Years
2019
Categories
Authors
- Abdullah Şen (1)
- Abdurrahman Akgün (1)
- Ahmad Fahad (1)
- Alper Çuhadaroğlu (1)
- Anis Javaria (1)
- Arda Karagöl (1)
- Barış Metin (1)
- Burak Okumus (1)
- Canan Sercan (2)
- Canan Sercan Doğan (1)
- Diler Özyurt (1)
- Emel Serdaroğlu Kaşıkçı (1)
- F.G.Hızlı Sayar (1)
- Farhan Muhammad (1)
- Fatih Binici (1)
- Gökhan Tuna (1)
- Gökçe Vogt (1)
- H. Ahmet Temizdemir (1)
- H. Büşra Bahat (1)
- H. Ozan Tekin (1)
- H.Ozan Tekin (1)
- Hasan önal (1)
- Hüseyin Ünübol (2)
- Khan Ruba (1)
- Korkut Ulucan (3)
- Lauren Ferguson (1)
- Mahmut Taş (1)
- Mehmet Hamdi Orum (1)
- Mert Besenek (1)
- Meryem Kevser Zelka (1)
- Muhsin Konuk (2)
- Nevzat Tarhan (1)
- Paul D. Loprinzi (1)
- Rafi Hira (1)
- Rafiq Hamna (1)
- Sezgin Kapıcı (3)
- Sırmahan Aydoğmuş (1)
- Türker Tekin Ergüzel (1)
- Vahap Ozan Kotan (1)
- Yenal Karakoç (1)
- Zeynep Gümüş (2)
- Çağlar Uyulan (1)
- Ömer Damar (1)
- Ömer Kaynar (1)
- Öner Avınca (1)
- Öznur Yılmaz (1)
ARTICLES
Original Article
Intoxications: why suicide ?, Why women ?
Turkish Title : Zehirlenmeler: neden suisit? Neden kadınlar?
Öner Avınca,Abdullah Şen,Yenal Karakoç,Ömer Damar,Mahmut Taş
JNBS, 2019, 6(2), p:83-86
Throughout the history, intoxications are among the issues that concern society closely. Each substance can carry a poisonous property in accordance with the following quote of Paracelsus:” All things are poisons for there is nothing without poisonous qualities. It is only the dose which makes a thing poison. Developments that have occurred in the last half of the twentieth century have offered the use of many drugs that are effective yet harmful. In this study, Patients with suicide attempt that applied to the S.B.U Gazi Yaşargil Training and Research Hospital emergency department between January 2013 and July 2018 were retrospectively reviewed.890 patients were included in the study. Groups were determined to determine whether patients had a history of psychiatric diagnosis before suicide attempt, genders and marital status were effective in suicide attempts. Patients whose archive information could not be reached and patients with incomplete information were not included in the research.
Pearson Chi-Square test was used to compare categorical variables.Quantitative variables were shown as mean ± SD (Standard Deviation) whereas categorical variables were shown as n (%).P value less than 0.05 was considered significant.
Zehirlenmeler tarihsel süreç boyunca toplumları yakından ilgilendiren sorunların başında gelmiştir(Chirasirisap K et al.1992). Paracelsus’un “her madde zehir özelliği gösterebilir ancak ilaç ile zehri birbirinden ayıran maddenin dozudur” ifadesi her maddenin zehir özelliği taşıyabileceğini göstermektedir(Rendell M et al.1978). Yirminci yüzyılın son yarısında meydana gelen gelişmeler, etkinliği olduğu kadar birçok zararı olan çok sayıda ilacı tıbbın kullanımına sunmuştur. Bu çalışma S.B.Ü Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi acil servis kliniğine Ocak 2013 ve Temmuz 2018 tarihleri suicid amaçlı başvurular geriye dönük incelendi. . Çalışmaya 890 hasta alındı, hastalar cinsiyetlerine, suicid girişimi öncesi psikiyatrik tanı geçmişi olup olmadığına ve suicid girişiminde medeni durumlarının etkili olup olmadığını belirlemek maksadıyla gruplar belirlendi. Arşiv bilgilerine ulaşılmayan, başvuru bilgileri eksik ya da tam olmayan hastalar araştırmaya dahil edilmemiştir. Kategorik değişkenlerin birbiri ile karşılaştırılmasında Pearson Chi-Square testi kullanıldı. Nicel değişkenler ortalama±SS(Standart Sapma) şeklinde gösterilirken kategorik değişkenler ise n(%) olarak gösterildi. P değeri 0,05 ten küçük anlamlı kabul edildi.
Original Article
Turkish Title : Türk tıp öğrencilerindeki biyolojik ritim bozukluklarının; anksiyete, depresyon, rüya anksiyetesi ve diğer sosyodemografik bileşenlerle ilişkisi
Arda Karagöl,Vahap Ozan Kotan
JNBS, 2019, 6(2), p:87-93
Purpose In this study, we investigate association of biological rhythm impairment with levels of anxiety, depression and dream anxiety and other sociodemographic correlates of Baskent University medical students. Methods 193 students who accepted to participate in the study from Baskent University School of Medicine Grades 1, 2, 3, 4 and 5, were enrolled to our study. Participants were administered the Beck Anxiety Inventory, Beck Depression Inventory, Dream Anxiety Scale, Biological Rhythm Scale and Sociodemographic Data Form. Results Participants’ biological rhythm (impairment) scores were found to be significantly associated with the Dream Anxiety Scale, Beck Depression Inventory and Beck Anxiety Inventory scores. Female students were found to have higher biological rhythm, activity rhythm, sleep rhythm, anxiety and dream anxiety scores, which means that they have higher anxiety levels and more impaired biological rhythms. Students who drowse in the lectures were found to have higher sleep, activity, social and dominant rhythm patterns with higher levels of dream anxiety and Beck Depression Inventory scores as well. Conclusions Biological rhythm impairment is related to dream anxiety, anxiety and increased depression levels. Smoking, alcohol consumption and having pet are factors negatively effecting biorhythms and increasing dream anxiety in medical students. Drowsing during the lectures is a common complaint of medical students and can be a sign of irregularity in the biological rhythms and psychiatric disorders like anxiety and depression as well. Encouraging medical students for having more regular biorhythms can help them ensuring their own mental health.
Bu çalışmada Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin biyolojik ritimleri ve rüya anksiyete düzeylerinin saptanması ve bu verilerin birbirleriyle ve öğrencilerin sosyodemografik özellikleriyle ilişkisinin ortaya konması amaçlanmıştır. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi 1, 2, 3, 4 ve 5. sınıflardan çalışmaya katılmaya gönüllü 193 öğrenciye Biyolojik Ritim Değerlendirme Ölçeği, Beck Anksiyete Ölçeği, Beck Depresyon Ölçeği, Rüya Bunaltı Ölçeği, uyku ilişkili verileri de değerlendiren sosyodemografik veri formu uygulanmıştır. 6.sınıf öğrencileri nöbet tutmaları nedeniyle çalışma dışı bırakılmıştır. Veriler SPSS.22 dosyasına girilmiştir. Biyolojik ritim değerlendirme ölçeği puanları ile rüya bunaltı ölçeği, Beck anksiyete ve depresyon ölçeklerinin puanları arasında pozitif korelasyon saptandı. Biyolojik ritimdeki bozulma arttıkça rüya bunaltı düzeyi, anksiyete ve depresif belirtiler de artmaktaydı. Kız öğrencilerin erkek öğrencilerle karşılaştırıldığında, biyolojik ritimleri daha düzensiz, anksiyete ve rüya anksiyete düzeyleri daha yüksek saptandı. Derste uyukladığını belirten öğrencilerde, uyuklamayan öğrencilere göre; uyku, aktivite, toplumsal ve baskın ritim örüntüsü puanları, rüya bunaltı ve Beck depresyon puanları daha yüksek saptandı. Biyolojik ritim ile rüya bunaltı, anksiyete ve depresif belirtiler ilişkilidir. Tıp öğrencilerinin sigara, alkol kullanımı ve evde evcil hayvan beslemeleri biyoritimleri ve rüya bunaltı düzeyleri üzerinde olumsuz etkiye sahip etmenlerdendir. Tıp öğrencilerinde derste uyuklama yakınması yaygın olup, bu durum biyoritimdeki düzensizlik için önemli bir gösterge olabilir. Öğrencilerin daha düzenli biyolojik ritimlere sahip olmaları için teşvik edilmesi, ruhsal açıdan daha sağlıklı ve daha başarılı olmalarını sağlayabilir.
Original Article
Turkish Title : Ebeveyn-çocuk internet kullanımı, aile içi iletişim, çocukların uyku kalitesi ve sosyal becerileri arasındaki ilişkinin incelenmesi
H. Ahmet Temizdemir,Zeynep Gümüş,Hüseyin Ünübol,H. Ozan Tekin
JNBS, 2019, 6(2), p:94-101
The main purpose of this study, to examine the usage relationship between parent-child internet usage, family communication, sleep quality and social skills of children. The data was obtained from a total of 101 people, consisting of parents theed and fourth grade students in elementary school (Reşet Gümüşer Primary School) Demographic Information Form, Parental Stress Index, Matson Social Skills Assessment Scale, Child Sleep Habits Scale and Family-Child Internet Addiction Scale were obtained. In the study, parent-child internet usage, family communication, sleep quality and social skills of the children were found to be significantly different. Explanatory analysis, a negative correlation between parental and nightly awakening sub-dimensions of parent-child internet usege from social skills self-directedness and sleep habits sub-dimensions is another finding. The use of technology today’s conditions emphasizes family life and healthy child development; It is important in terms of structuring in interventions and practices for parents to use internet, family functioning and healthy psychosocial development of children.
Bu çalışmanın temel amacı, ebeveyn-çocuk internet kullanımı, aile iletişimi, çocukların uyku kalitesi ve sosyal becerileri arasındaki ilişkiyi incelemektir. Veriler Kahramanmaraş Reşit Gümüşer İlköğretim Okulunda eğitim gören 3. ve 4. sınıf öğrencilerinin ebeveynlerinden oluşan toplam 101 kişide, Demografik Bilgi Formu, Ebeveyn Stres İndeksi, Matson Sosyal Becerileri Değerlendirme Ölçeği, Çocuk Uyku Alışkanlıkları Ölçeği ve Aile-Çocuk İnternet Bağımlılığı Ölçeği kullanılarak elde edilmiştir. Araştırmada ebeveyn-çocuk internet kullanımı, aile iletişimi, çocukların uyku kalitesi ve sosyal becerilerinin anlamlı farklılaştığı saptanmış, uyku alışkanlıkları alt boyutları ile ebeveyn stres ve sosyal beceri alt boyutlarının ilişkili olduğu bulunmuştur. Açıklayıcı analizler doğrultusunda, ebeveyn-çocuk internet kullanımının sosyal becerilerden, kendini yönetme ve uyku alışkanlıkları alt boyutlarından parasomni ve gece uyanma alt boyutları arasındaki negatif ilişki elde edilen diğer bir bulgudur. Çalışma günümüz koşullarında teknoloji kullanımının aile yaşantısı ve sağlıklı çocuk gelişimini vurgulaması; ebeveynlerin internet kullanımı, aile işlevselliği ve çocukların sağlıklı psikososyal gelişim göstermeleri adına yapılacak müdahalelerin ve uygulamaların yapılandırılması bakımından önem taşımaktadır.
Original Article
Turkish Title : Radyoloji çalışanlarında mesleki bilgi, iş doyumu, belirsizliğe tahammülsüzlük ve depresyon düzeylerinin ilişkisi
Diler Özyurt,Zeynep Gümüş,F.G.Hızlı Sayar,Hüseyin Ünübol,H.Ozan Tekin
JNBS, 2019, 6(2), p:102-107
The aim of the study is the safe usage of radiation, the lack of proficiency of radiology workers, job satisfaction based on uncertainly, to evaluate depression levels according to sociodemographic characteristics and to find out whether there is any connection between them. The data have been applied to 100 radiology workers in İstanbul; Minessota Job Satisfaction Scale, Beck Depression Scale and Uncertainty Intolerance Scale. Occupational information survey of radiology workers and obtaining sociodemographic form. Participants with a high level of professional knowledge in the study, job satisfaction scores were significantly high, a negative connection was found between the level of professional knowledge and depression between job satisfaction and depression levels. In this study, the level of occupational knowledge, job satisfaction, intolerance to uncertainty and depression levels of the radiology workers were investigated, in addition to raising professional knowledge level of the employees working in the field of radiology, it is also important to develop and disseminate radiation protection ways, to ensure job satisfaction and to reduce the level of depression.
Bu çalışmanın amacı, radyasyonun güvenli kullanımı konusunda, mesleki bilgi yetersizliği olan radyoloji çalışanlarının belirsizliğe bağlı olarak iş doyumu ve depresyon düzeylerini sosyodemografik özelliklere göre değerlendirmek ve aralarında bir ilişki olup olmadığını araştırmaktır. Çalışmadaki veriler İstanbul ilinde görevli 100 radyoloji çalışanına uygulanan; Minnesota İş Doyumu Ölçeği, Beck Depresyon Ölçeği, Belirsizliğe Tahammülsüzlük Ölçeği, Radyoloji Çalışanları Mesleki Bilgi Anketi ve Sosyodemografik Bilgi Formu kullanılarak elde edilmiştir. Araştırmada radyoloji çalışanlarının mesleki bilgi düzeyi, iş doyumu, belirsizliğe tahammülsüzlük ve depresyon düzeyleri sosyodemografik olarak incelenmiş; mesleki bilgi düzeyi yüksek olan katılımcıların, iş doyumu puanları anlamlı düzeyde yüksek, mesleki bilgi düzeyi ile depresyon puanları arasında ve iş doyumu ile depresyon düzeyleri arasında negatif bir ilişki bulunmuştur. Bu araştırma radyoloji alanında çalışanların mesleki bilgi düzeylerinin yükseltilmesinin yanı sıra radyasyondan korunma yollarının geliştirilip yaygınlaştırılması, iş doyumunun sağlanması ve depresyon düzeyinin düşürülmesi için önem taşımaktadır.
Original Article
The use of deep learning algorithms on eeg based signal analysis
Turkish Title : Elektroensefalografi tabanlı sinyallerin analizinde derin öğrenme algoritmalarının kullanılması
Çağlar Uyulan,Türker Tekin Ergüzel,Nevzat Tarhan
JNBS, 2019, 6(2), p:108-124
Conventional machine learning algorithms are widely used in the processing and classification of biomedical data in the literature. However, in recent years, it becomes a necessity to use a multi-layered learning network due to the increase in the resolution and quantity of the data. The concept of deep learning comprises the whole set of applications that separate sub-classes with high performance, especially in the case of the existence of multi-dimensional data and insufficient human-decision making processes. These methods have the ability to examine the inter-departmental interactions of data in depth. Deep learning is superior to conventional machine learning methods because too many observational data are learned based on increasingly complex patterns. In addition, when the data size is enhanced, superiority difference over conventional machine learning methods is remarkably increased.
Electroencephalography (EEG) data can be expressed in high-dimensional, complex and spatial domains. It is suitable for analysis using deep learning-based networks as they have the potential to work with large datasets. Deep learning models developed for the analysis of EEG signals are expected to automate many repetitive cognitive tasks.
This review article covers the general introduction of deep learning architectures used in the field of biomedical and neuroscience, the applications of these architectures on EEG-based analytical tasks, possible difficulties encountered and possible solutions. As a result of a detailed study, it has been seen that deep learning methods extract complex patterns in the clinical or cognitive data and present a strong method to determine the abstract relationships between different types of data.
This study addresses the needs of deep learning-based applications in clinical practice and neuroscientific research and aims to provide researchers with an overview of the deep learning-based analysis methodology of EEG signals and potential challenges in future research.
Geleneksel makine öğrenimi algoritmaları, literatürdeki biyomedikal verilerin işlenmesi ve sınıflandırılmasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte, son yıllarda, verilerin çözünürlüğünde ve miktarındaki artış nedeniyle çok katmanlı bir öğrenme ağının kullanılması zorunlu hale gelmektedir. Derin öğrenme kavramı, özellikle çok boyutlu verilerin varlığı ve insan karar verme süreçlerinin yetersiz olması durumunda alt-sınıfları yüksek performansla ayıran tüm uygulama grubunu kapsamaktadır. Bu yöntemler, verilerin bölümler arası etkileşimlerini derinlemesine inceleme yeteneğine sahiptir. Derin öğrenme geleneksel makine öğrenme yöntemlerinden üstündür çünkü çok karmaşık gözlemlere dayanan çok fazla gözlemsel veri öğrenilir. Ek olarak, veri boyutu artırıldığında, geleneksel makine öğrenme yöntemlerine göre üstünlük farkı dikkat çekmektedir. Elektroensefalografi (EEG) verileri yüksek boyutlu, karmaşık ve mekansal alanlarda ifade edilebilir. Büyük veri setleriyle çalışma potansiyeline sahip olduklarından dolayı, derin öğrenme tabanlı ağlar kullanılarak yapılan analizler için uygundur. EEG sinyallerinin analizi için geliştirilen derin öğrenme modellerinin, birçok tekrarlayıcı bilişsel görevi otomatikleştirmesi beklenmektedir. Bu derleme makalesinde; biyomedikal ve nörobilim alanında kullanılan derin öğrenme mimarilerinin genel tanıtımı, bu mimarilerin EEG tabanlı analitik görevler üzerindeki uygulamaları, karşılaşılan olası zorluklar ve olası çözümler ele alınmaktadır. Ayrıntılı bir çalışmanın sonucunda, derin öğrenme yöntemlerinin klinik veya bilişsel verilerdeki karmaşık kalıpları çıkardığı ve farklı veri türleri arasındaki soyut ilişkileri saptamak için güçlü bir yöntem sunduğu görülmüştür. Bu çalışma, klinik uygulama ve nörobilimsel araştırmalarda, derin öğrenmeye dayalı uygulamaların gereksinimlerini ele almakta ve araştırmacılara, EEG sinyallerinin derin öğrenme temelli analiz metodolojisine ve gelecekteki araştırmalardaki potansiyel zorluklara genel bir bakış sunmayı amaçlamaktadır.
Original Article
Investigation of catechol -O-methyl transferase (COMT) rs4680 polymorphism in swimmers and skiers
Turkish Title : Yüzücü ve kayaklı koşucularda katekol-o-metiltransferaz (comt) rs4680 polimorfizminin araştırılması
H. Büşra Bahat,Sezgin Kapıcı,Canan Sercan,Gökhan Tuna,Ömer Kaynar,Fatih Binici,Korkut Ulucan
JNBS, 2019, 6(2), p:125-128
Sports genetics studies are gaining importance day by day and the kind of exercise that athletes are prone to can be determined as a result of these studies. In our study, we aimed to analyze the rs4680 polymorphism of the Catechol-O-Methyltransferase (COMT) gene, which plays an important role in the development of athletic performance, in swimmers and young national ski runners and to compare them with the sedentary individuals. 19 ski runners, 24 swimmers and 45 sedentary individuals were enrolled for the study. Buccal cells were collected with the help of the collector swap and DNA isolations were made by using a commercially available isolation kit. Genotyping was completed by real time polymerase chain reaction (RT-PCR). Comparison of variables between groups was performed by chi-square test. According to the results, in swimmers, AG and GG genotype distributions were found as 13 (%54,17) ve 11 (%45,83), respectively, whereas same genotypes were found as 15 (% 78.95) and 4 (%21.05), in skie runners. We detected no AA genotype in athletes. For sedentary individuals, the respective numbers of AA, AG, and GG genotypes were 4 (%8,89), 24 (%53,33) and 17 (%37,78). No statistically significant difference was determined in the terms of genotypes. When we consider the allelic distributions, in swimmers, A allele was counted as 13 (%27.08) and G allele as 35 (67,44), whereas the same numbers for ski runners were 15 (%39.47) and 23 (%60.53) for A and G alleles, respevtively. For the sedentary group, A allele was counted as 32 (%35.56) and G allele as 58 (%64,44). For the alleles, we detected no significant difference between athletes and sedentary group. COMT rs4680 polymorphism plays an active role in the metabolism of dopamine and is an important genetic marker in determining athletic performance. To support our findings, more studies including the related polymorphisms are needed.
Spor genetiği çalışmaları gün geçtikçe önem kazanmaktadır ve sporcuların ne tür egzersizlere yatkın oldukları bu çalışmaların sonucunda belirlenebilmektedir. Çalışmamızda atletik performansın oluşmasında ve geliştirilmesinde önemli rol oynayan Katekol-O-Metiltransferaz (COMT) geninin rs4680 polimorfizmini yüzücülerde ve genç milli kayaklı koşucularda analiz etmeyi ve sedanter bireyler ile karşılaştırmayı hedefledik. Çalışmamıza 19 kayaklı koşucu, 24 yüzücü ve 45 sedanter birey katılmıştır. Sporculardan hücre toplama çubukları yardımıyla epitel hücreler alınmış, alınan ağız içi epitel hücrelerden DNA izolasyonları ticari kit kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Genotipleme ise Gerçek Zamanlı Polimeraz Zincir Reaksiyonu (RT-PCR) yöntemi ile tamamlanmıştır. Gruplar arasında değişkenlerin karşılaştırılması Ki-kare testi ile gerçekleştirilmiştir. Yüzücülerde AG ve GG genotip dağılımları sırasıyla 13 (%54,17) ve 11 (%45,83) olarak bulunurken kayaklı koşucularda ise 15 (% 78.95) ve 4 (%21.05) olarak saptanmıştır. Sporcu grubunda AA genotipine rastlanmamıştır. Sedanter bireylerde ise AA, AG ve GG genotip dağılımları sırasıyla 4 (%8,89), 24 (%53,33) ve 17 (%37,78) olarak bulunmuştur. Genotip bakımından sporcular ve sedanterler arasında istatistiksel açıdan herhangi bir fark bulunmamıştır. Allel frekans dağılımlarında ise yüzücülerde A alleli 13 (%27,08) ve G alleli 35 (%72,92) olarak saptanmıştır. Kayaklı koşucularda A alleli 15 (%39.47), G alleli ise 23 (%60.53) olarak sayılmıştır. Sedanterlerde ise A alleli 32 (%35,56) , G Alleli 58 (%64,44) olarak bulunmuştur. Allel dağılımlarında da istatistiksel açıdan herhangi bir fark saptanmamıştır. COMT rs4680 polimorfizmi dopamin metabolizmasında aktif rol oynamaktadır ve atletik performansın belirlenmesinde önemli bir genetik belirteçtir. Daha fazla sporcu üzerinde yapılacak analizler ile ilgili polimorfizmin etkisinin desteklenmesine ihtiyaç vardır.
Original Article
Turkish Title : Türk atlet topluluğunda monokarboksil transferaz 1 (rs1049434) polimorfizmi’nin heterozigot genotipi yaygındır
Meryem Kevser Zelka,Emel Serdaroğlu Kaşıkçı,Canan Sercan Doğan,Sezgin Kapıcı,Korkut Ulucan,Muhsin Konuk
JNBS, 2019, 6(2), p:129-132
There are many parameters that have effects the success of athletes, like exercise, motivation, determination, nutrition, all of which have genetic backgrounds. To have the optimal approach, all of these conditions should complement each other. In this study, we aimed to analyze and compare the monocarboxyl transferase 1 (MCT1) rs1049434 polymorphism, which is important to determine the lactate levels, in long and short distance running athletes. A total of 30 athletes, 15 of which were power athletes and 15 were endurance, were enrolled for the study. DNA isolations were carried out by using commercially available DNA isolation Kit, and genotyping process was by real-time PCR. Of the 15 power athletes, 14 (93%) and 1 (7%) athletes had AT and TT genotypes, respectively. We detected no AA genotype in power athletes. In endurance cohort, 4 (27%), 8 (53%) and 3 (20%) athletes had AA, AT and TT genotypes, respectively. When we count the alleles, A allele was counted as 14 (47%) and 16 (53%) in power and endurance athletes. For T allele, 16 (53%) and 14 (47%) were counted in power and endurance cohorts. No statistically significant difference was found between groups in the terms of genotype and allele. In our cohort, AT genotype was higher in both groups, whereas both alleles were equal in our cohort. Our basic goal is to be able to channel the athlete correctly and carry it to maximum success in a shorter period of time considering the genetic predisposition.
Egzersiz, motivasyon, azim, beslenme, sahip olunan tüm genetik geçmiş gibi atletlerin başarılarına etki eden çok sayıda parametre bulunmaktadır. Optimal bir yaklaşıma sahip olmak için, bu koşulların tamamı birbiri ile tamamlayıcı olmalıdır. Bu çalışmada uzun ve kısa mesafe koşucu atletlerde laktat düzeylerini saptamada önemli olan monokarboksil transferaz 1 (MCT1) rs 1049434 polimorfizmini karşılaştırmak ve analiz etmeyi amaçladık. Çalışmamızda 15 güçlü, 15 dayanıklı toplam 30 atlet kaydedildi. DNA izolasyonları ticari olarak mevcut DNA izolasyon kiti ve genotip süreçleri real time PCR kullanılarak gerçekleştirildi. 15 güçlü atlette sırasıyla 14 (% 93) AT, 7 (%1)‘inde TT genotipi olduğu tespit edildi. Güçlü atletlerde AA genotipi tespit edilmedi. Dayanıklı toplulukta AA, AT ve TT genotipleri sırasıyla 4 (% 27), 8 (% 53) ve 3 (% 20)‘idi. Alleller sayıldığında, güçlü ve dayanıklı atletlerde sırasıyla A alleli 14 (% 47), ve 16 (% 53) olarak sayıldı. T alleli için güç ve dayanıklı topluluklarda sırası ile 16 (% 53) ve 14 (% 47) olarak sayıldı. Geneotip ve allel bakımından gruplar arasında istatistiksel bir anlamlılık bulunmamıştır. Çalışmamızda AT genotipi her iki grupta da daha yüksektir, oysa diğer allelller eşittir. Temel hedefimiz genetik yatkınlık dikkate alınarak kısa bir zaman periyodunda atletin maksimum başarıya ulaşmak için doğrudan mı ya da taşıyıcı mı bağlantısını kurabilmektir.
Original Article
Turkish Title : Diyete devam eden otizmli çocuklarda Metilentetrahidrofolat Redüktaz (MTHFR) geni C677T polimorfizminin belirlenmesi
Muhsin Konuk,Öznur Yılmaz,Sezgin Kapıcı,Canan Sercan,Hasan önal,Abdurrahman Akgün,Korkut Ulucan
JNBS, 2019, 6(2), p:133-137
Objective: Genetic and environmental risk factors constitute the major part of the etiology of autism, a multifactorial disorder. In this study, we aimed to investigate the MTHFR (Methyltetrahydrofolate Reductase Gene) C677T polymorphism in autistic children who were subjected to glutamate - caseinous and GAPS (Bowel and Psychology Syndrome) diets and to determine whether autism was related to decrease of enzyme activity caused by 677T allele of MTHFR gene.
Materials and Methods: Thirty autistic and 90 healthy children were included in the study. DNA was obtained using a special commercial kit (GeneAll, Korea). Genotyping was performed by PCR - RFLP (Polymerase Chain Reaction-Restriction Fragment Length Polymorphism) protocol and images were obtained by agarose gel electrophoresis.
Results and Discussion: No statistically significant difference was found in the MTHFR 677T allele frequency as 13.33% in the patient group and 19.4% in the control group as p = 0.285. Due to the fact that the number of patients included in the study was not desired and not homogeneous, we recommend looking at MTHFR A1298C polymorphism and COMT (catechol-O-methyltransferase), BDNF (brain-derived neurotrophic factor), PTEN (phosphate and tensin homolog) genes.
Amaç: Multifaktöriyel bir bozukluk olan Otizmin etiyolojisinin büyük bir kısmını genetik ve çevresel risk faktörleri oluşturur. Çalışmamızda glutensiz - kazeinsiz ve GAPS (Bağırsak ve Psikoloji Sendromu) diyetlerine tabi tutulan Otistik çocuklarda MTHFR (Metilentetrahidrofolat Redüktaz Geni) C677T polimorfizminin incelenmesi ve MTHFR geninin 677T allelinden kaynaklanan enzim aktivitesi azalmasının Otizmle ilişkili olup olmadığının belirlenmesi amaçlandı. Materyal ve Metot: Çalışmaya 30 Otistik ve 90 sağlıklı çocuk katıldı. DNA eldesi özel ticari kit (GeneAll, Kore) kullanılarak sağlandı. Genotipleme ise PZR - RFLP (Polimeraz Zincir Reaksiyonu - Restriksiyon Fragment Uzunluk Polimorfizmi) protokolü ile gerçekleştirildi ve agaroz jel elektroforezinde yürütülerek görüntü elde edildi. Sonuçlar ve Tartışma: MTHFR 677T allel frekansı hasta grubunda %13,33 ve kontrol grubunda %19,4 bulunması sonucunda p=0,285 olarak hesaplandığı için istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Çalışmaya alınan hastaların sayısının istenilen sayıda ve homojen olmaması nedeniyle daha kapsamlı çalışmalar yapılmasının yanında MTHFR A1298C polimorfizmine ve COMT (katekol-O-metiltransferaz), BDNF (beyin-türevli nörotrofik faktör), PTEN (fosfat ve tensin homolog) genlerine bakılmasını öneririz.
Original Article
Dimensional personality model characteristics of female adolescents with major depressive disorder
Turkish Title : Major depresif bozukluk tanılı kız ergenlerin boyutsal kişilik model özellikleri
Mert Besenek,Burak Okumus
JNBS, 2019, 6(2), p:138-148
Given the lack of studies focusing on this topic, we aimed to evaluate the dimensional personality characteristics of adolescents with Major Depressive Disorder based on the DSM-5 and to determine the relationship between pathological personality traits and psychopathology. This study was done in Turkish population and data of 70 female patients ranging in age between 11 and 18, who were admitted to the Child and Adolescent Psychiatry outpatient clinic with depressive symptoms, was analyzed. We cross-sectionally analyzed DSM-5 Personality Inventory Child Form-Short Version (PID-5-CSV) dimensional scores and the correlation between PID-5-CSV and Beck Depression Inventory (BDI) scores, and compared the PID-5-CSV features between depression severity groups that were formed based on the BDI cut-off ranks. A positive correlation was found between depression severity and total scores of the PID-5-CSV, indicating an increased risk of personality psychopathology. Some of the dimension scores were also positively correlated with BDI scores, putting these patients at risk for specific personality disorders (PD), especially Borderline PD. Significantly lower Antagonism dimension scores were found, which has not been reported in the literature before; this may indicate a possible risk factor for Avoidant PD. Results from this study may suggest that the PID-5-CSV is an effective way to assess personality traits and implement dimensional personality characteristics into the psychiatric diagnosis and treatment process. Studies with control groups and mixed gender samples are needed for further clarification in this field.
Bu alanda yapılmış olan çalışmaların kısıtlı olduğu göz önünde bulundurularak çalışmamızda; Major Depresif Bozukluk tanısı olan kız ergenlerin kişilik özelliklerinin DSM-5 Boyutsal Modeli’ne göre değerlendirilmesi ve patolojik kişilik özellikleri ile psikopatoloji arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışma kapsamında Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi polikliniğine depresif bulgular ile başvuran, yaşları 11 ile 18 arasında olan toplam 70 kız ergenin verileri değerlendirilmiştir. Kesitsel olarak DSM-5 Kişilik Envanteri Çocuk Formu-Kısa Versiyonu (KED-5-ÇKV) boyut puanları ile Beck Depresyon Envanteri (BDE) puanları arasındaki ilişki araştırılmış ve KED-5-ÇKV özellikleri BDE kesme değerlerine göre belirlenen depresyon şiddeti grupları arasında karşılaştırılmıştır. Depresyon şiddeti ile KED-5-ÇKV toplam puanları arasında saptanan pozitif korelasyon, kişilik psikopatolojileri açısından yüksek riski göstermektedir. Bazı alt boyut puanlarının da BDE puanlarıyla ilişkili saptanması bu olguların, başta Borderline Kişilik Bozukluğu (KB) olmak üzere, birçok KB açısından riskli durumda olduklarını göstermektedir. Saptanan belirgin düşük Karşıtlık puanları ise daha önce yazında belirtilmemiş bir bulgudur ve gelişebilecek Kaçıngan KB riskini gösteriyor olabilir. Çalışmamızın sonuçları KED-5-ÇKV’nin; kişilik özelliklerinin değerlendirilmesi ve boyutsal kişilik özelliklerinin psikiyatrik tanı ve tedavi sürecine dahil edilmesi kapsamında oldukça etkin olduğunu göstermektedir. Bu alanda daha belirgin sonuçlara ulaşmak için hem kız hem erkeklerden oluşan ve kontrol grubu içeren çalışmalara ihtiyaç vardır.
Original Article
Turkish Title : Albino ratlarda alcl3 ve kronik zorlu yüzme stresine bağlı bellek ve bilişsel bozulmaların nöroetolojik çalışması
Rafi Hira,Rafiq Hamna,Khan Ruba,Ahmad Fahad,Anis Javaria,Farhan Muhammad
JNBS, 2019, 6(2), p:149-158
Memory disorders could be caused due to occurrence of various neurological disorders including strokes, neurodegenerative diseases, trauma, anxiety or depressive disorders. Aluminium is a well-known neurotoxicant and is associated with several neurodegenerative diseases that caused memory deficits and CNS functional impairments related to memory and learning whereas chronic forced swim stress affects learning abilities and impaired various brain regions such as prefrontal cortex and hippocampus which are involved in memory and learning processes. 36 male Albino wistar rats were divided into three groups: a) water (p.o.) control, b) AlCl3 (100 mg/kg bodyweight) (i.p.) test I and c) forced swim stress (20 oC, 10 minutes) test II for 14 days. Behaviors were assessed in Light/Dark transition Box, Open Field Test, Novel Object Recognition Test (NOR), T Maze Test and Morris Water Maze Test. Body weight and food intake were observed weekly. Animals administered with AlCl3 and FSS revealed reduced body weight and food intake while decreased total numbers of square crossed with greater latency to move in open field test and reduced time spent and entries in bright area of light/dark box. Deficient spatial memory in Morris water maze and T maze test and reduced discrimination index along with decreased duration of interactions with novel object in NOR test were observed in learning and memory tests. Present study determines that AlCl3 and FSS treatment could induce memory and cognitive impairment that lead to behavioral deficits and various other psychopathologies.
Bellek bozuklukları; inme, nörodejeneratif hastalıklar, travma, anksiyete veya depresif bozukluklar dahil olmak üzere çeşitli nörolojik bozuklukların ortaya çıkmasından kaynaklanabilir. Alüminyum iyi bilinen bir nörotoksiktir ve hafıza ve öğrenmeyle ilgili Santral Sinir Sistemi işlevsel bozukluklarına neden olan çeşitli nörodejeneratif hastalıklar ile ilişkilendirilir. Kronik zorlu yüzme stresi, prefrontal korteks ve hipokampus gibi öğrenme ve bellek süreçlerinde görev alan beyin bölgelerini etkiler. Bu araştırmada 36 erkek albino wistar rat üç gruba ayrılmıştır: Grup I: Kontrol (Su p.o.), Grup II: AlCl3 (vücut ağırlığına göre 100 mg / kg) (i.p.) testi I ve Grup III: zorlu yüzme stresi (20 oC, 10 dakika) 14 gün boyunca test II. Davranışlar Açık / Koyu Geçiş Kutusu, Açık Alan Testi, Yeni Nesne Tanıma Testi (NOR), T Labirent Testi ve Morris Su Labirent Testi’nde değerlendirilmiştir. Vücut ağırlığı ve besin alımı haftada bir gözlenmiştir. AlCl3 ve Zorlu Yüzme Testi uygulanan deneklerde vücut ağırlığı ve gıda alımının azaldığı, açık alan testinde hareket etmek öncesi daha uzun gecikme süresi kullandığı, geçilen kare sayısının azaldığı, açık / koyu kutuların aydınlık alanlarına girişlerin sayısının ve alanda geçirilen sürenin azaldığı ortaya konmuştur. Öğrenme ve bellek testlerinde Morris su labirentinde ve T labirent testinde uzamsal bellekte bozulma, Yeni Nesne Tanıma testinde yeni nesneyle etkileşimin süresinde azalma ve ayırt etme endeksinde azalma gözlenmiştir. Bu çalışma AlCl3 ve Zorlu Yüzme Testi uygulamalarının davranışsal bozukluklar ya da diğer psikopatolojilere yol açabilecek olan bellek kusurları ve bilişsel bozulmalar ilişkili olabileceğini göstermektedir.
ISSN (Print) | 2149-1909 |
ISSN (Online) | 2148-4325 |
2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.