JNBS
Üsküdar Üniversitesi

ARTICLES

Editorial

Clinicians’ hesitation in using clozapine

Turkish Title : Klinisyenlerin klozapin kullanımındaki tereddütleri

Gökben Hızlı Sayar
JNBS, 2016, 3(1), p:1-2

DOI : 10.5455/JNBS.1457524476


Original Article

Effect of Aerobic and Anaerobic Exercise toward Serotonin in Rat Brain Tissue

Turkish Title : Sıçan Beyin Dokusundaki Serotonine Yönelik Oksijenli Ve Oksijensiz Çalışma Etkisi

Rostika Flora,Theodorus Theodorus,Muhammad Zulkarnain,Rahmad Aswin Juliansyah,Syokumawena Syokumawena
JNBS, 2016, 3(1), p:3-6

DOI : 10.5455/JNBS.1442221850

Physical exercise plays a substantial role in maintaining our heath. In the molecular level, physical exercise induces the release of neurotransmitter, such as serotonin. Lack of serotonin could lead to stress or depression condition. We assumed that physical exercise could increase serotonin level in the brain. Therefore, this study aimed to investigate the effect of anaerobic and aerobic exercise toward serotonin level in male Wistar rat brain tissue. Twenty-eight male Wistar rats were divided into seven groups consist of control; 1x, 3x, 7x of aerobic exercise; and 1x, 3x, 7x of anaerobic exercise which conducted in a week. A rat treadmill was used at speed 35 m/min during 20 min for anaerobic exercise, and it was used at speed 20 m/min during 30 min for aerobic exercise. Serotonin level was measured using ST/5-HT (Serotonin/5-Hydroxytryptamine) ELISA Kit. Significant differences between treatments were tested by ANOVA (α = 5%). In contrast, both of anaerobic and aerobic exercise had lower serotonin level than the control. 

Fiziksel egzersiz sağlığımızı korumamızda hayati bir rol oynar. Moleküler seviyede fiziksel egzersiz serotonin gibi sinir ileticilerinin salgılanmasına neden olur. Serotonin eksikliği stres ya da depresyon durumuna sebep olabilir. Fiziksel egzersizin beyindeki serotonin seviyesini artırdığını varsaydık. Bu nedenle, bu çalışmada erkek Wistar sıçanları beyin dokusundaki serotonine yönelik oksijenli ve oksijensiz çalışma etkisini araştırmayı amaçladık. 28 adet erkek Wistar sıçanı, bir haftada gerçekleştirilen 1x, 3x, 7x’li oksijenli ve oksijensiz çalışma grupları olmak üzere 7 adet kontrol grubuna ayrılmıştır. Sıçan çarkı, oksijensiz çalışma için 20 dakika boyunca 35 m/min hızda kullanılırken oksijenli çalışma için 30 dakika boyunca 20 m/min hızda kullanılmıştır. Serotonin seviyesi ST/5-HT (Serotonin/5- Hidroksitriptamin) ELISA Kit kullanılarak ölçülmüştür. Tedaviler arasında önemli farklılıklar ANOVA (α = 5%) ile test edilmiştir. Varsayımımızın aksine, hem oksijenli ve hem oksijensiz çalışma gruplarının kontrol grubundan daha düşük bir serotonin seviyesine sahip olduğu ortaya çıktı.


Original Article

Effect of Dichlorvos on Histoarchitecture of The Cerebral Blood Vessels in Adult Wistar Rats

Turkish Title : Yetişkin Wıstar Sıçanlarında Serebral Kan Damarlarının Histomimarisi Üzerindeki Diklorvos Etkisi

Idris Tela Abdu,Lawan Hassan Adamu,Musa Habibu Modibbo,Abdullahi Asuku Yusuf
JNBS, 2016, 3(1), p:7-12

DOI : 10.5455/JNBS.1444218339

Cerebral blood vessels are vital in supplying brain in both human and animals. Any anomaly by rupture or interruption of blood flow may lead to fatal consequences. Dichlorvos is a volatile organophosphate that forms the active ingredient of locally formulated insecticide and pesticide known as Otapiapia or Madarar piapia. It is an anti-acetylcholinestrase that binds irreversibly to acetylcholinesterase and leads to its inhibition. The study aims to determine the effects of dichlorvos on the histology of the cerebral vessels in adult wistar rats. Twenty five apparently healthy adult wistar rats were randomly selected and divided into five groups. The first two groups were used as control while the last three groups were exposed to graded doses of dichlorvos in ethanol solution and experimented for twenty eight days. Twenty four hours after the last exposure the animals were sacrificed and the brain tissues were collected for routine histological technique. The relative brain weights of all the animals were determined and one – way ANOVA was conducted to compare the mean of the control with the treated groups. There was no statistically significant difference [F = 0.88, p = 0.49] in the mean brain weights of the controls and the treated groups. The H&E stain of the treated groups showed variable degrees of perivascular oedema, pyknosis and apoptosis. Prolong use of dichlorvos could cause cerebral vascular changes in the histoarchitecture such as perivascular oedema and apoptosis, may not affect the brain weight.

Serebral kan damarları insanların ve hayvanların beyinleri için çok önemlidir. Kan akışının kesilmesi ya da durması nedeniyle oluşan herhangi bir anomali ölümcül sonuçlara sebep olabilir. Diklorvis, Otapiapia ya da Madarar piapia olarak bilinen bölgesel olarak formüle edilmiş sinek ve böcek ilaçlarının aktif maddeleriyle oluşan uçucu bir organofosfattır. Diklorvis, geri dönülemez bir şekilde asetilkolinesteraza bağlanan ve inhibisyonuna sebep olan bir anti- asetilkolinesterazdır. Bu çalışma yetişkin wistar sıçanlarının serebral damar histolojisindeki diklorvos etkilerini saptamayı amaçlar. Sağlıklı görünen 25 adet wistar sıçanı rastgele seçilmiş ve beş gruba ayrılmıştır. İlk iki grup kontrol grubu olarak kullanılırken son üç grup etanol çözeltisinde aşırı dozda diklorvosa maruz bırakılmış ve 28 gün boyunca deney uygulanmıştır. Son dozdan 24 saat sonra hayvanlar öldürülmüş
ve beyin dokuları rutin histolojik teknikler için alınmıştır. Bütün hayvanların nisbi beyin ağırlıkları saptanmış ve tedavi edilen gruplarla kontrol grubunun ortalamasını kıyaslamak için ANOVA uygulanmıştır. Kontrol gruplarıyla tedavi edilen grupların ortalama beyin ağırlıklarında istatiksel olarak önemli bir fark [F = 0.88, p = 0.49] saptanmamıştır. Tedavi edilen grupların H&E kimyasal maddeleri(kalıntıları) perivasküler ödem, piknoz ve apoptozun farklı derecelerini göstermiştir. Diklorvosun aşırı kullanımı perivasküler ödem ve apoptoz gibi histomimaride serebral vasküler değişikliklere sebep olabilir fakat beyin ağırlığını etkilemeyebilir.


Review Article

Assesment of Pain Symptoms in Terms of Culture

Turkish Title : Kültürel Açıdan Ağrı Semptomlarının Ele Alınışı

Sinem Gönenli Toker,Burcu Göksan Yavuz,Oğuz K. Karamustafalıoğlu
JNBS, 2016, 3(1), p:13-16

DOI : 10.5455/JNBS.1443509530

The common feature of somatoform disorders is the presence of somatic symptoms that cannot be explained by a general medical condition. Pain disorder is also among the somatoform disorders. 
Pain is defined as an unpleasant sensation occuring as a consequence of a disease, injury or an organic pathology. Breuer and Freud, in their studies on hysteria, suggested that pain could be a manifestation of a psychological problem. The lifetime prevalence is not precisely known. In the Turkish mental health study 12 month incidence of pain disorder is found to be % 11.3 among women , % 4.8 among men and % 8.4 in the general population. The cultural diversity of the mental illnesses particularly somatic symptoms is noticed. Traditions and belief systems influence the formation, presentation and the managemant of dissociative and somatoform symptoms. Types of somatic symptoms differ across the cultures. Higher rates of somatic complaints are found in South America, Asia, particularly in developing countries.
The seperation between physical and emotional experience occurs precisely in Western countires. Thus somatic symptoms are rarely seen in Western culture.

Ağrı, hastalık, bedensel yaralanma veya organik bozukluğa bağlı rahatsızlık verici bir duygu olarak tanımlanır. Bu gözden geçirmede ağrı semptomlarının ortaya çıkışı ve seyrinde kültürel faktörlerin etkileri incelenmiştir. Yöntem: Ağrı ve diğer somatik semptomların farklı kültürlerdeki görünümleri irdelenmiştir. Bulgular ve sonuç: Psikiyatrik hastalıklarda özellikle somatik semptomların kültüre özgü çeşitliliği dikkat çekmektedir. Gelenekler ve inanç sistemleri, disosiatif ve somatoform semptomların oluşması, ortaya konması ve bunlarla başa çıkılmasını büyük oranda etkiler. Somatik hastalardaki semptom tipi kültüre göre değişmektedir. Güney Amerika ve Asya’da, özellikle gelişmekte olan ülkelerde somatik yakınmaların sıklığı daha yüksek oranda bulunmuştur. Batı kültüründe fiziksel ve duygusal deneyimler daha kesin olarak birbirinden ayrılır. Bu sebeple somatik şikayetler
batı toplumlarında daha az görülüyor olabilir. 


Review Article

Neuroprotective Benefits of Atorvastatin in Dementia and Stroke

Turkish Title : Atorvastatin’in Demans Ve Felç Durumlarında Sinir Koruyucu Yararları

Pushpa Natarajan,Sampath Kumar,Sinu Sahl,Vijaya Anand
JNBS, 2016, 3(1), p:17-19

DOI : 10.5455/JNBS.1452575043

Dementia and stroke are the major health problem often occurs in older individuals aged 65 or more. There are many studies confirm that cholesterol might be involved in the pathogenesis of dementia and stroke. Atorvastatin, broadly used to lower cholesterol in coronary heart disease, are viable medications in decreasing the danger of dementia and stroke. Use of atorvastatin for prolonged period seems to be effective for the prevention of dementia and stroke. The objective of this review is to focuses the pharmacological benefit of atorvastatin in dementia and stroke.

Demans ve felç 65 ya da daha yaşlı bireylerde sıkça görülen büyük bir sağlık problemidir. Kolesterolün demans ve felç patojeninizde yer aldığını doğrulayan pek çok çalışma vardır. Genel olarak koroner kalp hastalığında kolesterolü düşürmek için kullanılan Atorvastatin demans ve felç tehlikesini azaltmada uygulanabilir bir tedavidir. Atrovastatin’in uzun süreli kullanımının demans ve felci önlemede etkili olduğu görünmektedir. Bu çalışmanın amacı demans ve felç durumlarında atorvastatinin farmakolojik yararına odaklanmaktır.


Review Article

Gene Therapy and Gene Delivery to the Brain Using Viral Vectors

Turkish Title : Gen Terapisi Ve Viral Vektörlerin Kullanımı İle Beyne Gen Nakli

Can Akpınaroğlu,Gökben Hızlı Sayar
JNBS, 2016, 3(1), p:20-24

DOI : 10.5455/JNBS.1452923860

Treating monogenic disorders via gene therapy although still considered experimental by some, has becoming a more accepted method lately especially in these last 10 years with a number of recent clinical successes. Genetic modifications are becoming easier to perform with the progressing technology and discovery of new techniques such as the Clustered regularly interspaced short palindromic repeats (CRISPR)-CRISPR associated protein 9 (Cas9) methods which can modify DNA with great ease and accuracy. Gene therapy is a powerful technique with huge potential to treat psychiatric and neurodegenerative disorders including Alzheimer’s and Parkinson’s disease. Gene therapy is simple in principle, which is corrective genetic material is sent into cells and the disease is cured by ending the problem at its source. Viral and non-viral vectors which are used for the delivery of the desired genes to the targeted cells are briefly listed and explained. Unlike viral vectors non-viral vectors don’t cause an immune response but their pretty low transfer rate makes them rather less interesting for research. Viral vectors of adenoviruses, adeno-associated viruses, retroviruses with its subclass of lentiviruses and herpes viruses are compared with their advantages and disadvantages related to usage in brain and CNS treatment of our topic. Neurotrophic factors (NTFs) have important roles in brain and nervous tissue. Delivering NTFs via viral vectors for treating neurodegenerative diseases is a promising approach. Providing information about principles, methods, hurdles and clinical applications of gene therapy with its historic background to present it with its all basic details and therapeutic effects it can provide to problems related to brain are aimed in this writing.

Tek bir gene bağlı hastalıkların gen terapisi ile tedavisi hala bir kısım tarafından deneysel olarak nitelendirilse de özellikle bu son 10 yıldaki en son klinik başarılar ile gittikçe daha fazla kabul gören bir yöntem haline gelmektedir. DNA’yı harika bir kolaylıkla ve hassasiyetle modifiye edebildiğimiz clustered regularly interspaced short palindromic repeats (CRISPR)-CRISPR associated protein 9 (Cas9) metodu gibi yeni tekniklerin keşfi ve ilerleyen teknoloji ile genetik modifikasyonları uygulamak daha kolay bir hale gelmektedir. Gen terapisi psikiyatrik ve Alzheimer ya da Parkinson hastalığı gibi nörodejeneratif rahatsızlıkları tedavi edebilecek güçlü ve büyük bir potansiyeli olan bir yöntemdir. İyileştirecek olacak genetik malzemenin doğrudan hücrelere yollanması ve rahatsızlığın direkt olarak kaynağından çözümlenmesi, gen terapisinin basit prensipidir. İstenilen genlerin hedef
hücrelere taşınması için kullanılan viral ve viral olmayan vektörler listelenmiş ve kısaca açıklanmışlardır. Viral vektörlerin aksine viral olmayan vektörler bağışıklık sistemini tetiklemezler fakat düşük transfer seviyeleri onları araştırmalar için daha az ilgi çekici yapmaktadır. Adenovirüsler, adeno ilişkili virüsler, alt kategorileri olan lentivirüslerle birlikte retrovirüsler ve herpes virüsleri konumuz olan, beyinde ve merkezi sinir sisteminde tedavi amaçlı kullanımlarına ilişkin avantajları ve dezavantajları ile karşılaştırılmıştır. Nörotrofik faktörlerin beyinde ve sinir dokusunda önemli rolleri vardır. Nörodejeneratif rahatsızlıkları tedavi etmek için nörotrofik faktörleri viral vektörler kullanarak iletmek, umut vadeden bir yaklaşım yoludur. Bu yazıda, bütün temel ayrıntıları ve beyine dair sunabileceği tedavi edici etkileri ile tarihsel arkaplanı da dahil edilerek gen terapisinin prensipleri, metodları, zorlukları ve klinik uygulamaları hakkında bilgi vermek amaçlanmıştır.


Original Article

A NeuroAnatomoPhysiological approach to the "Formation & Expression" of Personality & Psychopatology:

Turkish Title : Kişilik Ve Psikopatolojinin “Formasyonu & Ekspresyonu”Na Nöroanatomofizyolojik Bir Yaklaşım

Levon Antikacioglu
JNBS, 2016, 3(1), p:25-28

DOI : 10.5455/JNBS.1456158664

Despite the advancements in neurosciences, there are still, only a few Personality Theories, making use of neuropsychology. In the present paper, we tried to propose a NeuroAnatomoPhysiological approach to the “Formation and Expression” of Personality and Pschopatology and discussed the possibility of formation of a new study area.

Bu makalede, nörobilimdeki tüm gelişmelere karşın, nöropsikoloji temelli Şahsiyet Teorileri’nin henüz çok az olduğuna dikkat çekilmiştir. Bu durumu dikkate alan yazarlar, yeni bir NöroAnatomoFizyolojik temelli “Şahsiyetin ve Psikopatoloinin oluşumu ve ekspresyonu” ile ilgili bir yaklaşım önermişlerdir. Ayrıca yeni bir çalışma alanının oluşabilme ihtimalini tartışmışlardır.


Review Article

Resection of Deep Brain Stem Lesions: Evolution of Modern Surgical Techniques

Turkish Title : Derin Beyin Sapı Lezyonunun Çıkarılması: Modern Ameliyet Tekniklerinin Gelişimi

Salman Abbasi Fard,Nimer Adeeb,Mona Rezaei,Babak Kateb,Martin M. Mortazavi
JNBS, 2016, 3(1), p:29-31

DOI : 10.5455/JNBS.1449860617

Deep brain stem lesions have previously been considered unresectable. With the development of tailored skull base approaches, detailed knowledge of topographical anatomy, utilization of intra-operative mapping, identification of safe entry zones, extensive arachnoid dissection, cautious handling of neurovascular structures, modern surgical techniques with minimal compression of brain stem and retractor-less surgery, the resection of these previously unresectable lesions, has become possible. Herewithin, an overall review is provided and illustrative cases are presented with detailed discussion of the technical perspective of each approach and resection.

Derin beyin sapı lezyonlarının daha önceden cerrahi müdahaleyle çıkartılmasının mümkün olmadığı düşünülüyordu. Kişiye göre özelleştirilmiş kafa iskeleti yaklaşımlarının gelişimiyle, detaylı topografik anotomi bilgisiyle, intraoperatif haritalamanın kullanılmasıyla, güvenli giriş alanlarının belirlenmesiyle, gelişmiş araknoid teşhisiyle, nörovasküler yapıların dikkatli müdahalesiyle, minimal beyin sapı kompresyonu ve daha az rektartör kullanılan ameliyatlarda kullanılan modern cerrahi tekniklerle birlikte, daha önceden cerrahi müdahale ile çıkartılması mümkün olmayan lezyonların çıkartılması mümkün hale gelmiştir. Sonuç olarak, bu çalışmada genel bir bakış ele alınmış ve her yaklaşımın ve müdahalenin teknik perspektifi detaylı bir şekilde ele alınarak örnekleyen vakalar ortaya konulmuştur.


Case Report

Use of Repetitive Transcranial Magnetic Stimulation for Treatment of Auditory Hallucinations: A Case Report and Brief Review

Turkish Title : İşitsel Varsanıların Tedavisinde Transkaranial Manyetik Uyarım Kullanımı: Bir Olgu Sunumu ve Kısa Gözden Geçirme

Gökben Hızlı Sayar,Hüseyin Bulut,Nevzat Tarhan
JNBS, 2016, 3(1), p:32-36

DOI : 10.5455/JNBS.1449305089

In this case we report the efficacy of repetitive transcranial magnetic stimulation for treatment resistant auditory verbal hallucinations. The majority of protocols have utilized low-frequency suppressive repetitive transcranial magnetic stimulation over the left temporoparietal cortex with some therapeutic benefits in ameliorating auditory hallucinations. Normalizing the functional connectivity between the temporoparietal and frontal brain regions may underlie the therapeutic effect of repetitive transcranial magnetic stimulation on auditory hallucinations in schizophrenia. Regarding side effects, the rTMS intervention was well tolerated in this case. Future research must focus on the optimum stimulation site and parameters.

Bu olgu sunumunda tekrarlayan transkranial manyetik uyarımın tedaviye dirençli işitsel varsanılarda etkinliği bildirilmektedir. Literatürde işitme varsanılarında tedavisel etkinliği oldığu bildirilen protokollerin çoğunda sol temporoparietal bölgeye baskılayıcı düşük frekanslı transkraniyal manyetik uyarım kullanılmıştır. Temporoparietal ve frontal beyin bölgeleri arasındaki işlevsel bağlantının düzeltilmesi, şizofrenide işitsel varsanılarda transkranial manyetik uyarımın etkinliğinin altında yatan mekanizma olabilir. transkranial manyetik uyarım bu olguda bildirilen hasta tarafından iyi tolere edilmiştir. Gelecekteki çalışmalar optimum uyarım bölgesi ve parametreleri üzerine yoğunlaşmalıdır.


Case Report

Swallow Outcome in Three Female Siblings with Huntingtons Disease and Chorea

Turkish Title : Huntıngton ve Kora Hastalığı Olan Üç Kız Kardeştekı Yutkunma Sonuçları

Thejaswi Dodderi,Chinju Micheal
JNBS, 2016, 3(1), p:37-41

DOI : 10.5455/JNBS.1450414181

The present study focuses on describing characteristics of swallow among Huntingtons Disease (HD) with Chorea before and after dysphagia therapy. 3 female siblings of 21, 22 and 33 years having juvenile type onset of HD with chorea were included. The patients were evaluated comprehensively for swallowing using Manipal Manual for Swallowing Assessment. Each patient was subjected to ingestion of solid, thin liquid and thick liquid of 5ml and 10 ml quantified using a standard measurable cup. Descriptive statistics was administered on the data using statistical package SPSS (Version 17). On observation, all 3 patients presented with sensory and motor issues in addition to posture instability with abrupt body movements, food spillage, piece meal deglutition, intra bolus retention, wet voice and cough. Following which cognitive approach and behavioural approach based intervention was initiated. The symptoms of intra bolus retention and cough decreased post therapy with no change in sensory aspects. The present study evidences three female siblings with severe cognitive deficits and dysphagia secondary to HD. Despite rehabilitation being provided, they could not completely waiver off the symptoms. These evidences highlight the importance of identifying and addressing swallow based treatment outcomes in HD with chorea.

Bu çalışma, yutma zorluğu terapisinden önce ve sonra Koralı Huntingon Hastalığı(HD) arasındaki yutkunma özelliklerine odaklanmıştır. Çalışma, Koralı HD’nın ergenlik döneminde başlayan çeşidine sahip olan 21, 22 ve 33 yaşlarındaki üç kız kardeşten oluşmaktadır. Hastalar, Manipal Yutkunma Becerileri Kılavuzu kullanılarak yutkunmaları için kapsamlı bir şekilde değerlendirilmişlerdir. Her hasta, standart bir ölçme kabı kullanılarak katı, ince sıvı, 5ml ve 10ml’lik kalın sıvıları yutmaya maruz bırakılmışlardır. İstatistik programı olan SPSS (sürüm 17) kullanılarak betimleyici istatistikler elde edilmiştir. Gözlem sırasında, üç hasta da ani vücut hareketleriyle duruş dengesizliği, yiyecek dökme, kısmi yutma foksiyonu, intra kapsül retansiyonu, nemli ses ve öksürmenin yanı sıra duyusal ve motorsal bulgular ortaya koymuştur. Bilişsel ve davranışsal yaklaşıma dayanan müdahalelerin takibi başlatılmıştır. Öksürük ve intra kapsül retansiyonunun semptomları duyusal açılardan hiçbir değişlik olmadan tedavi sonrasında azalmıştır. Bu çalışma, yoğun bilişsel eksiklikleri ve Huntingon Hastalığı (HD)’na bağlı yutma zorluğu olan üç kız kardeşi inceler. Rehabilitasyon desteği almalarına rağmen, bu semptomlardan tam olarak kurtulamamışlardır. Bu bulgular, koralı Huntingon Hastalığı(HD)’nın yutkunmaya dayalı tedavi sonuçlarının tanımlanmasının ve gösterilmesinin önemini vurgulamaktadır.


ISSN (Print) 2149-1909
ISSN (Online) 2148-4325

2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.