JNBS
Üsküdar Üniversitesi

Years

2021

2020

2019

2018

2017

2016

2015

2014

Categories

Authors

ARTICLES

Original Article

A comparative study of employed and unemployed married women in the context of marital satisfaction, self-esteem and psychological well-being

Turkish Title : Çalişan ve çalişmayan evli kadinlarin evlilik doyumu, özgüven, psikolojik iyilik hali bakimindan karşilaştirilmasi

Eda Yilmazer,Gokben Hizli Sayar
JNBS, 2017, 4(3), p:112-115

DOI : 10.5455/JNBS.1499798571

The aim of the present investigation is to compare self-esteem, marital satisfaction, marital life and psychological well-being among employed and unemployed married women. The sample of the present study consisted of 51 employed and 41 unemployed married women. Rosenberg self-esteem scale, psychological well-being scale, marital life scale, marriage satisfaction scale were administered to all participants. The data was analyzed using pearson correlation, spearman analyze, t-test, mann-whitney u test, ki-square test, one way and multi-way variance analysis in SPSS-23 program. The results are discussed and conclusion of the study is below. The main findings showed that there was a significant difference between employed and unemployed married women marriage satisfaction and marriage life quality and also self-esteem rates vary depending on the income of the family.

Araştırmanın amacı evli çalışan ve çalışmayan kadınların benlik saygıları, evlilik doyumları, evlilik yaşamları ve psikolojik iyi oluş düzeyleri arasındaki farkın belirlenmesidir. Yapılan araştırmanın örneklemini 51 çalışan ve 41 çalışmayan evli kadın oluşturmaktadır. Araştırma kapsamında katılımcılara Rosenberg benlik saygısı ölçeği, psikolojik iyi-oluş ölçeği, evlilik yaşam ölçeği ve evlilik doyum ölçeği uygulanmıştır. Veriler pearson korelasyon, spearman korealasyon analizi, t-test, mann whitney u testi, ki-kare testi, tek ve çift yönlü varyans analizi kullanılarak SPSS -23 programı kullanılarak çalışılmıştır. Sonuçlar aşağıda açıklanmıştır. Araştırmanın ana bulgusu göstermiştir ki; çalışan ve çalışmayan kadınların evlilik doyumları ve evlilik yaşamları arasında belirgin fark vardır. Çalışmaya katılan kadınların Benlik saygısı düzeyleri aile gelir düzeyine göre farklılık göstermiştir.


Original Article

Health care providers-psychiatric profile of carers after a hiatus of ten years of a devastating pakistan earthquake

Turkish Title : Sağlik çalişanlari-Yikici Pakistan depreminden 10 yil sonrasinda bakicilarin psikiyatrik profilleri

Muhammad Sami Bilal,Beenish Sami,Fatima Taufeeq
JNBS, 2017, 4(3), p:116-121

DOI : 10.5455/JNBS.1495568155

Disasters are known to change people’s lives, both victims and their carers. Rescue and relief workers are also significantly affected by the psychological consequences of disasters. To assess the psychological impact of 8th Oct 2005 earthquake of Pakistan on the health care providers who worked in the affected areas. A group of health care providers who worked in the disaster affected areas for 6 months, belonging to the Armed Forces were approached through the heads of their organizations after a lapse of this time period. Since there is a central computerized record of all the personnel who worked in the relief work, it was relatively easy to track down the participants who provided relief work in earthquake of Oct 2005. The participants were initially contacted on phone and then subsequently interviewed and asked to make responses to a battery of psychological instruments and questionnaires, designed to measure different psychosocial distresses and disorders at 10 years post-earthquake. The data collected was compared with an age and gender matched controls. The results showed General Health Questionnaire – 28 (GHQ-28) ‘Caseness’ in 79.3% of the cases, Impact of Events Scale (IES) measured psychological distress in 27.1% of the cases, Compassion Fatigue Questionnaire (CFQ) established emotional fatigue in 75% of cases and 68.3% of controls and poor Social Support was established in 15.2% of the exposed group. Moreover, the difference amongst the scores of Exposed Group and the Controls were statistically significant (p=0.04). The GHQ-28 positive cases showed high scores on IES (33.3% scored above the cut-off score) and CFQ (77.7% reported emotional fatigue) and poor scores on SSQ (17.8% reported unsatisfactory social support). Caregivers and relief workers are at risk of developing psychological distress and compassion fatigue in disaster situations. Inadequate logistics and more than 20 days of stay in the affected areas are associated with increased risk of traumatization that is palpable even after a period of 10 years. Adequate disaster management planning is necessary to facilitate performance of the relief workers and prevention of secondary traumatization

Felaketler hem insanların hem de onların bakıcılarının hayatlarını değiştirir. Kurtarma ve yardım görevlileri de felaketlerin psikolojik etkilerinden önemli ölçüde etkilenmektedirler. 8 Ekim 2005 tarihinde Pakistan’da gerçekleşen depremin, etkilenen bölgelerde çalışan sağlık çalışanları üzerindeki psikolojik etkisini değerlendirme amacı güdülmüştür. Felaketten etkilenen bölgede 6 ay boyunca çalışan Silahlı Kuvvetlerine ait olan bir grup sağlık görevlisi, görev süreleri geçtikten sonra örgütlerinin başkanları tarafından temasa geçildi. Yardım çalışmalarında çalışan tüm personellerin bilgisayara dayalı merkezi sistemde kayıtları olması nedeniyle, Ekim 2005 depreminde kurtarma çalışması yapan katılımcıların izini bulmak oldukça kolaydı. Katılımcılarla önce telefonla temasa geçildikten sonra röportaj yapılarak, deprem sonrası 10 yıl içinde oluşan farklı psikososyal sıkıntıları ve bozuklukları ölçmek için tasarlanmış bir dizi psikolojik araç ve ankete yanıt vermeleri istendi. Toplanan veriler yaş ve cinsiyete uygun verilerle karşılaştırıldı. Sonuçlara göre, Genel Sağlık Anketi’nde (GSA-28) grubun %79.3’ünde “Olgululuk”; Olayların Etkileri Ölçeği (IES) grubun %27.1’inde psikolojik stres tespit etmekle birlikte Merhamet Yorgunluğu Anketi’nde (CFQ) %75 duygusal yoksunluk sonucu ve maruz kalan grubun %15.2’sinde sosyal destek eksikliği sonucu çıkmıştır. Ayrıca, maruz kalmış grubun ve kontrollerin puanları arasındaki fark istatistiksel olarak belirgindi (p = 0.04). GSA-28 pozitif vakalar; IES’de yüksek puanlar (% 33.3 kopma sayısının üstünde) ve CFQ (% 77.7 duygusal yorgunluk bildirmiştir) ve SSQ’da kötü puanlar (% 17.8 yetersiz sosyal destek bildirmiştir) göstermiştir. Çalışanlar ve yardım görevlileri, afet durumlarında psikolojik sıkıntı ve merhamet yorgunluğu geliştirme riski altındadır. Yetersiz lojistik destek ve etkilenen bölgede 20 günden fazla kalış süresi, 10 yıllık bir dönemden sonra dahi görülebilen travma riski artışı ile ilişkilidir. Yardım görevlilerinin çalışmalarının kolaylaştırılması ve ikincil travmatizasyonun önlenmesi için yeterli afet yönetimi planlanması gereklidir.


Original Article

Addiction related DRD2 rs1800497 polymorphism distribution in volleyball players and bodybuilders

Turkish Title : Bağimlilikla ilişkili DRD2 rs1800497 polimorfizminin voleybolcular ve vücut geliştiricilerdeki dağilimlari

Ipek Yuksel,Sezgin Kapici,Canan Sercan,Hamza Kulaksiz,Tolga Polat,Gullu Turan,Korkut Ulucan
JNBS, 2017, 4(3), p:122-125

DOI : 10.5455/JNBS.1502377893

Günümüze kadar yapılmış olan araştırmalar, sporcuların genetik yapılarının atletik performanslarına olan katkılarını göstermiştir. Bu çalışmalar ile bilişsel yeteneklerin sporcuların atletik performanslarına etkilediğini ortaya koymasına rağmen, bilişsel yetenekler ve atletik performans ilişkisini ortaya koyan yeteri kadar genetik çalışma bulunmamaktadır. Bu çalışmamızda, beyin dopaminerjik sistemine ve atletik performansı üzerinde etkili olduğu bilinen dopamin reseptörü 2 rs1800497 polimorfizmini voleybol ve vücut geliştiricilerdeki bağlantısını araştırmayı amaçladık. Bu bağlamda, araştırmaya 9 kadın voleybolcu ve 15 aktif vücut geliştiricisi katılmıştır. Genotipleme için gerçek zamanlı PCR metodolojisi kullanılmıştır. Vücut geliştiricilerde A1A1, A1A2 ve A2A2 genotip ve frekansları sırasıyla 2 (13%), 1 (7%) ve12 (80%) olarak bulunmuştur. Çalışma grubumuzda ki tüm voleybol oyuncuları A2A2 genotipinde bulunmuştur. Çalışma grubumuzda bağımlılık ile ilişkili A1 allelinin voleybolcular ve vücut geliştiricilerinde daha az bulunduğu gözlemlenmiştir. Elde ettiğimiz sonuçlar, bizlere bilişsel sistemin atletik performans üzerine etkisinin poligenik veya multifaktöryel mekanizma ile açıklanabileceğini göstermiştir.


Review Article

Neurobiological consequences of abuse and neglect in childhood: A review

Turkish Title : Çocukluk çaği ihmal ve istismarinin nörobiyolojik sonuçlari: bir gözden geçirme

Emre Han Alpay
JNBS, 2017, 4(3), p:126-133

DOI : 10.5455/JNBS.1502640298

Neglect and abuse experienced during childhood have many negative consequences including psychosocial, medical and societal. Recent studies have shown that negative experiences in the early periods of life affect the developing brain structure. Studies using brain imaging and biochemical techniques allow for a better understanding of the neurobiological consequences of neglect and abuse experienced during childhood. In addition, neurobiological consequences of early stress play an influential role in the emergence of psychiatric disorders. In this study, it was aimed to review the neuro-hormonal effects (changes in the HPA axis) and changes in the brain areas (hippocampus, corpus callosum and amygdala) of the traumatic event experienced during childhood.

Çocukluk çağında deneyimlenen ihmal ve istismarın psikososyal, tıbbi ve toplumsal olmak üzere birçok olumsuz sonucu vardır. Son yıllardaki çalışmalar yaşamın erken dönemlerinde olumsuz deneyimlerin gelişmekte olan beyin yapısını etkilediğini ortaya koymaktadır. Beyin görüntüleme ve biyo-kimyasal tekniklerin kullanılarak yapıldığı çalışmalar çocukluk çağında deneyimlenen ihmal ve istismarın nöbrobiyolojik sonuçlarının daha iyi anlaşılmasına olanak vermektedir. Buna ek olarak erken dönemdeki stresin nörobiyolojik sonuçları psikiyatrik bozuklukların ortaya çıkmasında etkili bir rol oynamaktadır. Bu çalışmada çocukluk çağında deneyimlenen travmatik olayın nöro-hormonal etkileri (HPA Eksenindeki değişimler) ve beyinin alanlarındaki değişimlerin (Hipokampus, corpus callosum ve amigdala) gözden geçirilmesi amaçlanmıştır.


Case Report

Electroconvulsive therapy in schizophrenia with coincidental choroidal fissure cyst: A case report

Turkish Title : Şizofreni ve rastlantisal koroid fissür kisti birlikteliğinde elektrokonvulsif tedavi: olgu sunumu

Yasin Hasan Balcioglu,Tonguc Demir Berkol,Filiz Ekim Cevik,Fatih Oncu,Guliz Ozgen
JNBS, 2017, 4(3), p:134-137

DOI : 10.5455/JNBS.1502128128

Choroidal fissure cyst (CFC), an intracranial space-occupying mass, is often incidentally identified and generally regarded not to present with overt clinical signs. The concurrence of space-occupying lesions with psychotic disorders have been reported in numerous cases; however, to the best of our knowledge, co-occurrent CFC and schizophrenia have not been published before in the literature. Electroconvulsive therapy (ECT) has been frequently considered relatively contraindicated in patients with spaceoccupying lesions in the brain; nevertheless, in the last few years, increased numbers of studies encourage clinicians to treat drugresistant psychiatric patients with ECT. Here we present 21-year-old male patient, who has been diagnosed with antipsychoticresistant schizophrenia with a coincidental CFC who have been clinically improved by bilateral and modified nine sessions of ECT. It is recommended to be deliberate if ECT will be applied to the patients with intracranial mass on the treatment phase. ECT may cause some side effects by increasing intracranial pressure on the patients, including rupture of cystic lesions. However, recent publications stated that ECT could be used safely in cysts, which do not cause edema or intracranial pressure increase. Our patient has not been presented any intracranial pressure signs nor neurological deficits. This report supports the safety and efficacy of ECT in the treatment of psychiatric disorders accompanied by intracranial structural lesions; nevertheless, all the risks ought to be taken into account cautiously when ECT becomes an issue for the psychiatric patients with intracranial mass and the opinion of neurosurgeons should be taken with calculating the benefit-loss ratio.

Koroid fissür kisti (KFK) çoğunlukla rastlantısal saptanan ve belirgin klinik belirtilerle seyretmediği kabul edilen bir kafa içi yer kaplayan lezyondur. Yer kaplayıcı lezyonlar ile psikotik bozuklukların birlikteliği birçok çalışmada bildirilmiş olsa da KFK ve şizofreni birlikteliğinin literatürde gösterilmemiş olduğu dikkat çekmektedir. Elektrokonvulsif tedavi (EKT) kafa içi yer kaplayıcı lezyonu olan hastalarda sıklıkla rölatif kontraendike olarak kabul edilse de son yıllardaki çalışmalar bu lezyonların olduğu ve tedaviye dirençli psikiyatrik hastalarda EKT kullanımını cesaretlendirmektedir. Yazımızda 21 yaşında, tedaviye dirençli şizofreni tanısı almış, rastlantısal olarak KFK saptanan ve 9 seans bilateral ve modifiye EKT uygulanması sonucu klinik iyileşme izlenen bir hasta sunulmuştur. Kafa içi yer kaplayıcı lezyonların varlığında EKT uygulanırken temkinli yaklaşılması önerilmektedir. EKT kafa içi basıncı arttırarak bu lezyonların rüptüre olmasına neden olabilir. Ancak son yayınlar belirgin ödem veya kafa içi basınç artışı bulgusu olmayan vakalarda EKT’nin güvenle kullanılabileceğini desteklemektedir. Vakamızda herhangi bir kafa içi basınç artışı bulgusu veya nörolojik defisit bulunmamaktaydı ve bu nedenle EKT tercih edildi. Bu olgu sunumu, kafa içi yapısal lezyonu olan psikiyatrik hastalarda EKT’nin etkin ve güvenilir bir biçimde kullanılabileceğine dair kanıt sunmayı amaçlamıştır. Ancak bu durumda tüm risklerin varlığı göz önünde bulundurularak nöroşirurjiyenlerin görüşleri alınmalı ve kar-zarar hesabı yapılarak son karar verilmelidir.


Mini - Review

Motor recovery in children with cerebral palsy - Sensory motor approaches of treatments

Turkish Title : Serebral palsisi olan çocuklarda motor iyileşme- Duyusal motor tedavi yaklaşimlari

Farjad Afzal,Sidra Manzoor,Asma Afzal
JNBS, 2017, 4(3), p:138-140

DOI : 10.5455/JNBS.1501492231

Cerebral palsy is a problem of movement and posture and caused by lesion in immature brain. Normal brain has normal influences on lower centers and normal development in movements and postures. There are different sensory motor approaches like Bobath, Brunnstorm, Rood and PNF (Properioceptive Neuromuscular Facilitations) in recovery of motor function in patients with upper motor neuron lesions. The backgrounds of these treatments can be explained by different theories like neurodevelopmental theory, reflex theory, hierarchical theory and system approach. Repetitions of normal movements generate the new areas in the brain to control the activities. Integration of reflex activity should be essential part of rehabilitation and physical development of children with cerebral palsy.

Beyin felci hareket ve duruş problem olmak birlikte olgunlaşmamış beyindeki lezyondan dolayı oluşur. Normal beynin alt merkezlerde normal etkileri vardır ve hareket ve duruşta normal gelişim gösterir. Üst motor nöron lezyonlu hastalarda ki motor fonksiyonun iyileşmesinde Bobath, Brunnstorm, Rood ve PNF (Propriyoseptif Nöromüsküler Fasilitasyon) gibi farklı duyusal motor yaklaşımlar vardır. Bu tedavilerin zemini nörogelişimsel teori, refleks teorisi, hiyerarşik teori ve sistem yaklaşımı gibi farklı teorilerle açıklanabilir. Normal hareketlerin tekrarını sağlamak, faaliyetleri kontrol etmek için beynin yeni alanlarını oluşturur. Refleks aktivitesinin entegrasyonu, beyin felci geçiren çocukların rehabilitasyonu ve fiziksel gelişiminin önemli bir parçası olmalıdır.


Editorial

Editorial

Turkish Title : Editörden

Cumhur Tas
JNBS, 2017, 4(2), p:42-42

DOI : 10.5455/JNBS.1505737627


Original Article

Realiability and validity of Uskudar fear of missing out scale

Turkish Title : Üsküdar gelişmeleri kaçırma korkusu ölçeğinin geçerlilik vegüvenilirlik çalışması

Baris Metin,Ramazan Pehlivan,Nevzat Tarhan
JNBS, 2017, 4(2), p:43-46

DOI : 10.5455/JNBS.1494334674

Fear of Missing Out (FOMO) is an emerging concept related to internet and social media usage. FOMO is described as feelinganxiety when the person does not use social media. Studies showed that FOMO affects well-being negatively. In this study, weaimed to build a Turkish scale for measuring FOMO. For this, 31 items were prepared and in the final scale 22 items were retained.The reliability and validity measures were found to be adequate. For the future studies, we recommend to test the scale also withthe adolescent population and to explore the relationship between FOMO and well-being.

Gelişmeleri Kaçırma Korkusu (GKK) son yıllarda öne çıkan ve problemli internet-sosyal medya kullanımı ile ilişkili bir kavramdır.Özellikle genç bireylerde sosyal medya kullanılamadığı zamanlarda ortaya çıkan bir kaygı olarak tanımlanan GKK’nın çalışmalardaiyi oluşu da negatif yönde etkilediği bulunmuştur. Bu çalışmada Türkçe’ye orijinal bir GKK ölçeği kazandırılması amaçlanmıştır.Orijinal olarak 31 maddeyle hazırlanan ölçeğin yapılan analizler sonrası 22 maddesi son haline dâhil edilmiştir. Analizler sonucuölçeğin geçerlilik ve güvenilirliği yeterli düzeyde bulunmuştur. Gelecek çalışmalarda ölçeğin ergenlere de uyarlanması ve özellikleGKK ile iyi oluş arasındaki ilişkileri tespite yönelik çalışmaların artırılması tavsiye edilmekledir.


Original Article

EEG findings during flow state

Turkish Title : Akış durumunda EEG bulguları

Baris Metin,Ayse Kaya Goktepe,Bernis Kaya,Emin Serin,Cumhur Tas,Fatrmanur Dolu,Nevzat Tarhan
JNBS, 2017, 4(2), p:47-52

DOI : 10.5455/JNBS.1496152464

Flow state emerges when a person engages in autotelic activities, which are both enjoyable and challenging. While studies generally focused on qualitative data of flow state, a few were conducted on psychophysiological basis of it. Present study aimed to investigate EEG correlates of flow. Twenty participants preliminarily filled out Flow Short Scale Turkish Version and completed a ping-pong game at two levels (slow-boring and fast-flow) during EEG recording. The results revealed that theta power was significantly greater for all regions during flow condition compared to non-flow condition and delta power was significantly greater during flow on central and parietal regions. There is no difference between flow/non-flow conditions for coherence. A positive correlation was found between delta and theta powers and subscales scores of Flow Short Scale. The increases in these theta and delta frequency bands could be important indicators of flow state. The coherence results revealed that interhemispheric synchronization was not modified by flow. If confirmed with multiple tasks and in clinical groups, EEG correlates of flow state could be useful increase performance and well-being.

Akış, kişilerin zorlayıcıyken aynı zamanda eğlenceli olan ototelik aktiviteleri gerçekleştirmesi sırasında ortaya çıkar. Akış ile ilgiliçalışmalar genellikle kalitatif yöntemlere yoğunlaşırken, akışın psikofizyolojik temelleri üzerine çok az çalışma yapılmıştır. Buçalışma akışın nöral temellerini araştırmayı amaçlamaktadır. Çalışma kapsamında 20 katılımcı Akış Kısa Ölçeği Türkçe Versiyonutamamladıktan sonra, EEG kaydı süresince yavaş (sıkıcı) ve hızlı (akış) olmak üzere iki farklı seviyede ping-pong oyunu oynamışlardır.Sonuçlarına göre akış koşulunda akış olmayan koşula göre, teta gücü tüm bölgelerde daha yüksek ve delta gücü ise santral veparietal bölgelerde daha yüksektir. Koherans için koşullar arasında anlamlı bir farkında bulunamamıştır. Teta ve delta bantlarıile Akış Kısa Ölçeği alt ölçekleri arasında pozitif korelasyon saptanmıştır. Teta ve delta bandındaki artış akış durumunun önemligöstergeleri olabilir. Sonuçlar farklı paradigmalar ve hasta gruplarında tekrarlandığı durumda, akış durumunun elektrofizyolojiktemelleri performansı ve iyi oluş halini arttırmak için kullanılabilir.


Original Article

Identification of perceptions and thoughts that can create psychological resistance to insulin use in type 2 diabetes mellitus patients

Turkish Title : Tip 2 diabetes mellituslu hastalarda insülin kullanımına psikolojikdirenç oluşturabilecek algı ve düşüncelerin saptanması

Ebru Kirli,Tonguc Demir Berkol,Hasan Mervan Aytac,Huseyin Yumrukcal,Habib Erensoy,Guliz Ozgen
JNBS, 2017, 4(2), p:53-62

DOI : 10.5455/JNBS.1497104734

Diabetes Mellitus (DM) is chronic, metabolic disease characterized by hyperglycemia. It has been widely observed that large proportion of patients show psychological resistance to the initiation of insulin treatment, and as a result they are exposed to many complications of diabetes. It was aimed to identify the perceptions and beliefs that cause psychological insulin resistance among Type 2 DM diagnosed patients, to determine relationship between sociodemographic data and these perceptions & beliefs. In research, 120 patients diagnosed with type 2 DM were included followed by outpatient clinic of Bursa Þevket Yýlmaz State Hospital Internal Medicine Unit. Patients were evaluated with socio-demographic information form, diabetes-related problem areas scale (PAID), insulin treatment assessment scale (ITAS), state and trait anxiety inventory (STAI), beck depression inventory (BDI). The average PAID score of patients is 63.75±13.88, BDI scores: 15.16±8.25, State Anxiety Inventory (SAI) subscale scores: 41.96±3.74, Trait Anxiety Inventory (TAI) subscale scores: 46.80±5.52. Correlation was found between age, duration of diabetes, sex, marital status, education level, employment status, type of treatment, the level of importance of blood sugar regulation, the difficulty level of blood glucose adjustment,complications, currently treatment for depression and certain items of ITAS. Similarly, relationship was found between certain items of ITAS and total PAID scores, SAI subscale scores, TAI subscalescores. As a result, it has been found that patients have psychological resistant to start insulin therapy and this is caused by large number of negative perceptions and thoughts. Cognitive interventions for perceptions and thoughts can reduce psychological resistance to insulin therapy.

Diyabetes Mellitus (DM), hiperglisemi ile karakterize, kronik, metabolik bir hastalıktır. Hastaların büyük bir bölümünün insülin tedavisinebaşlamaya psikolojik anlamda direnç gösterdiği yaygın olarak gözlemlenmekte, bu nedenle de diyabetin birçok komplikasyonuna maruzkaldıkları görülmektedir. Tip 2 DM tanısı almış hastalar arasındaki psikolojik insülin direncine neden olan algı ve inançları saptamak,bu düşünce ve algıların sosyodemografik verilerle ilişkisini belirlemek amaçlanmıştır. Araştırmaya, Bursa Şevket Yılmaz DevletHastanesi Dâhiliye Birimi Diyabet Polikliniğinden takip edilen Tip 2 DM tanılı 120 hasta dâhil edilmiştir. Hastalar; sosyodemografik bilgiformu, diyabetle ilgili sorunlu alanlar ölçeği (DİSA), insülin tedavisini değerlendirme ölçeği (İTAS) ile değerlendirilmiştir. Olguların%65’i (n=78) kadın, %35’i (n=42) erkektir. Olguların DİSA puanları ortalama 63.75±13.88, BDO puanları 15.16±8.25, DKÖ puanları41.96±3.74, SKÖ puanları ise 46.80±5.52’dir. ITAS’ın bazı maddeleri ile yaş, diyabet süresi, cinsiyet, medeni durum, eğitim düzeyi,çalışma durumu, tedavi çeşidi, kan şekeri ayarlamanın önem düzeyi, kan şekerini ayarlamada güçlük çekme düzeyleri, komplikasyongelişme durumu, şuan depresyon tedavisi alma durumu arasında ilişki olduğu saptanmıştır. Benzer şekilde bazı ITAS maddeleri ileDISA toplam puanı, DKÖ puanı ve SKÖ puanı arasında ilişki olduğu gözlenmiştir. Sonuç olarak hastaların insülin tedavisine başlamayapsikolojik direnç gösterdikleri, bu direncin çok sayıda olumsuz algı ve tutumlardan kaynaklandığı bulunmuştur. Algı ve düşüncelereyönelik kognitif müdahaleler insülin tedavisine olan psikolojik direnci azaltabilir


ISSN (Print) 2149-1909
ISSN (Online) 2148-4325

2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.