilmiştir. Araştırmada elde edilen analiz sonuçları doğrultusunda, çocukların bağlanma stilleri ile ebeveynin bağlanma stili ve ayrılma anksiyetesi arasında anlamlı bir ilişki saptanmamıştır. Çocukların bağlanma stilleri; yaş, cinsiyet, annelerin eğitim durumu, annelerin çalışma durumu ve 0-2 yaş döneminde bakım veren kişilere göre bağlanma stilleri dağılımları arasında anlamlı bir ilişki olmadığı verilerine ulaşılmıştır. YAA ölçeğinden elde edilen toplam puan ile YİYE ölçeğinden elde edilen toplam puan ve alt ölçeği olan kaçınmacı bağlanma ölçütleri arasında anlamlı bir ilişki bulunmamıştır. Sonuç olarak araştırma bulguları annelerin ayrılma anksiyetesi ve kaçınmacı bağlanma stili arasında anlamlı bir ilişki olmadığını göstermektedir. Ancak YAA toplam puanından elden edilen annelerin ayrılma anksiyetesi ve YİYE alt ölçeği olan annelerin kaygılı bağlanma ölçütleri arasında bir ilişki olduğu tespit edilmiştir. Örneklem sayısının sınırlı olması ve ölçekleri sadece annelerin doldurmuş olması bu çalışmanın sınırlılıkları arasındadır. İleride yapılacak olan araştırmalara, örneklem sayısının arttırılması ve her iki ebeveynin ölçekleri uygulayarak araştırmaya dahil edilmesi önerilmektedir


Original Article

Depression and somatization in immigrant women

Turkish Title : Göç eden kadınlarda depresyon ve somatizasyon

Öcal Ayşe,Bulut Hüseyin,Ünübol Hüseyin,Sayar Gökben Hızlı
JNBS, 2020, 7(1), p:32-36

DOI : 10.5455/JNBS.1581965517

This study, which aims to determine the levels of depression and somatization disorder seen in women experiencing compulsory internal migration, is a research in the general screening model and the relational screening model based on quantitative data. The study population of the study was determined as non-immigrant women aged between 18-65 (α = 50) living in the city center of Diyarbakır (α = 50) and women aged between 18-65 (α = 50) who experienced forced internal migration from Diyarbakır to Istanbul. In the study, women between the ages of 18-65 (n = 50) living in Diyarbakır and women between the ages of 18-65 (n = 50) who experienced forced internal migration from Diyarbakır to Istanbul were selected by the easy sampling method. As a data collection tool in the research; Beck Depression Inventory, Brief Symptom Inventory and Somatization Scale were used. It has been concluded that the depression levels, mental symptom levels, and somatization levels of the women who experienced compulsory internal migration were statistically significantl higher than the nonimmigrant women. The results of this research suggest that it may be important to take measures to protect mental health in women experiencing internal migration

Zorunlu iç göç yaşayan kadınlarda görülen depresyon ve somatizasyon bozukluğu düzeylerini belirlemeyi amaçlayan bu araştırma nicel verilere dayalı genel tarama modelinde ve ilişkisel tarama modelinde bir araştırmadır. Araştırma çalışma evreni Diyarbakır ili merkezinde yaşayan 18-65 yaş arası göç etmemiş kadınlar (α=50) ve Diyarbakır ilinden İstanbul’a zorunlu iç göç yaşayan 18-65 yaş arası kadınlar (α=50) olarak tespit edilmiştir. Araştırmada Diyarbakır ilinde yaşayan 18- 65 yaş arası (n=50) kadın ve Diyarbakır’dan İstanbul iline zorunlu iç göç yaşayan 18-65 yaş arası (n=50) kadın kolayda örnekleme alma yöntemiyle seçilmiştir. Araştırmada veri toplama aracı olarak; Beck Depresyon Ölçeği, Kısa Semptom Envanteri ve Somatizasyon ölçeği kullanılmıştır. Araştırma genelinde zorunlu iç göç yaşayan kadınların depresyon düzeyleri, ruhsal belirti düzeyleri ve somatizasyon bozukluğu düzeylerinin yüksek olduğu sonucuna ulaşılmıştır. Bu araştırmanın sonuçları iç göç yaşayan kadınlarda ruhsal sağlıklılık halinin korunmasına yönelik tedbirler alınmasının önemli olabileceğini düşündürmektedir.


Original Article

Attitudes of turkish psychiatrists regarding transcranial magnetic stimulation

Turkish Title : Türkiyeli psikiyatrların transkraniyal manyetik uyarım tedavisine yönelik tutumları

Ünsalver Barış Önen,Evrensel Alper,Sayar Gökben Hızlı,Karamustafalıoğlu Oğuz,Tarhan Nevzat
JNBS, 2020, 7(1), p:37-41

DOI : 10.5455/JNBS.1574788023

Transcranial Magnetic Stimulation (TMS) is not widely used in the world. Besides financial constraints like limited allocation of funds for psychiatric clinics, psychiatrists’ knowledge and attitudes regarding TMS may limit its widespread use. Therefore, this survey study aimed to examine the knowledge and attitudes of Turkish psychiatrists towards TMS. An online survey that was developed by the researchers containing 26 questions about physicians’ demographic data and their knowledge and attitudes towards TMS was sent to a closed e-mail group of psychiatrists and assistant psychiatrists. The study sample comprised 46 women and 61 men. Having knowledge about TMS statistically significantly affected participants’ approaches to accept TMS as a promising treatment, approve the spread of TMS as a treatment modality, desire to have more information about the mechanism of action of TMS (p=0.006; p=0.019 and p=0.013, respectively), whereas it didn’t statistically significantly affect their approaches to accept TMS as an effective treatment method, consider TMS as a misleading treatment for patients, use TMS only in the treatment of treatment-resistant depression patients (p=0.060, p=0.065, and p=0.136, respectively). Most of the psychiatrists who completed the survey in Turkey had a positive view of TMS and wanted to increase their knowledge. It may be appropriate to increase the number of presentations on TMS therapy at psychiatry meetings and encourage residents to make observations in clinics where TMS is administered, during psychiatric residency.

Transkraniyal Manyetik Uyarım (TMU) dünyada yaygın kullanılan tedavi yöntemlerinden biri değildir. Psikiyatrik tedaviler için ayrılan bütçenin kısıtlılığı yanısıra psikiyatristlerin TMU’ya dair bilgileri ve tutumları da TMU’nun yaygın kullanımını olumsuz etkileyebilir. Bu anket çalışmasında Türkiye’de çalışan psikiyatri asistanları ve uzmanlarının TMU’ya yönelik tutum ve bilgilerinin ölçülmesi amaçlanmıştır. Araştırmacıların geliştirdiği ve hekimlerin sosyodemografik bilgileri, TMU’ya yönelik bilgileri ve tutumlarını ölçen 26 soruluk anket psikiyatri asistan ve uzmanlarının üye olduğu kapalı bir e-posta grubuna yönlendirilmiştir. Örneklem 46 kadın ve 61 erkekten oluşuyordu. TMU’ya dair bilgi sahibi olmak, katılımcıların TMU’yu umut vaat eden bir tedavi yöntemi olarak görmesini, TMU’nun bir tedavi olarak yaygınlaşmasını onaylamayı ve TMU’nun etki mekanizması hakkında daha fazla bilgi sahibi olma isteğini istatistiksel anlamlı olarak etkiliyordu (p=0.006; p=0.019 and p=0.013);ancak, TMU’yu etkili bir tedavi yöntemi olarak kabul etmeyi, TMU’yu hastaları yanıltmaya yönelik bir tedavi olarak görmeyi ve TMU’yu sadece tedaviye dirençli olgularda kullanmayı anlamlı olarak (p=0.060, p=0.065, and p=0.136). Türkiye’den katılımcı hekimlerin çoğunun TMU’ya dair olumlu fikirleri olduğu ve TMU’ya dair daha fazla bilgi sahibi olmak istedikleri gözlemlendi. Bilimsel toplantılarda TMU’ya dair sunumların sayısını arttırmak ve asistanlık eğitimleri sırasında TMU uygulanan kliniklerde rotasyon imkanı sağlamak faydalı olabilir.


ISSN (Print) 2149-1909
ISSN (Online) 2148-4325

2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.