JNBS
Üsküdar Üniversitesi

ARTICLES

Original Article

Neuroprotective effect of Citıcoline and glucocorticosteroid combination under conditions of experimental demyelinating model of central nervous system

Turkish Title : Sitikolin ve glukokortikosteroid kombinasyonunun merkezi sinir sisteminin deneysel demiyelinizan modeli koşullarındaki sinir koruyucu etkisi

Alexander A. Nefodov,Igor F. Belenichev,Elena A. Nefodova,Nina V. Bukhtiyarova,Sergii V. Levich,Sergii N. Dronov
JNBS, 2018, 5(3), p:131-136

DOI : 10.5455/JNBS.1525619232

Multiple sclerosis is a multifactorial, autoimmune, chronic inflammatory demyelinating disease of the central nervous system. Recent studies do not give possibility to estimate the contribution of neurodegenerative changes in neurological deficit of individual patient, to predict the disease development and the effectiveness of therapy. The goal of our research was to investigate methylprednisolone and citicoline co-administration effect to the processes of energy providing of the mitochondria of the cerebral cortex neurons in experimental allergic encephalomyelitis. Experiments were carried out on rats of both sexes weighing 150180 g. Experimental allergic encephalomyelitis was induced by a single subcutaneous inoculation of encephalitogenic mixture in complete Freund’s adjuvant. As material, we used brains. We studied markers of mitochondrial dysfunction and content of adenine nucleotides, lactate, malate, isocitrate, aspartate, pyruvate. We also studied the state of neurons, their area, RNA-content and proportion of apoptotic cells.  Formation of experimental allergic encephalomyelitis (EAE) led to permanent disturbance of energy metabolism of brain. The administrations of methylprednisolone did not have a significant effect. Co-administration of methylprednisolone and citicoline exerted significant influence on some parameters of mitochondrial dysfunction and brain energy metabolism. We also found neuronal damage of sensorimotor cortex of experimental animals and to the neuroapoptosis activation. Administration of methylprednisolone resulted in direct neuroprotective effect. Combination of citicoline and methylprednisolone limit activity of unproductive anaerobic glycolysis and increases aerobic ATP synthesis reaction. Thus, the combination of citicoline and methylprednisolone does not affect the activity of malate aspartatic shunt in EAE conditions.

Multipl skeleroz çok bileşenli, otoimmün ve kronik inflamatuvar demiyelizan bir merkezi sinir sistemi hastalığıdır. Yakın zamanda yapılan çalışmalar hasta bireylerdeki nörodejeneratif değişiklerin nörolojik bozukluklara katkısını, hastalığın gelişimi ve terapinin etkisinin nasıl olacağını tahmin etme olanağı vermiyor. Araştırmamızın amacı, deneysel alerjik ensafalomiyelitdeki metilprednizolon ve sitikolinin birlikte kullanılmasıyla oluşacak etkinin serebral korteks nöronlarının mitokondrilerine enerji sağlamasını incelemektir. Deneyler her iki cinsiyetteki 150-180 gram ağırlığındaki farelerle gerçekleştirilmiştir. Deneysel alerjik ensefalomiyelit, tam Freund adjuvanı içindeki ensefallojenik karışımının tek bir deri altından aşılaması ile indüklenmiştir. Materyal olarak beyni kullandık ve adenin nükleotidleri, laktat, malat, isositrat, aspartat, piruvat içerikleri ile mitokondriyel bozukluk belirteçleri üzerine çalıştık. Aynı zamanda nöronların durumunu, alanlarını, RNA içeriğini ve apoptotik hücrelerin oranını da inceledik. Deneysel alerjik ensefalomiyelit (DAE) oluşumu, beynin enerji metabolizmasının kalıcı olarak bozulmasına yol açmaktadır. Metilprednizolon uygulamalarının anlamlı bir etkisi bulunamamıştır. Metilprednizolon ve sitikolinin birlikte uygulanması, mitokondriyal bozukluk ve beyin enerjisi metabolizmasının bazı parametreleri üzerinde anlamlı bir etki göstermiştir. Ayrıca deney hayvanlarının sensorimotor korteksinde nöronal hasar ve nöroapoptoz aktivasyonu da bulunmuştur. Metilprednizolon uygulaması doğrudan sinir koruyucu etki ile sonuçlanmıştır. Sitikolin ve metilprednizolon kombinasyonu, işlevi olmayan anaerobik glikoz parçalanmasını sınırlamakta ve aerobik ATP sentez reaksiyonunu arttırmaktadır. Bu nedenle, sitikolin ve metilprednizolon kombinasyonu, DAE koşullarındaki malat aspartatik devrenin aktivitesini etkilememektedir.


Original Article

Effects of Estrogen on Kynurenine pathway and NF-kB in TNF-α Induced Neuroinflammation

Turkish Title : TNF-α aracılı nöroinflamasyonda östrojenin kinürenin yolu ve NF-kB üzerine etkileri

Halime Eda Yalçın,Batu Kaan Aksulu,Fatih Ozen,Belkis Atasever Arslan
JNBS, 2018, 5(3), p:137-139

DOI : 10.5455/JNBS.1530277827

Neuroinflammation involves glia activation, releasing of inflammatory mediators such as cytokines and chemokines, and formation of reactive oxygen and nitrogen species. It plays a central role in many neurodegenerative diases processes such as Alzheimer’s disease, Parkinson’s disease, dementia. Estrogen deprivation, commonly associated with aging, loss of learning and memory skills in postmenopausal women and Alzheimer’s disease. In this study, we studied effects of 17-ßestradiol on kynunerine pathway and NK-kB gene expression in neuroinflammation. According to our results, estrogen increased expression of kynunerinase gene and decreased IDO-1 gene expression after TNF-alpha incubation in differentiated SH-SY5Y cells. However, it did not change NF-kB gene expression. 

Nöroinflamasyon, glia aktivasyonunu, sitokinler ve kemokinler gibi inflamatuar mediatörlerin salınmasını ve reaktif oksijen ve nitrojen türlerinin oluşumunu içerir. Alzheimer hastalığı, Parkinson hastalığı, demans gibi birçok nörodejeneratif hastalık sürecinde merkezi bir rol oynar. Genellikle yaşlanmayla ilişkili olan östrojen yoksunluğu, özellikle menopoz sonrası kadınlarda öğrenme kaybı ve hafıza becerileriyle ilişkilidir ve Alzheimer hastalıgi ile ilişkilidir. Bu çalışmada, 17-b östradiolun, kynunerine yolağı ve NF-kB gen ifadesi uzerine etkisini arastirdik. Elde ettiğimiz sonuçlara göre östrojen, farklılaşmış SH-SY5Y hücrelerinde TNF-alfainkübasyonu sonrası kinüreninaz geninin ekspresyon düzeyini arttırırken, IDO-1 gen ekspresyon düzeyini azalttı. Bununla birlikte, NF- kB gen ekspresyon seviyesini değiştirmedi. 


Original Article

Social reward in action: Reward magnitude and valence effects on the EEG mu rhythm

Turkish Title : Eylem içerisinde sosyal ödüller: Ödül büyüklüğü ve değer etkisinin mü aktivitesi üzerine etkisi

Elliot C. Brown,Fatma Keskin Krzan,Gokcer Eskikurt,Cumhur Tas
JNBS, 2018, 5(3), p:140-149

DOI : 10.5455/JNBS.1533938757

In social interactions, the values we associate with observed actions can influence how we process others’ behaviors and the decisions we make. Some studies have suggested that different social contexts, and particularly the reward value of perceived actions can modulate motor system activity when observing others’ actions. However, sensitivity to reward magnitude has never been tested in the action observation system. Here we used electroencephalography (EEG) to investigate the independent effects of reward valence and magnitude on the mu rhythm, an index of the motor mirror system, while participants (N=23) passively observed actions that led to high or low rewards or losses. Behavioral measures of social approach/avoidance, theory of mind and empathy were also taken. Results showed that reward valence significantly modulated mu rhythm, where losses led to greater mu suppression, but reward magnitude had no effect. The findings also demonstrated a novel association between the specific reward-related modulation of the mu rhythm and social cognitive skills, particularly cognitive empathy and emotional reactivity. This study provides further evidence for the role of reward processing in the mirror motor system, and highlights the relationship between value-based action perception and social cognitive traits, implicating a role for the mirror system in social decision-making.

Sosyal etkileşimlerde, gözlemlenen eylemlerle ilişkilendirdiğimiz değerler, başkalarının davranışlarını ve aldığımız kararları nasıl yorumladığımızı etkileyebilir. Bazı araştırmalar, farklı sosyal bağlamların ve özellikle de algılanan eylemlerin ödül değerinin, başkalarının eylemlerini gözlemlerken motor sistem aktivitesini düzenleyebileceğini öne sürmektedir. Bununla birlikte, ödül büyüklüğüne olan duyarlılık, eylem gözlem sistemi boyutunda hiçbir zaman test edilmemiştir. Burada, katılımcıların (N = 23) pasif olarak yüksek veya düşük ödüllere veya kayıplara yol açan eylemleri gözlemlerken, ödül ritim değerinin ve büyüklüğünün mu ritm üzerindeki bağımsız etkilerini ve motor ayna sisteminin bir endeksini araştırmak adına elektroensefalografi (EEG) kullandık. Sosyal yaklaşım / kaçınma, zihin teorisi ve empatinin davranışsal ölçümlemeleri de alınmıştır. Sonuçlar, ödül değerliliğinin, kayıpların daha büyük mu süpresyona yol açtığını, ancak ritmin büyüklüğünün etkili olmadığını ve mu ritmde önemli ölçüde modüle olduğunu gösterdi. Elde edilen bulgular, mu ritim ve sosyal bilişsel beceriler arasında, özellikle bilişsel empati ve duygusal reaktivite ile ilgili ödül ile ilgili modülasyon arasında yeni bir ilişki olduğunu göstermiştir. Bu çalışma, ayna motor sistemindeki ödül işleme rolüne ilişkin daha fazla kanıt sunmakta ve değer bazlı eylem algısı ile sosyal bilişsel özellikler arasındaki ilişkiyi vurgulamakla birlikte toplumsal karar almada ayna sisteminin rolünü vurgulamaktadır.


Original Article

The relationship between childhood traumas and separation anxiety in adults

Turkish Title : Çocukluk çağı travmaları ile yetişkin ayrılma anksiyetesi arasındaki ilişki

Çakmak Buse,Sayar Gökben Hızlı,Ünübol Hüseyin,Bulut Hüseyin,Özten Eylem
JNBS, 2018, 5(3), p:150-155

DOI : 10.5455/JNBS.1535643410

It is known that the negative life events experienced in childhood are related to depressive disorder and anxiety disorders in adult life. Adult separation anxiety is a relatively new diagnosis classified under the title of anxiety disorders in DSM-5. The aim of this study is to investigate the possible relationship between adult separation anxiety and traumatic experiences in childhood since childhood trauma has been associated with many anxiety disorders. The study included 119 female and 113 male participants. Only individuals aged 20 years and older and who do not have a psychiatric illness history and mental limitations were included in the study. Sociodemographic Data Form, Separation Anxiety Symptom Inventory (SASI), Adult Separation Anxiety Questionnaire (ASAQ), and Childhood Trauma Scale (CTS) were given to the participants. The data were analyzed by using Independent Sample t Test, Multi-directional Variance Analysis and Tukey Test, Pearson Correlation Analysis and Chi-Square tests. A significant positive correlation was found between total score of ASAQ and Emotional Abuse, Emotional Neglect, Sexual Abuse, CTS total score. The presence of traumatic experiences in childhood was found to be associated with adult separation anxiety. However, more studies on this subject and follow-up studies with larger samples are needed.

Çocukluk çağında deneyimlenen olumsuz yaşam olaylarının yetişkin yaşamdaki depresif bozukluk ve anksiyete bozuklukları ile ilişkisi bilinmektedir. Yetişkin ayrılma anksiyetesi DSM-5 ile anksiyete bozuklukları sınıfına alınmış, görece olarak yeni bir tanı olarak karşımıza çıkmaktadır. Çocukluk çağı travmalarının birçok anksiyete bozukluğu ile ilişkisi saptandığı için yeni tanı olarak yetişkin ayrılma anksiyetesi ile de çocukluk cağı travmatik yaşantıları arasındaki olası ilişkiyi araştırmak çalışmamızda amaçlanmıştır. Araştırmada 119 kadın, 113 erkek katılımcı yer almıştır. Sadece 20 yas ve üzerinde olan, psikiyatrik hastalık geçmişi olmayan, mental kısıtlılığı olmayan kişiler çalışmaya dahil edilmiştir. Katılımcılara Sosyodemografik Veri Formu, Ayrılma Anksiyetesi Belirti Envanteri (AABE), Yetişkin Ayrılma Anksiyetesi Ölçeği (YAAÖ), Çocukluk Çağı Travma Ölçeği verilmiştir(CTÖ). Veriler Bağımsız Örneklem t Testi, Çok Yönlü Varyans Analizi ve Tukey Testi, Pearson Korelasyon Analizi ve Ki-Kare testleri kullanılarak analiz edilmiştir. YAAÖ Toplam puanı ile Duygusal İstismar, Duygusal İhmal, Cinsel İstismar, CTÖ Toplam puanı arasında pozitif yönde anlamlı korelasyon tespit edilmiştir. Çocukluk cağında yaşanan örseleyici yaşantıların varlığı, yetişkin ayrılma anksiyetesi ile ilişkisi saptanmıştır. Ancak konuyla ilgili araştırmaların artması, daha geniş örneklemle yapılacak takip çalışmalarına ihtiyaç bulunmaktadır.


Original Article

Positive psychology course and its effect on well-beıng, social, and emotional intelligence

Turkish Title : Pozitif psikoloji eğitiminin iyi oluş hali ile sosyal ve duygusal zeka üzerine etkileri

Hüseyin Ünübol,Gökben Hızlı Sayar,Kübra Ekşi,Zeynep Avşaroğlu,Büşra Barış,Şeyma Günaydın,Fatma Nur Dolu,Ezgi Yıldız,Nevzat Tarhan
JNBS, 2018, 5(3), p:156-164

DOI : 10.5455/JNBS.1538465211

The present study examines whether the Positive Psychology course, which is given for 14 weeks and 3 hours per week to students at a university in Istanbul. 417 students participated. The study assessed pre- to post-test modifications in personal and mental wellbeing, happiness, satisfaction of life, emotional and social intelligence, emotional expressions and attachment styles factors. The findings showed that significant differences between male and female gender in emotional and social intelligence. Interestingly, positive psychology course effects the participants negatively in happiness, well-being, and social intelligence, unlike in emotional expression. It was necessary to discuss these results in a new perspective. The point reached at the end of the Positive Psychology course was not a happier life. Also, if the increase in awareness causes someone to find a deeper meaning, then happiness and well-being will be decreased at the beginning.

Bu çalışmanın amacı, İstanbul’da bir üniversitede öğrencilere haftada 3 saat ve 14 hafta süreyle verilen Pozitif Psikoloji dersinin etkisinin olup olmadığını incelemektedir. 417 öğrenci katıldı. Çalışma, öznel ve mental iyi oluş, mutluluk, yaşam doyumu, duygusal ve sosyal zeka, duygudurum ve bağlanma stilleri faktörleri arasında test öncesi ve sonrası değişimleri değerlendirildi. Bulgular, duygusal ve sosyal zekâda erkek ve kadın cinsiyet arasında anlamlı farklılıklar olduğunu göstermiştir. İlginç bir şekilde, pozitif psikoloji dersi, duygusal ifadeden farklı olarak, katılımcıları mutluluğa, öznel iyi oluşa ve sosyal zekaya olumsuz yönde etki gösterdiği bulunmuştur. Bu sonuçları yeni bir bakış açısıyla tartışmak gerekiyordu. Pozitif Psikoloji dersinin sonunda ulaşılan nokta daha mutlu bir yaşam değildi. Başlangıçta ki mutluluk ve öznel iyi oluşta ki negatif etkinin, farkındalıkla kazanılan daha derin bir anlamın etkileri üzerinden değerlendirildi.


Original Article

Investigation of serum brain-derived neurotrophic factor (BDNF) levels in patients diagnosed wıth schizophrenia without antipsychotic treatment history

Turkish Title : Antipsikotik tedavi öyküsü olmayan şizofreni tanılı hastalarda serumdaki beyin kaynaklı nörotrofik faktör (BDNF) düzeylerinin araştırılması

Oguzhan Bekir Egilmez,Mehmet Hamdi Orum,Elmas Beyazyuz,Makbule Çiğdem Aydemir
JNBS, 2018, 5(3), p:165-171

DOI : 10.5455/JNBS.1536676866

BDNF is a member of the neurotrophic family that promotes the development, regeneration, sustaining and maintenance of neuron function in the central nervous system. BDNF modulates neurotransmitter synthesis, metabolism and neuronal activity and is also involved in the development of dopaminergic-related systems, and the mesolimbic dopamine systems. In this study we aimed to investigate the possible differences of serum brain-derived neurotrophic factor (BDNF) levels between the drug-naive patients with schizophrenia and healthy controls. Serum BDNF levels were determined in the serum of 35 drug-naive patients diagnosed as schizophrenia according to SCID-I and DSM-IV-TR criteria and 35 healthy controls subjects matched for gender and age. The schizophrenia symptomatology was assessed by the positive and negative syndrome scale (PANSS). The results showed that BDNF levels were significantly lower in drug-naive patients with schizophrenia than in healthy control subjects (p=0.000). There was a significant difference in BDNF levels between disorganized and paranoid (p = 0.000), disorganized and undifferentiated schizophrenia (p = 0.000) subtypes. There was no significant difference in BDNF levels between the undifferentiated and paranoid schizophrenia subtypes (p = 0.081). The relationship between PANSS scores and subscale scores and serum BDNF levels was not found to be significant (p>0.05). The relationship between general assessment of functionality scores and serum BDNF levels was examined and there was a positive correlation between them (p = 0.07, r = 0.445). Our findings showed decreased BDNF serum levels in a sample of drug-naive patients with schizophrenia. Lower serum levels of BDNF in a sample of drug-naive patients with schizophrenia are consistent with the hypothesis that a deficit in this neurotrophic factor may contribute to the structural and functional alterations of brain underlying in the initial phase of schizophrenia suggesting that neurodevelopmental disturbances may be involved in the pathogenesis of schizophrenia.

Beyin kaynaklı nörotrofik faktör (BDNF) santral sinir sisteminde en geniş dağılımı gösteren nörotrofik faktördür. Santral sinir sistemindeki nöronların gelişimine, rejenerasyonuna ve korunmasına yardımcı olur. Nörotransmitterlerin sentezini, metabolizmasını ve nöronal aktivitesini düzenler; ayrıca dopaminle ilişkili sistemlerin ve mezolimbik dopamin sisteminin gelişimiyle ilişkilidir. Bu çalışmada daha önce tedavi almamış şizofreni hastaları ile sağlam kontrol grubunun serum BDNF düzeyleri arasındaki olası farklılıkların araştırılması amaçlanmıştır. SCID-I ve DSM-IV-TR kriterlerine göre şizofreni tanısı alan daha önce antipsikotik tedavi almamış 35 şizofreni tanılı hasta ile yaş ve cinsiyet olarak eşleştirilmiş 35 kişiden oluşan sağlıklı kontrol grubunun serum BDNF düzeyleri karşılaştırıldı. Şizofreni semptomatolojisi, pozitif ve negatif sendrom ölçeği (PANSS) ile değerlendirildi. Sonuçlar, BDNF düzeylerinin şizofreni hastalarında sağlıklı kontrol deneklerine göre anlamlı olarak daha düşük olduğunu gösterdi (p = 0.000). Dezorganize ve paranoid (p = 0.000), dezorganize ve farklılaşmamış şizofreni (p = 0.000) alt tipleri arasında BDNF düzeylerinde anlamlı bir farklılık vardı. Farklılaşmamış ve paranoid şizofreni alt tipleri arasında BDNF düzeylerinde anlamlı fark yoktu (p = 0.081). PANSS skorları ile alt ölçek puanları ve serum BDNF düzeyleri arasındaki ilişki anlamlı bulunmadı (p> 0.05). Fonksiyonel skorların genel değerlendirmesi ile serum BDNF düzeyleri arasındaki ilişki incelendi ve aralarında pozitif korelasyon bulundu (p = 0.07, r = 0.445). Bulgularımız antipsikotik tedavi almamış şizofreni hastalarının düşük BDNF seviyelerine sahip olduklarını göstermiştir. Antipsikotik ilaç öyküsü olmayan şizofreni hastalarında saptanan düşük BDNF serum düzeyleri, bu nörotrofik faktörle ilgili bir sorunun, şizofreninin başlangıç evresinde yatan beynin yapısal ve fonksiyonel değişikliklerle ilişkisi olabileceği hipotezi ile tutarlıdır.


Review Article

Kushmanda Grahonmada: Paraneoplastic neurological syndrome wıth testicular cancer

Turkish Title : Kushmanda Grahonmada: Testis kanseri ile paraneoplastik nörolojik sendromlar

Kshama Gupta,Prasad Mamidi
JNBS, 2018, 5(3), p:172-176

DOI : 10.5455/JNBS.1528214611

Unmada (is a broad term which includes various psychiatric conditions) is characterized by deranged mental functions. ‘Bhutonmada’ (psychiatric conditions of idiopathic nature) is a type of unmada caused by affliction of ‘bhuta’ / ‘graha’ (evil spirits or super natural powers). Kushmanda grahonmada (KG) is one among 18 types of bhutonmada. Till date there were no studies have been conducted on KG and the present study aims at better understanding of this condition (KG) along with its clinical utility. KG is characterized by various signs and symptoms like Bahu pralaapam (excessive talking / irrelevant speech / logorrhoea), Ugra vaakyam (verbal abuse / aggression / irritability), Vilambita gatim (slow movements / hypokinesia), Krishna vadanam (hyperpigmentation of face) and Shoona pralamba vrishanam (huge scrotal / testicular swelling). It is very difficult to understand KG based on these few lakshana’s (signs & symptoms) described in Ayurvedic texts. KG is a psychiatric condition associated with huge scrotal swelling. Various conditions like ‘Paraneoplastic neurological syndromes’ (PNS), ‘Testicular adrenal rest tumors’ (TART), Testicular cancer with brain metastasis’, ‘Paraneoplastic limbic encephalitis’ (PLE), ‘Paraneoplastic cerebellar ataxia’ (PCA) and other scrotal swellings with psychiatric manifestations resembles with KG.

Unmada (çeşitli psikiyatrik koşulları içeren geniş bir terimdir), dengesiz zihinsel işlevlerle vasıflandırılmıştır. ‘Bhutonmada’ (idiyopatik doğanın psikiyatrik koşulları), bhuta’ / ‘graha’ (kötü ruhlar ya da süper doğal güçler) ‘in neden olduğu bir unmada türüdür. Kushmanda grahonmada (KG), 18 çeşit bhutonma’nın arasında bulunmaktadır. KG üzerine bugüne kadar herhangi bir çalışma yapılmamıştır ve bu çalışma, klinik durumu ile birlikte bu durumun (KG) daha iyi anlaşılmasını amaçlamaktadır. KG, Bahu pralaapam (aşırı konuşma / ilgisiz konuşma / logorrhoea), Ugra vaakyam (sözlü istismar / saldırganlık / sinirlilik), Vilambita ağ geçidi (yavaş hareketler / hipokinezi), Krishna vadanam (yüzün hiperpigmentasyonu) ve Shoona gibi çeşitli belirtiler ve semptomlarla ilişkilendirilmektedir. Ayurvedik metinlerde anlatılan bu birkaç laksanaya (işaret ve semptom) bakarak KG’yi anlamak çok zordur. KG, büyük skrotal şişlik ile ilişkili bir psikiyatrik durumdur. ‘Paraneoplastik nörolojik sendromlar’ (PNS), ‘Testis adrenal rest tümörleri’ (TART), beyin metastazı ile Testis kanseri ‘,’ Paraneoplastik limbik ensefalit ‘(PLE),’ Paraneoplastik serebellar ataksi ‘(PCA) ve diğer skrotal şişlikler gibi çeşitli durumlar psikiyatrik belirtileri olmaktadır. KG, “PLE”yi özel referans vererek “PNS” ile benzerlik göstermektedir.


Review Article

Comorbid situations, comorbid psychiatric disorders and common genetic factors in Attention Deficit Hyperactivity Disorde

Turkish Title : Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğunda sık görülen komorbid durum ve hastalıklar: ortak genetik etkenler

Hesna Gül,Bedriye Öncü
JNBS, 2018, 5(3), p:177-183

DOI : 10.5455/JNBS.1532253525

Attention deficit hyperactivity disorder (ADHD) is a heterogeneous neurodevelopmental disorder characterized by inattention, hyperactivity and impulsivity. Genetic, social and physical factors are thought to be influential in the etiology of ADHD. In this review, we focus on diseases with high comorbidities with ADHD, study results on genetic factors in the etiology of ADHD, and the relationship between genetic factors and comorbidities. The challenges of the results on genetical factors could be related with the heterogeneity of the disorder, the effects of epigenetic changes caused by genetic and environmental factors, and the statistical limitations of the studies. In order to overcome these limitations, it is clear that the larger studies should address genetic and environmental factors at the same time.

Dikkat eksikliği hiperaktivite bozukluğu (DEHB), dikkatsizlik, aşırı hareketlilik ve dürtüsellik belirtileriyle seyreden nörogelişimsel bir bozukluktur. DEHB’nin etiyolojisinde genetik, sosyal ve fiziksel faktörlerin etkili olduğu düşünülmektedir. Bu yazıda DEHB ile komorbiditesi yüksek olan durum ve hastalıklar ve DEHB etiyolojisindeki genetik faktörler- komorbidite ilişkisinin ele alınması hedeflenmiştir. Bu amaçla Pubmed, Google Akademik ve diğer çevrimiçi arama motorları taranmış, elde edilen veriler temel bilgilerle birleştirilerek sunulmaya çalışılmıştır. DEHB’den sorumlu olduğu öne sürülen genetik faktörlerle ilgili çalışmaların sonuçlarının çelişkili olması, bozukluğun heterojenliğine, genetik ve çevresel etkenlerin oluşturduğu epigenetik değişikliklerin etkisine ve çalışmalardaki istatistiksel kısıtlılığa bağlı görünmektedir. Bu sınırlılıkların aşılabilmesi için, daha büyük örneklemlerde genetik ve çevresel faktörlerin aynı anda ele alındığı çalışmaların gerekliliği açıktır.


Case Report

A rare cause of acute hyponatremia: Psychogenic polydipsia

Turkish Title : Akut hiponatreminin nadir nedeni: Psikojenik polidipsi

Mahmut Tas,Mehmet Tahir Gokdemir,Abdullah Şen,Öner Avınca,Mehmet Serdar Yıldırım
JNBS, 2018, 5(3), p:184-186

DOI : 10.5455/JNBS.1537169385

Psychogenic polydipsia is a psychiatric condition characterized by excessive drinking of water. In studies conducted regarding psychogenic or primary polydipsia, it’s been reported in patients with psychiatric disorders. Excessive drinking of water can lead to excessive fluid loading and electrolyte imbalance. We aimed to present a patient case with psychotic disorder who developed hyponatremia due to extreme water drinking and applied to emergency service with loss of consciousness. Case Presentation: Thirty-four-year-old male, secondary school graduate, single, living with his family was applied to emergency room clinically unconscious. In physical examination, general situation was bad, glasgow coma scale score point was 8. Minimal brain edema was detected in cranial computed tomography (CT). In laboratory tests Na: 109 mmol / L (136-145 mmol / L). The patient who was diagnosed with schizophrenia used drugs he could not remember its name. For the past 3 years, the patient has been using amylsulpride 1200 mg / day, valproic acid + sodium valproate 1000 mg / day and clozapine 600 mg / day. The patient was treated in emergency room with 150 ml 3% hypertonic infusion twice in 20 minutes to increase the Na concentration in the first hour by 5 mmol / L and to relieve symptoms. As conclusion, hyponatremia patients may apply to emergency room with nonspecific symptoms such as nausea and vomiting at the onset and consciousness changes that may progress to coma. Psychogenic polydipsia-associated hyponatremia should be considered in patients with similar clinical findings and psychiatric history admitted to emergency room.

Psikojenik polidipsi, aşırı su içme ile karakterize bir psikiyatrik durumdur. Yapılan çalışmalarda Psikojenik veya primer polidipsi psikiyatrik bozukluğu olan hastalarda bildirilmiştir. Aşırı su içilmesi sıvı yüklemesine ve elektrolit dengesizliğine yol açabilir. Bizler, psikotik bozukluğu olan Aşırı su içilmesi nedeniyle hiponatremi ve bilinç kaybı gelişmesi sonucu acil servise başvuran bir olgu sunmayı amaçladık.Vaka sunumu: Otuz dört yaşında, ortaokul mezunu, bekâr, ailesi ile beraber yaşayan erkek hasta acil servis kliniğimize bilinci kapalı vaziyette getirildi. Yapılan muayenesinde genel durum kötü, bilinç kapalı Glasgow Koma Skalası (GKS) 8, kranial bilgisayarlı tomografi (BBT)’sinde minimal beyin ödemi değerlendirildi. Laboratuvar tetkiklerinde Na:109 mmol/L (136-145 mmol/L), tespit edildi. Şizofreni tanısı alan hasta bu süre zarfında ismini hatırlayamadığı ilaçlar kullanmış. Son 3 yıldır amilsulprid 1200 mg/gün,valproik asit+sodyum valproat 1000 mg/gün ve klozapin 600 mg/gün ilaçlarını kullanıyormuş. Hastaya Acil serviste, ilk 1 saatte Na konsantrasyonunu 5 mmol/l artırmak ve semptomların gerilemesini sağlamak amacıyla 150 ml %3’lük hipertonik infüzyonunu 20 dakikada gidecek şekilde 2 defa uygulandı. Sonuç olarak, hiponatremi hastaları, başlangıçta bulantı kusma ve tablo komaya kadar ilerleyebilen bilinç değişikliği gibi nonspesifik klinik bulgularla acil servise başvurabilirler. Benzer klinik bulgularla acil servise başvuran psikiyatrik öyküsü olan hastalarda psikojenik polidipsiye bağlı gelişen hiponatremi akla gelmelidir.


Letter to Editor

To what extent antidepressant monotherapy stroll upon the pinstripe between standard of care and psychiatric malpractice ın Bipolar depression ?: A commentary from the viewpoint of suicide

Turkish Title : Bipolar depresyonda antidepresan monoterapisi standart tedavi ile psikiyatrik malpraktis arasındaki ince çizgide nerede dolaşır ?: İntihar bakış açısından bir açımlama

Yasin Hasan Balcioglu
JNBS, 2018, 5(3), p:187-189

DOI : 10.5455/JNBS.1534601834

Psychiatry is one of the least facing profession to malpractice claim in medicine. Misevaluation of suicide risk is one of the most frequent issues for litigation in the practice of psychiatry. Psychiatrists are expected to foresee and prevent suicidality by the law, although suicide has an unpredictable diagnostic nature. Bipolar disorder (BPD) is an affective disorder associated with elevated rates of suicidal behaviour, particularly in depressive episodes. Therefore, the main target of standard therapeutic approaches in BPD depression is the reduction of suicide risk. Treatment options ought to be carefully formed by the clinician, in light of the determination of clinical severity and suicidal risk in bipolar depression. This article aimed to discuss to what extent use of antidepressants is appropriate in bipolar depression regarding possible malpractice in line with evidence-based clinical guidelines and actual literature.

Tıpta malpraktis iddialarıyla en az karşı karşıya kalan branşlardan biri psikiyatridir. İntihar riskinin değerlendirilmesindeki hatalar psikiyatri uygulamalarında en sık karşılaşılan dava konularındandır. İntiharın tahmin edilmesi güç tanısal doğasına rağmen hukuk, psikiyatristlerden intiharı öngörebilmesini ve önlemesini bekler. Bipolar bozukluk, özellikle depresif hecmedeki yüksek intihar davranış oranlarıyla ilişkili bir affektif bozukluktur. Bu yüzden bipolar depresyonda standart terapötik yaklaşımların ana amacı intihar riskini azaltmaktır. Bipolar depresyonda tedavi seçenekleri klinisyen tarafından hastalığın şiddeti ve intihar riski göz önünde bulundurularak dikkatlice şekillendirilmelidir. Bu yazı, bipolar bozuklukta antidepresan kullanımının olası malpraktis açısından ne ölçüde uygun olduğunu kanıta dayalı klinik kılavuzlar ve güncel literatür ışığında tartışmayı amaçlamıştır.


ISSN (Print) 2149-1909
ISSN (Online) 2148-4325

2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.