JNBS
Üsküdar Üniversitesi

Remove filtering

Years

2021

2020

2019

2018

2017

2016

2015

2014

Categories

Authors

ARTICLES

Original Article

Heterozygous genotype of monocarboxyl transferase 1 (rs1049434) polymorphism commons in a turkish athlete cohort

Turkish Title : Türk atlet topluluğunda monokarboksil transferaz 1 (rs1049434) polimorfizmi’nin heterozigot genotipi yaygındır

Meryem Kevser Zelka,Emel Serdaroğlu Kaşıkçı,Canan Sercan Doğan,Sezgin Kapıcı,Korkut Ulucan,Muhsin Konuk
JNBS, 2019, 6(2), p:129-132

DOI : 10.5455/JNBS.1549363522

There are many parameters that have effects the success of athletes, like exercise, motivation, determination, nutrition, all of which have genetic backgrounds. To have the optimal approach, all of these conditions should complement each other. In this study, we aimed to analyze and compare the monocarboxyl transferase 1 (MCT1) rs1049434 polymorphism, which is important to determine the lactate levels, in long and short distance running athletes. A total of 30 athletes, 15 of which were power athletes and 15 were endurance, were enrolled for the study. DNA isolations were carried out by using commercially available DNA isolation Kit, and genotyping process was by real-time PCR. Of the 15 power athletes, 14 (93%) and 1 (7%) athletes had AT and TT genotypes, respectively. We detected no AA genotype in power athletes. In endurance cohort, 4 (27%), 8 (53%) and 3 (20%) athletes had AA, AT and TT genotypes, respectively. When we count the alleles, A allele was counted as 14 (47%) and 16 (53%) in power and endurance athletes. For T allele, 16 (53%) and 14 (47%) were counted in power and endurance cohorts. No statistically significant difference was found between groups in the terms of genotype and allele. In our cohort, AT genotype was higher in both groups, whereas both alleles were equal in our cohort. Our basic goal is to be able to channel the athlete correctly and carry it to maximum success in a shorter period of time considering the genetic predisposition.

Egzersiz, motivasyon, azim, beslenme, sahip olunan tüm genetik geçmiş gibi atletlerin başarılarına etki eden çok sayıda parametre bulunmaktadır. Optimal bir yaklaşıma sahip olmak için, bu koşulların tamamı birbiri ile tamamlayıcı olmalıdır. Bu çalışmada uzun ve kısa mesafe koşucu atletlerde laktat düzeylerini saptamada önemli olan monokarboksil transferaz 1 (MCT1) rs 1049434 polimorfizmini karşılaştırmak ve analiz etmeyi amaçladık. Çalışmamızda 15 güçlü, 15 dayanıklı toplam 30 atlet kaydedildi. DNA izolasyonları ticari olarak mevcut DNA izolasyon kiti ve genotip süreçleri real time PCR kullanılarak gerçekleştirildi. 15 güçlü atlette sırasıyla 14 (% 93) AT, 7 (%1)‘inde TT genotipi olduğu tespit edildi. Güçlü atletlerde AA genotipi tespit edilmedi. Dayanıklı toplulukta AA, AT ve TT genotipleri sırasıyla 4 (% 27), 8 (% 53) ve 3 (% 20)‘idi. Alleller sayıldığında, güçlü ve dayanıklı atletlerde sırasıyla A alleli 14 (% 47), ve 16 (% 53) olarak sayıldı. T alleli için güç ve dayanıklı topluluklarda sırası ile 16 (% 53) ve 14 (% 47) olarak sayıldı. Geneotip ve allel bakımından gruplar arasında istatistiksel bir anlamlılık bulunmamıştır. Çalışmamızda AT genotipi her iki grupta da daha yüksektir, oysa diğer allelller eşittir. Temel hedefimiz genetik yatkınlık dikkate alınarak kısa bir zaman periyodunda atletin maksimum başarıya ulaşmak için doğrudan mı ya da taşıyıcı mı bağlantısını kurabilmektir.


Original Article

Determination of Methyltetrahydrofolate Reductase (MTHFR) gene C677T polymorphism in children with dietary diets

Turkish Title : Diyete devam eden otizmli çocuklarda Metilentetrahidrofolat Redüktaz (MTHFR) geni C677T polimorfizminin belirlenmesi

Muhsin Konuk,Öznur Yılmaz,Sezgin Kapıcı,Canan Sercan,Hasan önal,Abdurrahman Akgün,Korkut Ulucan
JNBS, 2019, 6(2), p:133-137

DOI : 10.5455/JNBS.1549566985

Objective: Genetic and environmental risk factors constitute the major part of the etiology of autism, a multifactorial disorder. In this study, we aimed to investigate the MTHFR (Methyltetrahydrofolate Reductase Gene) C677T polymorphism in autistic children who were subjected to glutamate - caseinous and GAPS (Bowel and Psychology Syndrome) diets and to determine whether autism was related to decrease of enzyme activity caused by 677T allele of MTHFR gene.
Materials and Methods: Thirty autistic and 90 healthy children were included in the study. DNA was obtained using a special commercial kit (GeneAll, Korea). Genotyping was performed by PCR - RFLP (Polymerase Chain Reaction-Restriction Fragment Length Polymorphism) protocol and images were obtained by agarose gel electrophoresis.
Results and Discussion: No statistically significant difference was found in the MTHFR 677T allele frequency as 13.33% in the patient group and 19.4% in the control group as p = 0.285. Due to the fact that the number of patients included in the study was not desired and not homogeneous, we recommend looking at MTHFR A1298C polymorphism and COMT (catechol-O-methyltransferase), BDNF (brain-derived neurotrophic factor), PTEN (phosphate and tensin homolog) genes.

Amaç: Multifaktöriyel bir bozukluk olan Otizmin etiyolojisinin büyük bir kısmını genetik ve çevresel risk faktörleri oluşturur. Çalışmamızda glutensiz - kazeinsiz ve GAPS (Bağırsak ve Psikoloji Sendromu) diyetlerine tabi tutulan Otistik çocuklarda MTHFR (Metilentetrahidrofolat Redüktaz Geni) C677T polimorfizminin incelenmesi ve MTHFR geninin 677T allelinden kaynaklanan enzim aktivitesi azalmasının Otizmle ilişkili olup olmadığının belirlenmesi amaçlandı. Materyal ve Metot: Çalışmaya 30 Otistik ve 90 sağlıklı çocuk katıldı. DNA eldesi özel ticari kit (GeneAll, Kore) kullanılarak sağlandı. Genotipleme ise PZR - RFLP (Polimeraz Zincir Reaksiyonu - Restriksiyon Fragment Uzunluk Polimorfizmi) protokolü ile gerçekleştirildi ve agaroz jel elektroforezinde yürütülerek görüntü elde edildi. Sonuçlar ve Tartışma: MTHFR 677T allel frekansı hasta grubunda %13,33 ve kontrol grubunda %19,4 bulunması sonucunda p=0,285 olarak hesaplandığı için istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Çalışmaya alınan hastaların sayısının istenilen sayıda ve homojen olmaması nedeniyle daha kapsamlı çalışmalar yapılmasının yanında MTHFR A1298C polimorfizmine ve COMT (katekol-O-metiltransferaz), BDNF (beyin-türevli nörotrofik faktör), PTEN (fosfat ve tensin homolog) genlerine bakılmasını öneririz.


Original Article

Dimensional personality model characteristics of female adolescents with major depressive disorder

Turkish Title : Major depresif bozukluk tanılı kız ergenlerin boyutsal kişilik model özellikleri

Mert Besenek,Burak Okumus
JNBS, 2019, 6(2), p:138-148

DOI : 10.5455/JNBS.1550988184

Given the lack of studies focusing on this topic, we aimed to evaluate the dimensional personality characteristics of adolescents with Major Depressive Disorder based on the DSM-5 and to determine the relationship between pathological personality traits and psychopathology. This study was done in Turkish population and data of 70 female patients ranging in age between 11 and 18, who were admitted to the Child and Adolescent Psychiatry outpatient clinic with depressive symptoms, was analyzed. We cross-sectionally analyzed DSM-5 Personality Inventory Child Form-Short Version (PID-5-CSV) dimensional scores and the correlation between PID-5-CSV and Beck Depression Inventory (BDI) scores, and compared the PID-5-CSV features between depression severity groups that were formed based on the BDI cut-off ranks. A positive correlation was found between depression severity and total scores of the PID-5-CSV, indicating an increased risk of personality psychopathology. Some of the dimension scores were also positively correlated with BDI scores, putting these patients at risk for specific personality disorders (PD), especially Borderline PD. Significantly lower Antagonism dimension scores were found, which has not been reported in the literature before; this may indicate a possible risk factor for Avoidant PD. Results from this study may suggest that the PID-5-CSV is an effective way to assess personality traits and implement dimensional personality characteristics into the psychiatric diagnosis and treatment process. Studies with control groups and mixed gender samples are needed for further clarification in this field.

Bu alanda yapılmış olan çalışmaların kısıtlı olduğu göz önünde bulundurularak çalışmamızda; Major Depresif Bozukluk tanısı olan kız ergenlerin kişilik özelliklerinin DSM-5 Boyutsal Modeli’ne göre değerlendirilmesi ve patolojik kişilik özellikleri ile psikopatoloji arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışma kapsamında Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi polikliniğine depresif bulgular ile başvuran, yaşları 11 ile 18 arasında olan toplam 70 kız ergenin verileri değerlendirilmiştir. Kesitsel olarak DSM-5 Kişilik Envanteri Çocuk Formu-Kısa Versiyonu (KED-5-ÇKV) boyut puanları ile Beck Depresyon Envanteri (BDE) puanları arasındaki ilişki araştırılmış ve KED-5-ÇKV özellikleri BDE kesme değerlerine göre belirlenen depresyon şiddeti grupları arasında karşılaştırılmıştır. Depresyon şiddeti ile KED-5-ÇKV toplam puanları arasında saptanan pozitif korelasyon, kişilik psikopatolojileri açısından yüksek riski göstermektedir. Bazı alt boyut puanlarının da BDE puanlarıyla ilişkili saptanması bu olguların, başta Borderline Kişilik Bozukluğu (KB) olmak üzere, birçok KB açısından riskli durumda olduklarını göstermektedir. Saptanan belirgin düşük Karşıtlık puanları ise daha önce yazında belirtilmemiş bir bulgudur ve gelişebilecek Kaçıngan KB riskini gösteriyor olabilir. Çalışmamızın sonuçları KED-5-ÇKV’nin; kişilik özelliklerinin değerlendirilmesi ve boyutsal kişilik özelliklerinin psikiyatrik tanı ve tedavi sürecine dahil edilmesi kapsamında oldukça etkin olduğunu göstermektedir. Bu alanda daha belirgin sonuçlara ulaşmak için hem kız hem erkeklerden oluşan ve kontrol grubu içeren çalışmalara ihtiyaç vardır.


Original Article

Neuroethological study of alcl3 and chronic forced swim stress ınduced memory and cognitive deficits in albino rats

Turkish Title : Albino ratlarda alcl3 ve kronik zorlu yüzme stresine bağlı bellek ve bilişsel bozulmaların nöroetolojik çalışması

Rafi Hira,Rafiq Hamna,Khan Ruba,Ahmad Fahad,Anis Javaria,Farhan Muhammad
JNBS, 2019, 6(2), p:149-158

DOI : 10.5455/JNBS.1558487053

Memory disorders could be caused due to occurrence of various neurological disorders including strokes, neurodegenerative diseases, trauma, anxiety or depressive disorders. Aluminium is a well-known neurotoxicant and is associated with several neurodegenerative diseases that caused memory deficits and CNS functional impairments related to memory and learning whereas chronic forced swim stress affects learning abilities and impaired various brain regions such as prefrontal cortex and hippocampus which are involved in memory and learning processes. 36 male Albino wistar rats were divided into three groups: a) water (p.o.) control, b) AlCl3 (100 mg/kg bodyweight) (i.p.) test I and c) forced swim stress (20 oC, 10 minutes) test II for 14 days. Behaviors were assessed in Light/Dark transition Box, Open Field Test, Novel Object Recognition Test (NOR), T Maze Test and Morris Water Maze Test. Body weight and food intake were observed weekly. Animals administered with AlCl3 and FSS revealed reduced body weight and food intake while decreased total numbers of square crossed with greater latency to move in open field test and reduced time spent and entries in bright area of light/dark box. Deficient spatial memory in Morris water maze and T maze test and reduced discrimination index along with decreased duration of interactions with novel object in NOR test were observed in learning and memory tests. Present study determines that AlCl3 and FSS treatment could induce memory and cognitive impairment that lead to behavioral deficits and various other psychopathologies.

Bellek bozuklukları; inme, nörodejeneratif hastalıklar, travma, anksiyete veya depresif bozukluklar dahil olmak üzere çeşitli nörolojik bozuklukların ortaya çıkmasından kaynaklanabilir. Alüminyum iyi bilinen bir nörotoksiktir ve hafıza ve öğrenmeyle ilgili Santral Sinir Sistemi işlevsel bozukluklarına neden olan çeşitli nörodejeneratif hastalıklar ile ilişkilendirilir. Kronik zorlu yüzme stresi, prefrontal korteks ve hipokampus gibi öğrenme ve bellek süreçlerinde görev alan beyin bölgelerini etkiler. Bu araştırmada 36 erkek albino wistar rat üç gruba ayrılmıştır: Grup I: Kontrol (Su p.o.), Grup II: AlCl3 (vücut ağırlığına göre 100 mg / kg) (i.p.) testi I ve Grup III: zorlu yüzme stresi (20 oC, 10 dakika) 14 gün boyunca test II. Davranışlar Açık / Koyu Geçiş Kutusu, Açık Alan Testi, Yeni Nesne Tanıma Testi (NOR), T Labirent Testi ve Morris Su Labirent Testi’nde değerlendirilmiştir. Vücut ağırlığı ve besin alımı haftada bir gözlenmiştir. AlCl3 ve Zorlu Yüzme Testi uygulanan deneklerde vücut ağırlığı ve gıda alımının azaldığı, açık alan testinde hareket etmek öncesi daha uzun gecikme süresi kullandığı, geçilen kare sayısının azaldığı, açık / koyu kutuların aydınlık alanlarına girişlerin sayısının ve alanda geçirilen sürenin azaldığı ortaya konmuştur. Öğrenme ve bellek testlerinde Morris su labirentinde ve T labirent testinde uzamsal bellekte bozulma, Yeni Nesne Tanıma testinde yeni nesneyle etkileşimin süresinde azalma ve ayırt etme endeksinde azalma gözlenmiştir. Bu çalışma AlCl3 ve Zorlu Yüzme Testi uygulamalarının davranışsal bozukluklar ya da diğer psikopatolojilere yol açabilecek olan bellek kusurları ve bilişsel bozulmalar ilişkili olabileceğini göstermektedir.


Original Article

Investigation of bipolar disorder prevalence in the first degree relatives of cases with manic switch during an antidepressant treatment

Turkish Title : Antidepresan tedavi sırasında ortaya çıkan mani vakalarının birinci dereceden akrabalarında bipolar bozukluk sıklığının araştırılması

Oğuz Tan
JNBS, 2019, 6(1), p:1-5

DOI : 10.5455/JNBS.1540900897

It is argued that those patients who switch to mania under antidepressant therapy are prone to bipolar disorder and that there is a category of mood disorders called as “bipolar III”. If clinical relevance of this category that is not included in official nosologies testified, the diagnostic and therapeutic approach to mood disorders may change. To test this hypothesis, we screened for bipolar I disorder among 138 first-degree relatives of 24 patients who had switched to mania under antidepressant therapy because of unipolar depression and then compared this figure with that among 135 first-degree relatives of 24 patients having documented bipolar I disorder. Regarding the frequency of bipolar I disorder within the family, we found no significant difference between the case and the control groups. The fact that the family history regarding bipolar I disorder among those who switched to mania under antidepressant therapy did not differ significantly from that among the control subjects suggest a genetic susceptibility to bipolarity among the cases. Our findings verify the concepts of “soft bipolarity” and “bipolar III.

Antidepresan kullanırken maniye giren hastaların bipolar bozukluğa yatkınlık taşıyan kişiler oldukları savunulmakta, “bipolar III”olarak adlandırılan bir duygudurumu bozukluğu kategorisinin varlığından söz edilmektedir. Tanı sınıflama sistemlerine girmemişbu kategorinin klinik geçerliliğinin kanıtlanması, duygudurumu bozukluklarına tanı ve tedavi yaklaşımını etkileyebilir. Bu hipotezisınamak amacıyla ünipolar depresyon nedeniyle antidepresan kullanırken maniye giren 24 vakanın 138 birinci dereceden akrabasındave bipolar I bozukluğu olduğu belgelenmiş 24 kontrol deneğinin 135 birinci dereceden akrabasında bipolar I bozukluğu görülme sıklığıkarşılaştırıldı. Vaka ve kontrol grupları arasında ailevi yüklülük açısından anlamlı farklılık bulunmadı. Antidepresan kullanırkenmaniye giren unipolar depresyon hastalarının ailelerinde bipolar bozukluk sıklığının kontrollerden anlamlı farklılık göstermemesi, bukişilerde bipolariteye genetik yatkınlık bulunduğunu desteklemektedir. Bulgularımız “yumuşak bipolarite” ve “bipolar III” kavramlarınıdoğrulamaktadır.


Original Article

Autistic symptoms in children with attention deficit hyperactivity disorder

Turkish Title : Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda otistik belirtiler

Esra Kaya-Bozkurt,Mustafa Celik,Aysun Kalenderoglu,Ali Kustepe,Mehmet Hamdi Orum,Sukru Uguz
JNBS, 2019, 6(1), p:6-11

DOI : 10.5455/JNBS.1541518052

The aim of this study is to detect the prevalence of autistic symptoms of children with attention deficit hyperactivity disorder (ADHD) using Autism Behavior Checklist (ABC). The sample of this study included 51 children (42 males, 9 females) at 8-18 ages diagnosed with ADHD in psychiatry and child psychiatry clinics of University Research and Education Hospital between 01/03/2016 - 31/05/2016 and 58 controls (48 males, 10 females) without ADHD with similar age, sex, and education features. Results showed higher results for children with ADHD in total ABC scale and all of its 5 subscales than children without ADHD  (p<0.001).  The rate of ADHD diagnosis in first degree relatives of children with ADHD was significantly higher than relatives of the control group (p<0.001). Another finding of the study was lower employment rate in the mothers of the ADHD children compared with the mothers of the control children (p=0.023). The most important finding of this study was that in the patient group, the score of the ABC scale and the score of each subscale were significantly higher than the control group. This conclusion suggests that children with ADHD may have symptoms that may disrupt social functions such as communication problems. It also points out that children with ADHD should be addressed in this respect too.

Bu  çalışmanın  amacı,  Dikkat  Eksikliği  Hiperaktivite  Bozukluğu  (DEHB)  olan  çocuklarda  otistik  belirtilerin  yaygınlığının  Otizm Davranış Kontrol Listesi (ABC) ile araştırılmasıdır. Araştırmanın örneklemini, Üniversitemiz Eğitim ve Araştırma Hastanesi psikiyatri ve  çocuk  psikiyatri  polikliniğine  01/03/2016-  31/05/2016  tarihleri  arasında  başvuran  8-18  yaş  aralığındaki  DEHB  tanısı  almış  42 erkek, 9 kız olmak üzere 51 kişi ve yaş, cinsiyet, eğitim düzeyi bakımından benzer olan, DEHB olmayan 48 erkek, 10 kız olmak üzere 58 kişi oluşturmaktadır. Elde edilen bulgularda DEHB’li bireylerin ABC ölçeğinden almış oldukları toplam ölçek puanı ve alt ölçek puanları DEHB’li olmayan bireylere kıyasla daha yüksek bulunmuştur (p<0.001). DEHB’li bireylerin birinci derece akrabalarında DEHB görülme olasılığı kontrollere kıyasla daha yüksek bulunmuştur (p<0.001). Elde edilen başka bir bulgu ise; çalışmamıza dâhil edilen DEHB’li çocukların annelerinin kontrol grubu annelerine kıyasla daha az çalıştığı tespit edilmiştir (p=0.023). Bu çalışmanın en önemli bulgusu hasta grubunda ABC ölçeğinin toplam puanı ve alt ölçeklerin her birinin puanının kontrol grubuna göre anlamlı olarak yüksek çıkmasıdır. Bu sonuç, DEHB’li çocuklarda iletişim sorunları gibi sosyal işlevleri bozabilecek belirtiler olabileceğini düşündürmektedir. DEHB’li çocukların bu açıdan da ele alınması gerektiğine işaret etmektedir.


Original Article

The experimental effects of acute exercise intensity on episodic memory and working memory function

Turkish Title : Akut egzersiz yoğunluğunun epizodik bellek ve çalışma belleği işlevi üzerindeki deneysel etkileri

Tillman Brianna,Loprinzi Paul D.
JNBS, 2019, 6(1), p:12-20

DOI : 10.5455/JNBS.1548862320

The purpose of this study was to evaluate the potential intensity-dependent effects of acute exercise on episodic memory and working memory capacity. A counterbalanced, randomized controlled, within-subject design was employed (N=20; Mage=20.8 yrs). The three counterbalanced visits included a control visit, moderate-intensity exercise (40% of HRR) and high-intensity exercise (70% of HRR). Episodic memory was assessed from a word-list task, including an immediate and delayed (20-min delay) assessment. Working memory capacity was assessed from the Brown-Peterson task. Immediate episodic memory recall was similar across the three conditions (8.5-8.7 words). However, for the 20-min delay period, the high-intensity exercise condition had a higher word recall score than the two other conditions (5.7 vs. 4.9). For the working memory task, there was a statistically significant main effect for condition (F=4.3, P=0.02, η2p=0.18), main effect for delay period (F=30.6, P<0.001, η2p=0.61), and condition x delay period interaction effect (F=2.97, P=0.01, η2p=0.14); the high-intensity exercise condition was optimal in enhancing working memory capacity. In conclusion, we provide evidence that acute high-intensity aerobic exercise is optimally associated with working memory capacity, with suggestive evidence that it is also more optimally associated with episodic memory function.

Bu çalışmanın amacı akut egzersizin epizodik bellek ve işleyen bellek üzerindeki yoğunluk bağımlı etkisini incelemektir. Bu amaçla eşleştirilmiş, sırası dengelenmiş, rastgele kontrollü bir araştırma dizaynı oluşturulmuştur (N=20; Mage=20.8 yıl). Bu 3 adet sırası dengelenmiş değerlendirmeler, kontrol ziyareti, orta yoğunlukta egzersiz (40% of HRR) ve yüksek yoğunluklu egzersizdir (70% ofHRR). Epizodik bellek bir kelime listesi üzerinden anlık ve beklenmiş değerlendirme ile test edilmiştir. İşleyen bellek ise Brown-Peterson testi ile değerlendirilmiştir. Sonuçlarda anlık epizodik bellek geri çağırma süreçleri üç durum arasında benzerlik arz etmektedir (8.5-8.7 kelime). Ancak, 20 dakika sonraki uzamış dönemde yüksek yoğunluklu egzersiz durumunun diğer iki duruma kıyasla daha yüksek seviyede kelime geri çağırma ile sonlandığı tespit edilmiştir (5.7 vs. 4.9 kelime). İşleyen bellek testi ise, anaetki için durumlar arasında anlamlı ilişki bulunmuş (F=4.3, P=0.02, η2p=0.18), beklemenin ana etkisi anlamlı (F=30.6, P<0.001,η2p =0.61), ve durum X bekleme süreleri ilişkisinin yine anlamlı olduğu bulunmuştur (F=2.97, P=0.01, η2p=0.14); buna göre yüksek yoğunluklu egzersiz işleyen bellek kapasitesini arttırmakta en uygun durum olarak saptanmıştır. Sonuç olarak, bu çalışma akutyüksek yoğunluklu egzersizin işleyen bellek ve epizodik bellek kapasitesini optimize etmekte başarılı olduğu gösterilmiştir.


Original Article

The evaluation of caregiver burden of elderly psychiatric patients

Turkish Title : Yaşlı psikiyatrik hastalara bakım verenlerin yükünün değerlendirilmesi

Murat Eren Özen,Mehmet Bertan Yılmaz
JNBS, 2019, 6(1), p:21-27

DOI : 10.5455/JNBS.1548016538

The number of studies evaluating caregivers in the elderly psychiatric population is insufficient. This study aims to determine the caregiver burden and related factors in elderly psychiatric patients’  caregivers.  This is a descriptive cross-sectional study.  The study was carried out on caregivers who applied to Private Adana Hospital psychiatry clinic. The study included 230 caregivers of psychiatric elderly patients (≥60  years).  Demographics questionnaire form (for  the elderly and caregivers) and the Zarit  Burden  Interview  were used to collect data.  Independent t-test, analysis of variance  (ANOVA)  and  Scheffe  post-hoc test were used for statistical analysis. Caregivers’ burden had a meaningful association with the type of psychiatric disorder in elder patients (p=0.005). Post-hoc test showed caregivers’ burden was higher in caring for schizophrenic patients and then obsessive-compulsive, bipolar disorder,  depression,  and anxiety disorders,  respectively.  The results denoted that caregiving hours per week  (p=0.003) and additional psychiatric patients number in the family (p=0.004) had an association with caregiving burden. Results showed that greater caregiving hours/week was associated with a higher caregiving burden. It is seen that caregiving hours, type of the patient’s mental illness and presence of an additional psychiatric patient in a family increases the burden of the caregiver. Caregivers’ high care burden can overshadow the quality of care the psychiatric elderly patients and expose the caregivers’ psychological health to danger.

Yaşlı psikiyatrik popülasyondaki bakıcıları değerlendiren çalışmaların sayısı yetersizdir. Bu çalışma yaşlı psikiyatri hastalarının bakım verenlerinde bakıcı yükünü ve ilişkili faktörleri belirlemeyi amaçlamaktadır. Tanımlayıcı kesitsel bir çalışmadır. Çalışma, Özel Adana Hastanesi psikiyatri polkliniğine ayaktan başvuran psikiyatrik yaşlı hastalara (≥60yaş) bakım veren 230 kişi üzerinde yapıldı.  Demografik  anket  formu  (yaşlılar  ve  bakım  verenler  için)  ve  Zarit  Bakım  Yükü  Ölçeği  verileri  toplamak  için  kullanıldı. İstatistiksel  analiz  için  bağımsız  t-testi,  varyans  Analizi  (ANOVA)  ve  Scheffe  post-hoc  testleri  kullanıldı.  Bakım  verenlerin  yükü, yaşlı hastalarda psikiyatrik bozukluk tipi ile anlamlı bir ilişki göstermiştir (p=0.005). Post-hoc testi bakıcıların yükünün şizofreni hastalarına bakım yapmada sırasıyla obsesif-kompulsif, bipolar bozukluk, depresyon ve anksiyete bozukluklarından daha yüksek olduğunu göstermiştir. Sonuçlar, saatte/haftada saat verilen bakımın (p=0.003) ve ailedeki ek psikiyatrik hasta sayısının (p=0.004) bakım yükü ile ilişkili olduğunu göstermiştir. Bakım saatlerinin, hastanın ruhsal hastalık türü ve ailede ek bir psikiyatri hastasının varlığının bakıcının yükünü arttırdığı görülmektedir. Bakım verenlerin yüksek bakım yükü, psikiyatrik yaşlı hastaların bakım kalitesini düşürebilir ve bakıcıların psikolojik sağlığını tehlikeye maruz bırakabilir. Bu nedenle, yükü azaltmak ve hastaların aileleri gibi gayri resmi bakıcılar tarafından uzun vadeli bakım kalitesini artırmak için toplum odaklı müdahalelerin gerekli olduğu görülmektedir.


Original Article

Can comorbid bipolar disorder be associated with atypical depression in patients with social anxiety disorder ?

Turkish Title : Sosyal anksiyete bozukluğu hastalarında bipolar bozukluk ektanısı atipik depresyon ile ilişkili olabilir mi?

Ava Şirin Tav,Tonguç Demir Berkol,Yusuf Ezel Yıldırım,Hanife Yılmaz,Zengibar Özarslan,Habib Erensoy
JNBS, 2019, 6(1), p:28-32

DOI : 10.5455/JNBS.1540228690

Social anxiety disorder (SAD) is one of the most common psychiatric disorders and frequently co-exists with other psychiatric conditions, primarily with mood disorders. MD is the most common psychiatric comorbidity in patients with SAD, and the association of anxiety disorders and bipolar disorder with atypical depression, which is included in diagnostic guidelines for MD as a subgroup, has been well established. The present study aims to determine if SAD patients with comorbid atypical depression or bipolar disorder show differences in terms of symptomatology and disease course compared to SAD patients without bipolar disorder. We hypothesize that social phobia patients may have subgroups within themselves and the processes of these subgroups may be different from those of known SAD patients. In this study a retrospective chart review was performed for patients who had applied to the Psychiatry Outpatient Unit, Kartal Research and Training Hospital, during a 7-month period in 2018. The study had a retrospective design. A total of 82 patients diagnosed with Social Anxiety Disorder based on a SCID-I interview for DSM-IV were included in the study. Of the 82 SAD patients, 16 patients (19.5%) had also co-existing BPD. All SAD patients with comorbid BPD had at least one major depressive episode history, while 15 (93.7%) SAD patients with comorbid BPD exhibited atypical features in at least one episode. Thus, we identified an association between SAD/BPD and atypical depression and discussed the importance of this co-occurrence in terms of clinical evaluation.

Sosyal Anksiyete Bozukluğu (SAB) en yaygın görülen psikiyatrik rahatsızlıklardan biri olup başta duygudurum bozuklukları olmak üzere diğer psikiyatrik hastalıklarla ile sıklıkla birlikte görülmektedir. SAB olan kişilerde Major Depresyon (MD) görülme sıklığının yüksek olması her iki hastalığa bağlı antidepresan kullanımına yaygınlığına sebep olmaktadır. SAB’na en sık eşlik eden psikiyatrik rahatsızlık  olan  MD  tanı  kılavuzlarında  bir  alt  grubu  olarak  belirlenen  Atipik  Depresyonun  daha  önceki  çalışmalarda  Anksiyete Bozuklukları ve Bipolar Bozukluk (BPB) ile olan ilişkisi ortaya konulmuştur. Atipik Depresyonun SAB ile de komorbid olarak daha sık görüldüğünü belirten yayınlar olmakla birlikte bu birlikteliğin Atipik Depresyonun tanı kriterlerinden olan “başkaları tarafından kabul  görmemeye  duyarlılık”ın  SAB’ndaki  psikopatolojinin  temelinde  de  yer  almasının  rol  oynadığı  düşünülmektedir.  SAB’na komorbid olarak BPB sıklığındaki yükseklik hastalık seyri ve tedavi düzenlenmesi açısından daha dikkatli olmayı gerektirmektedir. Bu çalışmaya alınan kişiler; Kartal Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniği’ne 2018 yılı içinde, 7 ay boyunca ayaktan takip edilen poliklinik hastaları arasından dosya taraması şeklinde alınmıştır. Çalışmamız retrospektif olarak yapılmıştır. Çalışmaya alınan  kişilere,  klinik  görüşme  (SCID-I)  ile  DSM-IV’e  göre  Sosyal  Anksiyete  Bozukluğu  tanısı  almış  82  kişi  dâhil  edilmiştir. Çalışmamızda  SAB  ile  BPB  birlikteliği  araştırılmış  olup,  depresif  epizodların  BPB  eşlik  eden  hastalarda  daha  fazla  olmak  üzere çoğunlukla Atipik özellik taşıdığı saptanmıştır. SAB-BPB ve Atipik Depresyon ilişkisi ortaya konulmuş olup bu birlikteliğin sebepleri klinik değerlendirmedeki önemi tartışılmıştır.


Original Article

Executive functions in mood disorders

Turkish Title : Duygudurum bozukluklarında yürütücü işlevler

Eylem Özten
JNBS, 2019, 6(1), p:33-38

DOI : 10.5455/JNBS.1540400253

There are few studies comparing neurocognitive changes in mood disorders. In dysthymic disorder the severity of the disease is lower as compared to the major depressive disorder however, there are differences in cognitive processes due to the long duration of the disease. In this study, the effects of major depressive and dysthymic disorders on attention, memory, learning, and executive functions were compared. Forty-two patients with major depressive disorder and 42 patients with dysthymic disorder were included in the study. Two groups were taken in terms of age, gender and education level by group mapping. In the study Wisconsin CardSorting Test, Wechsler Memory Scale Improved Form, Number Sequence Learning Test, Marking Test, Line Direction Test, LondonTower Tests were conducted. The findings show that there are differences in major depressive disorder and dysthymic disorder group in terms of cognitive functions. The findings suggest that the duration of the disease has an impact on cognitive functions. Further studies are needed to investigate cognitive functions in disorders such as dysthymia with a chronic course.

Duygudurum bozukluklarında nörobilişsel değişiklikleri karşılaştıran az sayıda çalışma vardır. Distimik bozukluğun, majör depresifbozukluğa oranla hastalık şiddetinin az olması yanı sıra hastalık süresinin uzun olması nedeni ile bilişsel süreçlerde farklılıklar izlenebilmektedir. Bu çalışmada, majör depresif ve distimik bozukluğun dikkat, bellek, öğrenme, yürütücü işlevlere etkileri karşılaştırılmıştır. majör depresif bozukluk tanısı alan 42 hasta ve distimik bozukluk tanısı alan 42 hasta çalışma kapsamına alınmıştır. İki grup yaş, cinsiyet, eğitim seviyesi açısından grup eşleme yöntemi ile alınmıştır. Çalışmada Wisconsin Kart EşlemeTesti, Wechsler Bellek Ölçeği geliştirilmiş Formu, Sayı Dizisi Öğrenme Testi, İşaretleme Testi, Çizgi Yönünü Belirleme Testi,Londra Kulesi testleri yapılmıştır. Elde edilen bulgular bilişsel işlevler açısından majör depresif bozukluk ile distimik bozuklukgrubunda farklıklar olduğu yönündedir. Bulgular bilişsel işlevler üzerinde hastalığın süresinin etkisi olduğunu düşündürmektedir.Bu nedenle kronik seyir gösteren distimi gibi bozukluklarda bilişsel işlevlerin incelendiği daha çok çalışmaya ihtiyaç bulunmaktadır.


ISSN (Print) 2149-1909
ISSN (Online) 2148-4325

2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.