JNBS
Üsküdar Üniversitesi

ARTICLES

Original Article

Determination of the anxiety- related SCC6A4 gene promoter S and L alleles in Turkish Soccer Players

Turkish Title : Sağlikli türk genç futbolcularda anksiyete ile ilişkili SCC6A4 geni promoter “s” ve “l” allellerini saptanmasi

Omer Ates,Ahmet Corak,Hamza Kulaksiz,Canan Sercan,Sezgin Kapici,Ipek Yuksel,Korkut Ulucan
JNBS, 2017, 4(3), p:95-98

DOI : 10.5455/JNBS.1503660850

Serotonin metabolizmasının en önemli üyelerinden biri, seratonini sinaptik boşluktan presinaptik nörona geri alan serotonin taşıyıcı proteindir (5HTT). Bu protein SLC6A4 geni tarafından kodlanır ve bu genin promotor bölgesinde ki fonksiyonel delesyon/ insersiyon mutasyonu, genin transkripsiyon hızına etki eder. “S” alleli genin kısa formu olarak adlandırılır ve günümüze kadar yapılan çalışmalar ile kaygı ile ilişkisini gösterilmiştir. Bu çalışmamızda SLC6A4 geninin 44 genç, başarılı ve sağlıklı Türk erkek futbolculardaki kısa (S) ve uzun (L) allel dağılımının belirlenmesi amaçlanmıştır. Genotipleme çalışması DNA izolasyonu sonrasında konvansiyonel polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile tamamlanmıştır. Analiz sonuçlarına göre futbolcuların 10’u (%23) LL, 25’i (%57) LS ve 9’u (%20) SS genotipinde bulunmuştur. Allelik dağılımlarında ise L alleli 45 (%51), S alleli ise 43 (%49) olarak bulunmuştur. SLC6A4 allellerinin dağılımı nöropsikiyatrik bozukluklar gösteren bireylerde ve sağlıklı bireylerde farklılık gösterdiği bildirilmiştir. Bu çalışma LL genotip ve L allelinin Türk profesyonel futbolcularda SS genotip ve S alleline oranla daha sık olduğunu gösteren ilk araştırma niteliğindedir.


Original Article

Maintenance treatment trends, therapeutic outcomes and their association with clinical features in remitted bipolar disorder

Turkish Title : Iyileşme dönemindeki bipolar bozuklukta sürdürüm tedavisi trendleri, sağaltim sonuçlari ve klinik özellikler ile ilişkisi

Tonguc Demir Berkol,Yasin Hasan Balcioglu,Hasan Mervan Aytac,Simge Seren Kirlooglu,Serkan Islam,Ilker Ozyildirim
JNBS, 2017, 4(3), p:99-105

DOI : 10.5455/JNBS.1502108448

İki uçlu bozuklukta uzun dönem tedavisine ilişkin kanıtlar yeterince tatmin edici değildir. İyilik döneminde başta lityum ve valproat olmak üzere, antipsikotik ve antikonvülzan ajanlar sürdürüm tedavisi seçeneklerindendir. Bu tedavilerle olumlu sonuçlar literatürde gösterilse de, farklı klinik özellikler gösteren hastaların farklı ajanlara yanıtlarına dair çalışmalar yetersizdir. Bu çalışmada, söz konusu ajanların duygudurum ataklarından koruyuculuğunu belirlemek ve daha uygun ilaç seçimi sağlamak için; ilaçların kullanım sıklıklarının, elde edilen yanıt düzeylerinin ve bunların klinik özellikler ile ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniği’nde izlenmekte olan yüz seksen altı bipolar bozukluk tanılı hasta çalışmaya alınmıştır. Hastaların tümüne SCID-I (Structured Clinical Interview for DSM-IV); uygulanmış; İki uçlu bozukluğa eşlik eden ek psikiyatrik tanılar saptanmıştır. Her iki hasta grubunun sosyodemografik ve klinik özelliklerini ve yaşam boyu farmakolojik tedavilerini değerlendiren yarı yapılandırılmış görüşme çizelgesi doldurulmuştur. Bu çizelgeler klinik görüşme ile yeniden değerlendirilmiş ve gözden geçirilmiştir. Hastaların sürdürüm tedavisinde %71 lityum, %44 antikonvülzan, %18 antipsikotik monoterapileri ve %23 lityum-antikonvülzan, %15 lityum-antipsikotik, %25 antikonvülzan-antipsikotik kombine tedavilerinin hastalığın herhangi bir döneminde kullanıldığı belirlenmiştir. Lityum monoterapisi alan hastaların %61’inin, antikonvülzan monoterapisi alan hastaların %62’sinin tedaviye yanıt verdiği saptanmıştır. Antikonvülzan-antipsikotik kombine sürdürüm tedavisi alan hastalarda daha yüksek yanıt oranı bulunmuştur. Evli olmak, psikotik belirtilerin yokluğu, mevsimsellik ve atakların hafif seyretmesi lityum tedavisine yanıtın öngörücüleri olarak saptanmıştır. cevap vermiştir. Erkek, boşanmış, intihar girişimi olan ve duygudurum ataklarında karma özelliğin baskınlığı antikonvulzan ilaçlara iyi yanıtın belirleyicileri olarak saptanmıştır. İki uçlu bozukluğa eşlik eden en sık ek psikiyatrik bozukluk obsesif-kompulsif bozukluk olarak saptanmıştır. İki uçlu bozuklukta nüksetme riskini en aza indirmek için etkin ve uygun sürdürüm tedavisinin belirlenmesi esastır. Lityum monoterapisi, sürdürümde en sık tercih edilen seçenek olsa da, antipsikotiklerin yer aldığı kombine tedavilerin etkin alternatifler olabileceği görülmektedir. Klinik özelliklerin ve tolerabilitenin göz önünde bulundurularak kişiselleştirilmiş tedavi seçeneklerinin planlanması önem arz etmektedir.


Original Article

Theory of mind abilities to attention deficit and hyperactivity disorder

Turkish Title : Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda zihin kurami becerileri

Ismail Yasir Kirtil,Pinar Vural,Halit Necmi Ucar
JNBS, 2017, 4(3), p:106-111

DOI : 10.5455/JNBS.1499934420

The purpose of this study is to investigate the children and adolescents diagnosed with Attention Deficit and Hyperactivity Disorder (ADHD), whether they have disorder in theory of mind abilities compared with the healthy control group. For the study as patient group we took 40 children aged 10-16 diognased with ADHD according to DSM-V in Uludağ University Child and Adolescent Psychiatry Policlinic, as control group we took 40 children admitted to our policlinic but receiving any psychiatric diagnosis. While sociodemographic characteristics of the patients were being evaluated with a detailed form; neuropsychological tests were implemented to investigate the intelligence development and theory of mind skills. To evaluate psychopathologies Kiddie-Sads Affective Disorders and Schizophrenia Schedule for School Age Children Present and Lifetime Version (Turkish) version (K-SADSPL) were implemented. The Hinting test, Eye Reading Test, Sally-Anne Test, Smarties Test, Chocolate Test, and Ice Cream Truck Test were applied to evaluate the mind theorists skills of the participants. No significant difference was found between the groups in the first level the theory of mind tests (p = 0,152). In the second level of theory of mind theory, the group with ADHD was found to have failed significantly (p = 0.002). The group with ADHD was also more unsuccessful in the eyes test with advanced the theory of mind test (p = 0.006). It has been found that there is deficit of theory of mind in ADHD. It has been concluded that the existence of the deficit of the theory of mind is required to be re-examined with new methods when diagnosing and treating

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) teşhisi konulan çocuk ve ergenlerin sağlıklı kontrol grubuna göre zihin kuramı becerilerinde bozukluk olup olmadığını araştırmaktır. Çalışmaya, Hasta grubu olarak Uludağ Üniversitesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi polikliniğinde DSM-V’e göre 40 DEHB tanısı alan 10-16 yaş grubu çocuk; kontrol grubu olarak ise polikliniğimize başvurmuş olup herhangi bir psikiyatrik tanı almayan 40 çocuk alınmıştır. Olguların sosyodemografik özellikleri ayrıntılı bir formla değerlendirilirken; zekâ gelişimi ve zihin kuramı becerilerini de araştırmak üzere nöropsikolojik testler uygulanmıştır. Psikopatolojileri değerlendirmek için Okul Çağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam boyu Versiyonu Türkçe uyarlaması (ÇDŞG-ŞY) uygulanmıştır. Çalışmaya katılanların zihin kuramı becerilerini değerlendirmek için Gözlerden Zihin Okuma Testi ve yanlış inanç testlerinden Sally-Anne Testi, Bonibon Testi, Çikolata Testi, Dondurma Kamyonu Testi uygulanmıştır. Gruplar arasında birinci düzey zihin kuramı testlerinde anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,152). İkinci düzey zihin kuramı testlerinde DEHB’li grubun anlamlı düzeyde başarısız olduğu bulunmuştur (p=0,002). İleri düzey zihin kuramı testi olan gözler testinde de DEHB’li olan grup daha başarısız olmuştur (p=0,006). DEHB’de zihin kuramı defisitinin var olduğu ve zihin kuramı defisitinin tanı koyma ve tedavi açısından mevcut yöntemlere ek olarak yeni yöntemlerle tekrar gözden geçirilmesinin gerekli olduğu sonucuna varılmıştır.


Original Article

A comparative study of employed and unemployed married women in the context of marital satisfaction, self-esteem and psychological well-being

Turkish Title : Çalişan ve çalişmayan evli kadinlarin evlilik doyumu, özgüven, psikolojik iyilik hali bakimindan karşilaştirilmasi

Eda Yilmazer,Gokben Hizli Sayar
JNBS, 2017, 4(3), p:112-115

DOI : 10.5455/JNBS.1499798571

The aim of the present investigation is to compare self-esteem, marital satisfaction, marital life and psychological well-being among employed and unemployed married women. The sample of the present study consisted of 51 employed and 41 unemployed married women. Rosenberg self-esteem scale, psychological well-being scale, marital life scale, marriage satisfaction scale were administered to all participants. The data was analyzed using pearson correlation, spearman analyze, t-test, mann-whitney u test, ki-square test, one way and multi-way variance analysis in SPSS-23 program. The results are discussed and conclusion of the study is below. The main findings showed that there was a significant difference between employed and unemployed married women marriage satisfaction and marriage life quality and also self-esteem rates vary depending on the income of the family.

Araştırmanın amacı evli çalışan ve çalışmayan kadınların benlik saygıları, evlilik doyumları, evlilik yaşamları ve psikolojik iyi oluş düzeyleri arasındaki farkın belirlenmesidir. Yapılan araştırmanın örneklemini 51 çalışan ve 41 çalışmayan evli kadın oluşturmaktadır. Araştırma kapsamında katılımcılara Rosenberg benlik saygısı ölçeği, psikolojik iyi-oluş ölçeği, evlilik yaşam ölçeği ve evlilik doyum ölçeği uygulanmıştır. Veriler pearson korelasyon, spearman korealasyon analizi, t-test, mann whitney u testi, ki-kare testi, tek ve çift yönlü varyans analizi kullanılarak SPSS -23 programı kullanılarak çalışılmıştır. Sonuçlar aşağıda açıklanmıştır. Araştırmanın ana bulgusu göstermiştir ki; çalışan ve çalışmayan kadınların evlilik doyumları ve evlilik yaşamları arasında belirgin fark vardır. Çalışmaya katılan kadınların Benlik saygısı düzeyleri aile gelir düzeyine göre farklılık göstermiştir.


Original Article

Health care providers-psychiatric profile of carers after a hiatus of ten years of a devastating pakistan earthquake

Turkish Title : Sağlik çalişanlari-Yikici Pakistan depreminden 10 yil sonrasinda bakicilarin psikiyatrik profilleri

Muhammad Sami Bilal,Beenish Sami,Fatima Taufeeq
JNBS, 2017, 4(3), p:116-121

DOI : 10.5455/JNBS.1495568155

Disasters are known to change people’s lives, both victims and their carers. Rescue and relief workers are also significantly affected by the psychological consequences of disasters. To assess the psychological impact of 8th Oct 2005 earthquake of Pakistan on the health care providers who worked in the affected areas. A group of health care providers who worked in the disaster affected areas for 6 months, belonging to the Armed Forces were approached through the heads of their organizations after a lapse of this time period. Since there is a central computerized record of all the personnel who worked in the relief work, it was relatively easy to track down the participants who provided relief work in earthquake of Oct 2005. The participants were initially contacted on phone and then subsequently interviewed and asked to make responses to a battery of psychological instruments and questionnaires, designed to measure different psychosocial distresses and disorders at 10 years post-earthquake. The data collected was compared with an age and gender matched controls. The results showed General Health Questionnaire – 28 (GHQ-28) ‘Caseness’ in 79.3% of the cases, Impact of Events Scale (IES) measured psychological distress in 27.1% of the cases, Compassion Fatigue Questionnaire (CFQ) established emotional fatigue in 75% of cases and 68.3% of controls and poor Social Support was established in 15.2% of the exposed group. Moreover, the difference amongst the scores of Exposed Group and the Controls were statistically significant (p=0.04). The GHQ-28 positive cases showed high scores on IES (33.3% scored above the cut-off score) and CFQ (77.7% reported emotional fatigue) and poor scores on SSQ (17.8% reported unsatisfactory social support). Caregivers and relief workers are at risk of developing psychological distress and compassion fatigue in disaster situations. Inadequate logistics and more than 20 days of stay in the affected areas are associated with increased risk of traumatization that is palpable even after a period of 10 years. Adequate disaster management planning is necessary to facilitate performance of the relief workers and prevention of secondary traumatization

Felaketler hem insanların hem de onların bakıcılarının hayatlarını değiştirir. Kurtarma ve yardım görevlileri de felaketlerin psikolojik etkilerinden önemli ölçüde etkilenmektedirler. 8 Ekim 2005 tarihinde Pakistan’da gerçekleşen depremin, etkilenen bölgelerde çalışan sağlık çalışanları üzerindeki psikolojik etkisini değerlendirme amacı güdülmüştür. Felaketten etkilenen bölgede 6 ay boyunca çalışan Silahlı Kuvvetlerine ait olan bir grup sağlık görevlisi, görev süreleri geçtikten sonra örgütlerinin başkanları tarafından temasa geçildi. Yardım çalışmalarında çalışan tüm personellerin bilgisayara dayalı merkezi sistemde kayıtları olması nedeniyle, Ekim 2005 depreminde kurtarma çalışması yapan katılımcıların izini bulmak oldukça kolaydı. Katılımcılarla önce telefonla temasa geçildikten sonra röportaj yapılarak, deprem sonrası 10 yıl içinde oluşan farklı psikososyal sıkıntıları ve bozuklukları ölçmek için tasarlanmış bir dizi psikolojik araç ve ankete yanıt vermeleri istendi. Toplanan veriler yaş ve cinsiyete uygun verilerle karşılaştırıldı. Sonuçlara göre, Genel Sağlık Anketi’nde (GSA-28) grubun %79.3’ünde “Olgululuk”; Olayların Etkileri Ölçeği (IES) grubun %27.1’inde psikolojik stres tespit etmekle birlikte Merhamet Yorgunluğu Anketi’nde (CFQ) %75 duygusal yoksunluk sonucu ve maruz kalan grubun %15.2’sinde sosyal destek eksikliği sonucu çıkmıştır. Ayrıca, maruz kalmış grubun ve kontrollerin puanları arasındaki fark istatistiksel olarak belirgindi (p = 0.04). GSA-28 pozitif vakalar; IES’de yüksek puanlar (% 33.3 kopma sayısının üstünde) ve CFQ (% 77.7 duygusal yorgunluk bildirmiştir) ve SSQ’da kötü puanlar (% 17.8 yetersiz sosyal destek bildirmiştir) göstermiştir. Çalışanlar ve yardım görevlileri, afet durumlarında psikolojik sıkıntı ve merhamet yorgunluğu geliştirme riski altındadır. Yetersiz lojistik destek ve etkilenen bölgede 20 günden fazla kalış süresi, 10 yıllık bir dönemden sonra dahi görülebilen travma riski artışı ile ilişkilidir. Yardım görevlilerinin çalışmalarının kolaylaştırılması ve ikincil travmatizasyonun önlenmesi için yeterli afet yönetimi planlanması gereklidir.


Original Article

Addiction related DRD2 rs1800497 polymorphism distribution in volleyball players and bodybuilders

Turkish Title : Bağimlilikla ilişkili DRD2 rs1800497 polimorfizminin voleybolcular ve vücut geliştiricilerdeki dağilimlari

Ipek Yuksel,Sezgin Kapici,Canan Sercan,Hamza Kulaksiz,Tolga Polat,Gullu Turan,Korkut Ulucan
JNBS, 2017, 4(3), p:122-125

DOI : 10.5455/JNBS.1502377893

Günümüze kadar yapılmış olan araştırmalar, sporcuların genetik yapılarının atletik performanslarına olan katkılarını göstermiştir. Bu çalışmalar ile bilişsel yeteneklerin sporcuların atletik performanslarına etkilediğini ortaya koymasına rağmen, bilişsel yetenekler ve atletik performans ilişkisini ortaya koyan yeteri kadar genetik çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmamızda, beyin dopaminerjik sistemine ve atletik performansı üzerinde etkili olduğu bilinen dopamin reseptörü 2 rs1800497 polimorfizmini voleybol ve vücut geliştiricilerdeki bağlantısını araştırmayı amaçladık. Bu bağlamda, araştırmaya 9 kadın voleybolcu ve 15 aktif vücut geliştiricisi katılmıştır. Genotipleme için gerçek zamanlı PCR metodolojisi kullanılmıştır. Vücut geliştiricilerde A1A1, A1A2 ve A2A2 genotip ve frekansları sırasıyla 2 (13%), 1 (7%) ve12 (80%) olarak bulunmuştur. Çalışma grubumuzda ki tüm voleybol oyuncuları A2A2 genotipinde bulunmuştur. Çalışma grubumuzda bağımlılık ile ilişkili A1 allelinin voleybolcular ve vücut geliştiricilerinde daha az bulunduğu gözlemlenmiştir. Elde ettiğimiz sonuçlar, bizlere bilişsel sistemin atletik performans üzerine etkisinin poligenik veya multifaktöryel mekanizma ile açıklanabileceğini göstermiştir.


Original Article

Realiability and validity of Uskudar fear of missing out scale

Turkish Title : Üsküdar gelişmeleri kaçırma korkusu ölçeğinin geçerlilik vegüvenilirlik çalışması

Baris Metin,Ramazan Pehlivan,Nevzat Tarhan
JNBS, 2017, 4(2), p:43-46

DOI : 10.5455/JNBS.1494334674

Fear of Missing Out (FOMO) is an emerging concept related to internet and social media usage. FOMO is described as feelinganxiety when the person does not use social media. Studies showed that FOMO affects well-being negatively. In this study, weaimed to build a Turkish scale for measuring FOMO. For this, 31 items were prepared and in the final scale 22 items were retained.The reliability and validity measures were found to be adequate. For the future studies, we recommend to test the scale also withthe adolescent population and to explore the relationship between FOMO and well-being.

Gelişmeleri Kaçırma Korkusu (GKK) son yıllarda öne çıkan ve problemli internet-sosyal medya kullanımı ile ilişkili bir kavramdır.Özellikle genç bireylerde sosyal medya kullanılamadığı zamanlarda ortaya çıkan bir kaygı olarak tanımlanan GKK’nın çalışmalardaiyi oluşu da negatif yönde etkilediği bulunmuştur. Bu çalışmada Türkçe’ye orijinal bir GKK ölçeği kazandırılması amaçlanmıştır.Orijinal olarak 31 maddeyle hazırlanan ölçeğin yapılan analizler sonrası 22 maddesi son haline dâhil edilmiştir. Analizler sonucuölçeğin geçerlilik ve güvenilirliği yeterli düzeyde bulunmuştur. Gelecek çalışmalarda ölçeğin ergenlere de uyarlanması ve özellikleGKK ile iyi oluş arasındaki ilişkileri tespite yönelik çalışmaların artırılması tavsiye edilmekledir.


Original Article

EEG findings during flow state

Turkish Title : Akış durumunda EEG bulguları

Baris Metin,Ayse Kaya Goktepe,Bernis Kaya,Emin Serin,Cumhur Tas,Fatrmanur Dolu,Nevzat Tarhan
JNBS, 2017, 4(2), p:47-52

DOI : 10.5455/JNBS.1496152464

Flow state emerges when a person engages in autotelic activities, which are both enjoyable and challenging. While studies generally focused on qualitative data of flow state, a few were conducted on psychophysiological basis of it. Present study aimed to investigate EEG correlates of flow. Twenty participants preliminarily filled out Flow Short Scale Turkish Version and completed a ping-pong game at two levels (slow-boring and fast-flow) during EEG recording. The results revealed that theta power was significantly greater for all regions during flow condition compared to non-flow condition and delta power was significantly greater during flow on central and parietal regions. There is no difference between flow/non-flow conditions for coherence. A positive correlation was found between delta and theta powers and subscales scores of Flow Short Scale. The increases in these theta and delta frequency bands could be important indicators of flow state. The coherence results revealed that interhemispheric synchronization was not modified by flow. If confirmed with multiple tasks and in clinical groups, EEG correlates of flow state could be useful increase performance and well-being.

Akış, kişilerin zorlayıcıyken aynı zamanda eğlenceli olan ototelik aktiviteleri gerçekleştirmesi sırasında ortaya çıkar. Akış ile ilgiliçalışmalar genellikle kalitatif yöntemlere yoğunlaşırken, akışın psikofizyolojik temelleri üzerine çok az çalışma yapılmıştır. Buçalışma akışın nöral temellerini araştırmayı amaçlamaktadır. Çalışma kapsamında 20 katılımcı Akış Kısa Ölçeği Türkçe Versiyonutamamladıktan sonra, EEG kaydı süresince yavaş (sıkıcı) ve hızlı (akış) olmak üzere iki farklı seviyede ping-pong oyunu oynamışlardır.Sonuçlarına göre akış koşulunda akış olmayan koşula göre, teta gücü tüm bölgelerde daha yüksek ve delta gücü ise santral veparietal bölgelerde daha yüksektir. Koherans için koşullar arasında anlamlı bir farkında bulunamamıştır. Teta ve delta bantlarıile Akış Kısa Ölçeği alt ölçekleri arasında pozitif korelasyon saptanmıştır. Teta ve delta bandındaki artış akış durumunun önemligöstergeleri olabilir. Sonuçlar farklı paradigmalar ve hasta gruplarında tekrarlandığı durumda, akış durumunun elektrofizyolojiktemelleri performansı ve iyi oluş halini arttırmak için kullanılabilir.


Original Article

Identification of perceptions and thoughts that can create psychological resistance to insulin use in type 2 diabetes mellitus patients

Turkish Title : Tip 2 diabetes mellituslu hastalarda insülin kullanımına psikolojikdirenç oluşturabilecek algı ve düşüncelerin saptanması

Ebru Kirli,Tonguc Demir Berkol,Hasan Mervan Aytac,Huseyin Yumrukcal,Habib Erensoy,Guliz Ozgen
JNBS, 2017, 4(2), p:53-62

DOI : 10.5455/JNBS.1497104734

Diabetes Mellitus (DM) is chronic, metabolic disease characterized by hyperglycemia. It has been widely observed that large proportion of patients show psychological resistance to the initiation of insulin treatment, and as a result they are exposed to many complications of diabetes. It was aimed to identify the perceptions and beliefs that cause psychological insulin resistance among Type 2 DM diagnosed patients, to determine relationship between sociodemographic data and these perceptions & beliefs. In research, 120 patients diagnosed with type 2 DM were included followed by outpatient clinic of Bursa Þevket Yýlmaz State Hospital Internal Medicine Unit. Patients were evaluated with socio-demographic information form, diabetes-related problem areas scale (PAID), insulin treatment assessment scale (ITAS), state and trait anxiety inventory (STAI), beck depression inventory (BDI). The average PAID score of patients is 63.75±13.88, BDI scores: 15.16±8.25, State Anxiety Inventory (SAI) subscale scores: 41.96±3.74, Trait Anxiety Inventory (TAI) subscale scores: 46.80±5.52. Correlation was found between age, duration of diabetes, sex, marital status, education level, employment status, type of treatment, the level of importance of blood sugar regulation, the difficulty level of blood glucose adjustment,complications, currently treatment for depression and certain items of ITAS. Similarly, relationship was found between certain items of ITAS and total PAID scores, SAI subscale scores, TAI subscalescores. As a result, it has been found that patients have psychological resistant to start insulin therapy and this is caused by large number of negative perceptions and thoughts. Cognitive interventions for perceptions and thoughts can reduce psychological resistance to insulin therapy.

Diyabetes Mellitus (DM), hiperglisemi ile karakterize, kronik, metabolik bir hastalıktır. Hastaların büyük bir bölümünün insülin tedavisinebaşlamaya psikolojik anlamda direnç gösterdiği yaygın olarak gözlemlenmekte, bu nedenle de diyabetin birçok komplikasyonuna maruzkaldıkları görülmektedir. Tip 2 DM tanısı almış hastalar arasındaki psikolojik insülin direncine neden olan algı ve inançları saptamak,bu düşünce ve algıların sosyodemografik verilerle ilişkisini belirlemek amaçlanmıştır. Araştırmaya, Bursa Şevket Yılmaz DevletHastanesi Dâhiliye Birimi Diyabet Polikliniğinden takip edilen Tip 2 DM tanılı 120 hasta dâhil edilmiştir. Hastalar; sosyodemografik bilgiformu, diyabetle ilgili sorunlu alanlar ölçeği (DİSA), insülin tedavisini değerlendirme ölçeği (İTAS) ile değerlendirilmiştir. Olguların%65’i (n=78) kadın, %35’i (n=42) erkektir. Olguların DİSA puanları ortalama 63.75±13.88, BDO puanları 15.16±8.25, DKÖ puanları41.96±3.74, SKÖ puanları ise 46.80±5.52’dir. ITAS’ın bazı maddeleri ile yaş, diyabet süresi, cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi,çalışma durumu, tedavi çeşidi, kan şekeri ayarlamanın önem düzeyi, kan şekerini ayarlamada güçlük çekme düzeyleri, komplikasyongelişme durumu, şuan depresyon tedavisi alma durumu arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Benzer şekilde bazı ITAS maddeleri ileDISA toplam puanı, DKÖ puanı ve SKÖ puanı arasında ilişki olduğu gözlenmiştir. Sonuç olarak hastaların insülin tedavisine başlamayapsikolojik direnç gösterdikleri, bu direncin çok sayıda olumsuz algı ve tutumlardan kaynaklandığı bulunmuştur. Algı ve düşüncelereyönelik kognitif müdahaleler insülin tedavisine olan psikolojik direnci azaltabilir


Original Article

Childhood mental trauma in adult obsessive compulsive disorder patients

Turkish Title : Erişkin obsessif kompulsif bozukluk tanılı hastalardaçocukluk çağı ruhsal travmaları

Salih Kivilcim,Habib Erensoy,Hasan Mervan Aytac
JNBS, 2017, 4(2), p:63-71

DOI : 10.5455/JNBS.1497554400

Obsessive Compulsive Disorder (OCD) is a mental disorder characterized by obsessions and/or compulsions. Athough some epidemiological studies take part in literature, which claim that traumatic life events in childhood ages are observed more in patients with OCD compared to healthy population, the number of these studies is limited.In this study it is aimed to compare OCD patients with healthy volunteers in terms of traumatic life events in childhood ages. With 25 consecutive patients who are diagnosed as OCD and whose treatment continues, 25 healthy controls equivalented in terms of sociodemographic features are icluded in the study. Sociodemographic Data Form, Childhood Age Trauma Quarter (CTQ) and Maudley Obsessive Compulsive Question List (MOCQL) are applied to the participants. Significance Value in statistical level is accepted as p< 0,05. In OCD patient group, CTQ scores are found high in statistical level compared to healthy controls.It has been determined that there is a significant relationship between total score of MOCQL slowness subscale scores, subscalescores of sexual and emotional abuse, MOCQL rumination subscale scores and CTQ sexual abuse scores. Compared to healthy controls,more findings of traumatic life event in childhood age are observed within OCD patients.

Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB), obsesyon ve/veya kompulsiyonlar ile karakterize ruhsal bir bozukluktur. OKB hastalarındaçocukluk çağı travmatik yaşam olaylarının sağlıklı nüfusa göre daha fazla olduğunu ortaya koyan epidemiyolojik çalışmalar,literatürde yerini almasına rağmen bu çalışmaların sayısı sınırlıdır. Bu çalışmada OKB hastaları ile sağlıklı gönüllülerin çocuklukçağı travmatik yaşam olayları açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. OKB tanısı almış ve tedavileri devam eden 25 ardışıkhasta ile sosyodemografik özellikler açısından denkleştirilmiş 25 sağlıklı kontrol çalışmaya alındı. Katılımcılara SosyodemografikVeri Formu, Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği (CTQ) ve Maudley Obsesif Kompulsif Soru Listesi (MOKSL) uygulandı. İstatistikseldüzeyde anlamlılık değeri p<0,05 olarak kabul edildi. OKB hasta grubunda sağlıklı kontrollere göre CTQ puanları istatistikseldüzeyde yüksek bulundu. MOKSL yavaşlık alt ölçeği puanlarının CTQ toplam puanı, cinsel istismar ve duygusal istismar alt ölçekpuanları ve MOKSL ruminasyon alt ölçeği puanlarının CTQ cinsel istismar puanları ile anlamlı düzeyde ilişkili olduğu belirlendi.OKB hastalarında sağlıklı kontrollere göre daha fazla çocukluk çağı travmatik yaşam olayları bulguları görülmektedir


ISSN (Print) 2149-1909
ISSN (Online) 2148-4325

2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.