Years
2017
Categories
Authors
- Ayse Kaya Goktepe (1)
- Baris Metin (2)
- Bernis Kaya (1)
- Can Akpinaroglu (1)
- Cumhur Tas (2)
- Ebru Kirli (1)
- Emin Serin (1)
- Fatrmanur Dolu (1)
- Gokben Hizli Sayar (1)
- Guliz Ozgen (2)
- Gulru Elver Gursoy (1)
- Habib Erensoy (3)
- Hasan Mervan Aytac (4)
- Huseyin Unubol (1)
- Huseyin Yumrukcal (2)
- Ilker Ozyildirim (1)
- Korkut Ulucan (1)
- Nevzat Tarhan (2)
- Pinar Gokceimam (1)
- Ramazan Pehlivan (1)
- Salih Kivilcim (1)
- Serkan Islam (1)
- Tonguc Demir Berkol (2)
ARTICLES
Editorial
Turkish Title : Editörden
Cumhur Tas
JNBS, 2017, 4(2), p:42-42
-
-
Original Article
Realiability and validity of Uskudar fear of missing out scale
Turkish Title : Üsküdar gelişmeleri kaçırma korkusu ölçeğinin geçerlilik vegüvenilirlik çalışması
Baris Metin,Ramazan Pehlivan,Nevzat Tarhan
JNBS, 2017, 4(2), p:43-46
Fear of Missing Out (FOMO) is an emerging concept related to internet and social media usage. FOMO is described as feelinganxiety when the person does not use social media. Studies showed that FOMO affects well-being negatively. In this study, weaimed to build a Turkish scale for measuring FOMO. For this, 31 items were prepared and in the final scale 22 items were retained.The reliability and validity measures were found to be adequate. For the future studies, we recommend to test the scale also withthe adolescent population and to explore the relationship between FOMO and well-being.
Gelişmeleri Kaçırma Korkusu (GKK) son yıllarda öne çıkan ve problemli internet-sosyal medya kullanımı ile ilişkili bir kavramdır.Özellikle genç bireylerde sosyal medya kullanılamadığı zamanlarda ortaya çıkan bir kaygı olarak tanımlanan GKK’nın çalışmalardaiyi oluşu da negatif yönde etkilediği bulunmuştur. Bu çalışmada Türkçe’ye orijinal bir GKK ölçeği kazandırılması amaçlanmıştır.Orijinal olarak 31 maddeyle hazırlanan ölçeğin yapılan analizler sonrası 22 maddesi son haline dâhil edilmiştir. Analizler sonucuölçeğin geçerlilik ve güvenilirliği yeterli düzeyde bulunmuştur. Gelecek çalışmalarda ölçeğin ergenlere de uyarlanması ve özellikleGKK ile iyi oluş arasındaki ilişkileri tespite yönelik çalışmaların artırılması tavsiye edilmekledir.
Original Article
EEG findings during flow state
Turkish Title : Akış durumunda EEG bulguları
Baris Metin,Ayse Kaya Goktepe,Bernis Kaya,Emin Serin,Cumhur Tas,Fatrmanur Dolu,Nevzat Tarhan
JNBS, 2017, 4(2), p:47-52
Flow state emerges when a person engages in autotelic activities, which are both enjoyable and challenging. While studies generally focused on qualitative data of flow state, a few were conducted on psychophysiological basis of it. Present study aimed to investigate EEG correlates of flow. Twenty participants preliminarily filled out Flow Short Scale Turkish Version and completed a ping-pong game at two levels (slow-boring and fast-flow) during EEG recording. The results revealed that theta power was significantly greater for all regions during flow condition compared to non-flow condition and delta power was significantly greater during flow on central and parietal regions. There is no difference between flow/non-flow conditions for coherence. A positive correlation was found between delta and theta powers and subscales scores of Flow Short Scale. The increases in these theta and delta frequency bands could be important indicators of flow state. The coherence results revealed that interhemispheric synchronization was not modified by flow. If confirmed with multiple tasks and in clinical groups, EEG correlates of flow state could be useful increase performance and well-being.
Akış, kişilerin zorlayıcıyken aynı zamanda eğlenceli olan ototelik aktiviteleri gerçekleştirmesi sırasında ortaya çıkar. Akış ile ilgiliçalışmalar genellikle kalitatif yöntemlere yoğunlaşırken, akışın psikofizyolojik temelleri üzerine çok az çalışma yapılmıştır. Buçalışma akışın nöral temellerini araştırmayı amaçlamaktadır. Çalışma kapsamında 20 katılımcı Akış Kısa Ölçeği Türkçe Versiyonutamamladıktan sonra, EEG kaydı süresince yavaş (sıkıcı) ve hızlı (akış) olmak üzere iki farklı seviyede ping-pong oyunu oynamışlardır.Sonuçlarına göre akış koşulunda akış olmayan koşula göre, teta gücü tüm bölgelerde daha yüksek ve delta gücü ise santral veparietal bölgelerde daha yüksektir. Koherans için koşullar arasında anlamlı bir farkında bulunamamıştır. Teta ve delta bantlarıile Akış Kısa Ölçeği alt ölçekleri arasında pozitif korelasyon saptanmıştır. Teta ve delta bandındaki artış akış durumunun önemligöstergeleri olabilir. Sonuçlar farklı paradigmalar ve hasta gruplarında tekrarlandığı durumda, akış durumunun elektrofizyolojiktemelleri performansı ve iyi oluş halini arttırmak için kullanılabilir.
Original Article
Turkish Title : Tip 2 diabetes mellituslu hastalarda insülin kullanımına psikolojikdirenç oluşturabilecek algı ve düşüncelerin saptanması
Ebru Kirli,Tonguc Demir Berkol,Hasan Mervan Aytac,Huseyin Yumrukcal,Habib Erensoy,Guliz Ozgen
JNBS, 2017, 4(2), p:53-62
Diabetes Mellitus (DM) is chronic, metabolic disease characterized by hyperglycemia. It has been widely observed that large proportion of patients show psychological resistance to the initiation of insulin treatment, and as a result they are exposed to many complications of diabetes. It was aimed to identify the perceptions and beliefs that cause psychological insulin resistance among Type 2 DM diagnosed patients, to determine relationship between sociodemographic data and these perceptions & beliefs. In research, 120 patients diagnosed with type 2 DM were included followed by outpatient clinic of Bursa Þevket Yýlmaz State Hospital Internal Medicine Unit. Patients were evaluated with socio-demographic information form, diabetes-related problem areas scale (PAID), insulin treatment assessment scale (ITAS), state and trait anxiety inventory (STAI), beck depression inventory (BDI). The average PAID score of patients is 63.75±13.88, BDI scores: 15.16±8.25, State Anxiety Inventory (SAI) subscale scores: 41.96±3.74, Trait Anxiety Inventory (TAI) subscale scores: 46.80±5.52. Correlation was found between age, duration of diabetes, sex, marital status, education level, employment status, type of treatment, the level of importance of blood sugar regulation, the difficulty level of blood glucose adjustment,complications, currently treatment for depression and certain items of ITAS. Similarly, relationship was found between certain items of ITAS and total PAID scores, SAI subscale scores, TAI subscalescores. As a result, it has been found that patients have psychological resistant to start insulin therapy and this is caused by large number of negative perceptions and thoughts. Cognitive interventions for perceptions and thoughts can reduce psychological resistance to insulin therapy.
Diyabetes Mellitus (DM), hiperglisemi ile karakterize, kronik, metabolik bir hastalıktır. Hastaların büyük bir bölümünün insülin tedavisinebaşlamaya psikolojik anlamda direnç gösterdiği yaygın olarak gözlemlenmekte, bu nedenle de diyabetin birçok komplikasyonuna maruzkaldıkları görülmektedir. Tip 2 DM tanısı almış hastalar arasındaki psikolojik insülin direncine neden olan algı ve inançları saptamak,bu düşünce ve algıların sosyodemografik verilerle ilişkisini belirlemek amaçlanmıştır. Araştırmaya, Bursa Şevket Yılmaz DevletHastanesi Dâhiliye Birimi Diyabet Polikliniğinden takip edilen Tip 2 DM tanılı 120 hasta dâhil edilmiştir. Hastalar; sosyodemografik bilgiformu, diyabetle ilgili sorunlu alanlar ölçeği (DİSA), insülin tedavisini değerlendirme ölçeği (İTAS) ile değerlendirilmiştir. Olguların%65’i (n=78) kadın, %35’i (n=42) erkektir. Olguların DİSA puanları ortalama 63.75±13.88, BDO puanları 15.16±8.25, DKÖ puanları41.96±3.74, SKÖ puanları ise 46.80±5.52’dir. ITAS’ın bazı maddeleri ile yaş, diyabet süresi, cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi,çalışma durumu, tedavi çeşidi, kan şekeri ayarlamanın önem düzeyi, kan şekerini ayarlamada güçlük çekme düzeyleri, komplikasyongelişme durumu, şuan depresyon tedavisi alma durumu arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Benzer şekilde bazı ITAS maddeleri ileDISA toplam puanı, DKÖ puanı ve SKÖ puanı arasında ilişki olduğu gözlenmiştir. Sonuç olarak hastaların insülin tedavisine başlamayapsikolojik direnç gösterdikleri, bu direncin çok sayıda olumsuz algı ve tutumlardan kaynaklandığı bulunmuştur. Algı ve düşüncelereyönelik kognitif müdahaleler insülin tedavisine olan psikolojik direnci azaltabilir
Original Article
Childhood mental trauma in adult obsessive compulsive disorder patients
Turkish Title : Erişkin obsessif kompulsif bozukluk tanılı hastalardaçocukluk çağı ruhsal travmaları
Salih Kivilcim,Habib Erensoy,Hasan Mervan Aytac
JNBS, 2017, 4(2), p:63-71
Obsessive Compulsive Disorder (OCD) is a mental disorder characterized by obsessions and/or compulsions. Athough some epidemiological studies take part in literature, which claim that traumatic life events in childhood ages are observed more in patients with OCD compared to healthy population, the number of these studies is limited.In this study it is aimed to compare OCD patients with healthy volunteers in terms of traumatic life events in childhood ages. With 25 consecutive patients who are diagnosed as OCD and whose treatment continues, 25 healthy controls equivalented in terms of sociodemographic features are icluded in the study. Sociodemographic Data Form, Childhood Age Trauma Quarter (CTQ) and Maudley Obsessive Compulsive Question List (MOCQL) are applied to the participants. Significance Value in statistical level is accepted as p< 0,05. In OCD patient group, CTQ scores are found high in statistical level compared to healthy controls.It has been determined that there is a significant relationship between total score of MOCQL slowness subscale scores, subscalescores of sexual and emotional abuse, MOCQL rumination subscale scores and CTQ sexual abuse scores. Compared to healthy controls,more findings of traumatic life event in childhood age are observed within OCD patients.
Obsesif Kompulsif Bozukluk (OKB), obsesyon ve/veya kompulsiyonlar ile karakterize ruhsal bir bozukluktur. OKB hastalarındaçocukluk çağı travmatik yaşam olaylarının sağlıklı nüfusa göre daha fazla olduğunu ortaya koyan epidemiyolojik çalışmalar,literatürde yerini almasına rağmen bu çalışmaların sayısı sınırlıdır. Bu çalışmada OKB hastaları ile sağlıklı gönüllülerin çocuklukçağı travmatik yaşam olayları açısından karşılaştırılması amaçlanmıştır. OKB tanısı almış ve tedavileri devam eden 25 ardışıkhasta ile sosyodemografik özellikler açısından denkleştirilmiş 25 sağlıklı kontrol çalışmaya alındı. Katılımcılara SosyodemografikVeri Formu, Çocukluk Çağı Travmaları Ölçeği (CTQ) ve Maudley Obsesif Kompulsif Soru Listesi (MOKSL) uygulandı. İstatistikseldüzeyde anlamlılık değeri p<0,05 olarak kabul edildi. OKB hasta grubunda sağlıklı kontrollere göre CTQ puanları istatistikseldüzeyde yüksek bulundu. MOKSL yavaşlık alt ölçeği puanlarının CTQ toplam puanı, cinsel istismar ve duygusal istismar alt ölçekpuanları ve MOKSL ruminasyon alt ölçeği puanlarının CTQ cinsel istismar puanları ile anlamlı düzeyde ilişkili olduğu belirlendi.OKB hastalarında sağlıklı kontrollere göre daha fazla çocukluk çağı travmatik yaşam olayları bulguları görülmektedir
Original Article
Differences in men and women with bipolar-1 diagnosed patients
Turkish Title : Bipolar bozukluk tip 1 tanılı hastalarda kadın ve erkek farklılıkları
Tonguc Demir Berkol,Hasan Mervan Aytac,Serkan Islam,Huseyin Yumrukcal,Guliz Ozgen,Ilker Ozyildirim
JNBS, 2017, 4(2), p:72-76
The importance of gender on phenomenology and course of bipolar illness has been an increased focus of study over recent years. The purpose of present study was to examine whether gender differences exist in the sociodemographic characterictics, age of onset, severity of disease, number & type of episodes, symptomatology and treatment response of bipolar disorder. The life charts of 300 (193 female; 107 male) patients with BD type-I were evaluated retrospectively. BD diagnosis of patients was given by two experienced clinicians in accordance with DSM-IV-TR criteria. A semi-structured chart which was developed to assess sociodemographic and clinical features of patients and “mirror design” method was utilized for the assessment of patients’ response patterns to maintenance treatment. Bipolar women were significantly more likely to have history of (at least one) any mood episode than bipolar men. However no significant gender differences emerged in number of manic or mix episodes; whereas, women had more depressive episodes. Frequency of psychotic episodes (at least one episode during lifetime) was higher for men than women.. There was also no significant gender difference in terms of response to lithium and anticonvulsant maintenance treatment, mean episode severity and age of onset. The results of the present study show that some gender differences may be evident in patients with BD-I. In the highlight of that investigators studying bipolar disorder may need to consider gender as a variable for assessment and treatment strategies.
Cinsiyetin bipolar hastalığın fenomenolojisi ve seyri üzerine önemi son yıllarda artan bir çalışma odağı olmuştur. Bu çalışmanınamacı, cinsiyet farklılıklarının sosyodemografik özellikler, başlangıç yaşı, hastalığın şiddeti, episodların sayısı ve tipi,semptomatoloji ve bipolar bozukluğun tedaviye yanıtı üzerinde etkisinin var olup olmadığını incelemektir.Bipolar bozukluk tip-I’li300 (193 kadın, 107 erkek) hasta retrospektif olarak incelendi. Bipolar bozukluk tanıları DSM-IV-TR kriterlerine göre iki deneyimliklinisyen tarafından verildi. Hastaların sosyodemografik ve klinik özelliklerini değerlendirmek için geliştirilen yarı yapılandırılmışbir grafik ve sürdürüm tedavisine yanıt biçimlerini değerlendirmek için “ayna dizaynı” yöntemi kullanılmıştır. Bipolar kadınlardabipolar erkeklere göre herhangi bir duygudurum atak öyküsü (en az bir) olma ihtimali daha yüksekti. Bununla birlikte, manik veyakarışık atak sayısında anlamlı bir cinsiyet farklılığı ortaya çıkmamışken kadınlarda daha hazla depresif dönemler mevcuttu. Psikotikatak sıklığı (yaşam boyu en az bir dönem) erkeklerde kadınlardan daha yüksekti. Lityum ve antikonvülsan sürdürüm tedavisineyanıt, ortalama episod şiddeti ve başlangıç yaşı açısından cinsiyetler arasında anlamlı bir farkı yoktu. Bu çalışmanın sonuçları,BD-I’ li hastalarda bazı cinsiyet farklılıklarının görülebileceğini göstermektedir. Bipolar bozukluğu çalışan araştırmacılarındeğerlendirmede ve tedavi stratejilerinde cinsiyeti için bir değişken olarak kabul etmeleri gerekebilir
Original Article
Relationship between social anxiety and separation anxiety in university students
Turkish Title : Üniversite öğrencilerinde sosyal kaygı ve ayrılma anksiyetesi ilişkisi
Gulru Elver Gursoy,Huseyin Unubol,Gokben Hizli Sayar
JNBS, 2017, 4(2), p:77-81
In this study, it was aimed to examine the relationship between separation anxiety and social anxiety in university students. Participants consist of a total of 114 university students, including 102 women and 12 men in Istanbul. Sociodemographic data form, Adult Separation Anxiety Questionnaire, Liebowitz Social Anxiety Questionnaire and Separation Anxiety Questionnaire were applied to university students. Statistical analyzes of the data obtained from the study were conducted with the Statistical Program for Social Sciences (SPSS v21). In the intergroup comparisons, independent sample t test and one way ANOVA for normal dividing data; Kruskal Wallis test and Mann Whitney U test were performed for normal non-dispersed data. Relations between scores obtained from the scales were calculated by Pearson correlation analysis. As a result of analysis, a significant difference was found between social anxieties and between avoidance scores according to mother education level and income level. Separation anxiety scores and adult separation anxiety scores were found significantly higher in those with general medical illness stories than those without general medical illness stories. There was a significant positive correlation between social anxiety and avoidance scores of university students and separation anxiety and adult separation anxiety scores. Social anxiety and avoidance behaviors can be a result of separation anxiety caused by traumatic experiences such as separation from mother or caregiver in childhood that prolonged in adulthood.
Bu araştırmada, üniversite öğrencilerinde ayrılma anksiyetesi ile sosyal kaygı arasındaki ilişkinin incelenmesi amaçlanmıştır.Araştırmanın katılımcıları, İstanbul ilinde öğrenimlerine devam n=102 kadın (yaş: 22,62; ss: 5,448) ve n=12 erkek (yaş: 21,17; ss:5,306), toplamda N=114 (yaş: 22,46; ss: 5,429) üniversite öğrencilerinden oluşmaktadır. Üniversite öğrencilerine sosyodemografikveri formu, Yetişkin Ayrılma Anksiyetesi Anketi, Liebowitz Sosyal Kaygı Ölçeği ve Ayrılma Anksiyetesi Belirtileri Anketiuygulanmıştır. Araştırmadan elde edilen verilerin istatistiksel analizleri Sosyal Bilimler İçin İstatistik Programı (SPSS v21) ileyürütülmüştür. Gruplar arası karşılaştırmalarda, normal dağılan veriler için bağımsız örneklem t-testi ve tek yönlü varyans analizi;normal dağılmayan veriler için Kruskal Wallis testi ve Mann Whitney U testi yürütülmüştür. Ölçeklerden alınan puanlar arasındakiilişkiler Pearson korelasyon analizi ile hesaplanmıştır. Analizler sonucunda, anne eğitim düzeyine ve gelir durumuna göre sosyalkaygı ve kaçınma puanları arasında; fark bulunmuştur. Genel tıbbi hastalık öyküsü bulunanlarda ayrılma anksiyetesi puanlarıve yetişkin ayrılma anksiyetesi puanları, genel tıbbi hastalık öyküsü bulunmayanlardan anlamlı şekilde yüksek bulunmuştur.Üniversite öğrencilerinin sosyal kaygı ve kaçınma puanları ile ayrılma anksiyetesi ve yetişkin ayrılma anksiyetesi puanları arasındapozitif yönde anlamlı ilişki bulunmuştur. Araştırma sonucunda, çocuklukta anneden ya da bakım verenden ayrılma gibi travmatikyaşantıların yarattığı ayrılma anksiyetesinin yetişkinliğe uzayabileceği ve bunun da sosyal kaygı ve kaçınma davranışlarının ortayaçıkmasından sorumlu olabileceği düşünülmüştür.
Original Article
Comorbidity of adult attention deficit and hyperactivity disorder with panic disorder
Turkish Title : Panik bozukluğu hastalarına eşlik eden erişkin dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu
Pinar Gokceimam,Hasan Mervan Aytac,Habib Erensoy
JNBS, 2017, 4(2), p:82-89
The comorbidity of panic disorder with other psychiatric disorders is prevalent. This study aims to investigate the comorbid Attention Deficit and Hyperactivity Disorder (ADHD) with panic disorder (PD) in adults.In this study 65 people with a diagnosis of panic disorder and 65 healthy volunteers who admitted to outpatient psychiatry clinic were included. In order to determine the disease severity and current clinical state Panic Agoraphobia Scale was used. Sociodemographic information form, Wender Utah Rating Scale (WURS) and Adult ADHD Diagnosis and Assessment Scale was used. Diagnosis of PD was significantly higher in women. Also it was observed that unemployment was statistically higher in PD group. There was no difference observed in between mean ages, marital status and education level. In patients diagnosed with panic disorder ADHD comorbidity rate was 15,4%. In comorbidity cases subgroups of ADHD was found as; 60% mixed, 20% hyperactivity and impulsivity, 20 % attention deficit dominant type showing statistical significance. In all cases with agoraphobia it was associated with ADHD comorbidity. It was observed that PD comorbid with ADHD was associated with less work continuity than ADHD without PD comorbidity. There was no significant difference in alcohol use among ADHD diagnosed patients in both groups. ADHD diagnosis wasn’t observed in individuals over 40 years of age. In our study comorbidity of PD with ADHD was shown to be high. In all patients with Agorophobia ADHD comorbidity was detected.
Panik Bozukluğu (PB) olan hastalarda diğer psikiyatrik hastalıkların eş tanı oranı oldukça yüksektir. Bu çalışmada panik bozukluğutanısı almış erişkinlerde Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) varlığı ve bu durumla ilişkili özellikler araştırılmıştır.Çalışmamıza psikiyatri polikliniğine başvuran ve SCID-I ile DSM-IV ‘e göre PB tanısı almış 65 kişi ile kontrol grubunu oluşturan65 sağlıklı gönüllü alınmıştır. Hasta grubunun hastalık şiddeti ve klinik durumlarının belirlenebilmesi amacıyla bu grubaPanik-Agorafobi Ölçeği uygulanmıştır. Klinik görüşmelere ek olarak her iki gruptan Sosyodemografik Veri Formu doldurulmasıistenmiş, WUDÖ ile Erişkin DEB/DEHB Tanı ve Değerlendirme Ölçeği uygulanmıştır. Çalışmamızda PB tanısı alan hastaların büyükçoğunluğunu kadın hastaların oluşturmaktadır. “İşsiz olma-çalışmama” durumunun sağlıklılara göre istatistiksel olarak anlamlışekilde fazla olduğu gözlenmiştir. Çalışma ve kontrol grubu arasında yaş ortalamaları, medeni durum ve eğitim durumlarınındağılımı açısından istatistiksel olarak anlamlı bir fark tespit edilmemiştir. PB tanısı alan hastalarda şu anki DEHB eş tanı oranı%15,4 olarak bulunmuştur. DEHB eş tanılı hastalarda DEHB alt tiplerinin grup içindeki dağılımları %60 ‘ı bileşik tip, %20’ si “hiperaktivite ve dürtüsellik “, %20’ si “ dikkat eksikliği “ önde olan şeklinde saptanmıştır. Agorafobisi olan hastaların tamamındaDEHB eş tanısı bulunmuştur. PB ile DEHB eş tanısı alan grupta panik bozukluğu olmadan DEHB tanısını alan gruba oranla dahadüşük iş devamlılığı gözlenmiştir. DEHB tanılı hastalarda çalışma ve kontrol grubu arasında alkol kullanımı açısından istatistikselbir farka rastlanmamıştır. 40 yaş üstü grupta DEHB hiç tespit edilmemiştir. Çalışmamızda PB ile DEHB eş tanı oranının sağlıklıkontrollerden yüksek olduğu, agorafobisi olan PB olgularının tamamında DEHB eş tanısının bulunduğu görülmektedir.
Review Article
Turkish Title : Trikotilomani genetiği
Can Akpinaroglu,Korkut Ulucan
JNBS, 2017, 4(2), p:90-93
Trichotillomania can be described as a psychiatric disorder where a recurring hair pulling behaviour is observed in an individual.Neurobiological causes of this condition is still unclear. Because of this, definite solutions can not be presented in the treatment.Molecular genetic studies are of great importance for a better understanding of the etiology of trichotillomania and for the treatmentof this disorder. As of today, our knowledge and information about trichotillomania is limited. The molecular analyzes madesuggest that HOXB8, SAPAP3, DRD1, DRD4, SLC6A4 genes may be related to the disease. In this review, the psychological andphysiological basis and classification of trichotillomania will be followed by genetic polymorphisms that are thought to be related tomolecular genetic studies, animal studies and disorders of trichotillomania. We hope that this article will also guide to the furthermolecular studies that can be carried out in this subject.
Trikotillomani (saç ve kıl koparma hastalığı) kişide devamlı saç yolumunun gözlemlendiği bir psikiyatrik bozukluk olaraktanımlanabilir. Bu durumun nörobiyolojisi net olarak bilinmemektedir. Bu nedenden dolayı tedavisi içinde kesin çözümlersunulamamaktadır. Molekğler genetik çalışmaları trikotillomaninin etiyolojisinin daha iyi anlaşılması ve bu bozukluğun tedaviedilmesi için büyük önem taşımaktadır. Günümüze kadar yapılan çalışmalar ile trikotillomani hakkında eldeki bilgiler kısıtlıdır.Yapılan moleküler analizler HOXB8, SAPAP3, DRD1, DRD4, SLC6A4 genlerinin hastalık ile ilişkili olabildiğine dair ipuçlarıvermektedir. Bu derlemede trikotillomaninin psikolojik ve fizyolojik temelleri ve sınıflandırılışı ve ardından da trikotillomaniye dairmoleküler genetik çalışmalar, hayvan çalışmaları ve bozukluk ile ilişkili olduğu düşünülen genetik polimorfizmler anlatılacaktır.Eldeki bilgilerin derlendiği bu makalenin sonrasında gerçekleştirilebilecek olan moleküler çalışmalara da yön vereceğini ümitetmekteyiz.
ISSN (Print) | 2149-1909 |
ISSN (Online) | 2148-4325 |
2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.