JNBS
Üsküdar Üniversitesi

Years

2021

2020

2019

2018

2017

2016

2015

2014

Categories

Authors

ARTICLES

Original Article

The predictor effect of demographic variables in assessing semantic fluency test for healthy adults aged 50 and above

Turkish Title : 50 yaş ve üstü sağlıklı yetişkinler için semantik akıcılık testinin değerlendirilmesinde demografik değişkenlerin yordayıcı etkisi

Asli Aslan,Çiğdem Kudiaki,Dilem Dinc
JNBS, 2019, 6(3), p:197-205

DOI : 10.5455/JNBS.1560860171

Semantic fluency tests are frequently used both in clinical and experimental studies with the purpose of assessing cognitive functions. Since demographic variables have quite an explanatory effect on cognitive functions, this study aims to investigate the predictor power of the demographic variables on semantic fluency scores. 389 healthy adults aged between 50and84 who had education up to24years participated in the study. The participants were asked to produce as many names as possible in one minute. When the results are examined, it has been observed that as the education increased, so did the number of words. Also as age increased, the number of words decreased. The education has been found to be effective on categorical error. The findings that have been acquired from this study demonstrate that education and age have an explanatory effect on these tests. Therefore, it will be important to take these variables into consideration when these tests, which are frequently used in clinics, are carried out for an accurate cognitive assessment. 

Semantik akıcılık testleri, bilişsel işlevleri değerlendirmek amacıyla hem klinik hem de deneysel çalışmalarda sıklıkla kullanılmaktadır. Demografik değişkenlerin bilişsel işlevler üzerinde bir etkisi olduğu için bu çalışma, demografik değişkenlerin semantik akıcılık puanları üzerindeki yordayıcı gücünü araştırmayı amaçlamaktadır. Çalışmaya, yaşları 50 ile 84 arasında değişen, aldıkları eğitim süreleri en fazla 24 yıl olan, 389 sağlıklı yetişkin katılmıştır. Katılımcıların semantik akıcılığını değerlendirmek amacıyla İsim-Hayvan testi uygulanmıştır. Bu testte katılımcılardan bir dakika içinde mümkün olduğunca çok isim üretmeleri istenmiştir. Sonuçlar değerlendirildiğinde, eğitim süresi arttıkça, ürettikleri kelime sayısının da arttığı görülmüştür. Ayrıca katılımcıların yaşları artarken, ürettikleri kelime sayısının azaldığı gözlenmiştir. Bu çalışmadan elde edilen bulgular, eğitim ve yaşın bu testler üzerinde açıklayıcı bir etkisi olduğunu göstermiştir. Bu nedenle, kliniklerde sıklıkla kullanılan bu testlerin doğru bilişsel değerlendirme amacıyla yapılabilmesi açısından, bu değişkenlerin dikkate alınması önemlidir. 


Review Article

Procrastination and academic procrastination

Turkish Title : Erteleme ve akademik erteleme

Neriman Hazal Söyleyen,Melisa Aksu,Gökben Hızlı Sayar
JNBS, 2019, 6(3), p:206-210

DOI : 10.5455/JNBS.1563790864

Procrastination is a concept that has been greatly evaluated, and has a quite wide place in literature. Procrastination is defined as to putt off intended tasks to another time. As for academic procrastination, it is a subfield of procrastination and is an important problem that affects individual’s academic achievement, interpersonal interaction. With the research, it is seen that the basis of academic procrastination is consisted of unrealistic thoughts regarding failure, and such situations as anxiety, perfectionism and failure in time management. In addition, it is seen that academic procrastination can be a behavioral reflection of several psychological disorders. In this respect, in the present study, definitions and theoretical approaches regarding procrastination, and types of procrastination are reviewed. 

Erteleme, üzerinde çokça değerlendirme yapılmış, literatürde oldukça geniş bir yere sahip olan bir kavramdır. Yapılması planlanan iş ve görevlerin ileriki bir zamana bırakılması “erteleme” olarak adlandırılmaktadır. Akademik erteleme davranışı ise ertelemenin alt bir kavramıdır ve bireyin akademik başarısını, kişiler arası ilişkilerini etkileyen önemli bir problemdir. Araştırmalar, akademik ertelemenin temelinde başarısızlığa dair gerçekçi olmayan düşüncelerin, kaygı, mükemmeliyetçilik ve zaman yönetiminde başarısızlığın olduğunu göstermiştir. Ayrıca akademik erteleme davranışının birçok ruhsal problemin davranışsal yansıması da olabileceği görülmüştür. Bu doğrultuda, bu çalışmada, ertelemeye ilişkin tanımlar ve farklı teorik yaklaşımlar, ertelemenin türleri ve literatür gözden geçirilmiştir.


Review Article

Personal well being

Turkish Title : Kişisel iyi oluş

Afra Yadigar Terzi,Melisa Aksu,Gökben Hızlı Sayar
JNBS, 2019, 6(3), p:211-218

DOI : 10.5455/JNBS.1566204120

It is often come across with the concept of personal well being in the studies within the scope of positive psychology. For years, personal well being had been defined as not to exist any defect in individuals’ lives, being healthy in general manner. With the recent conducted studies, it is demostrated that concept of personal well being is not limited only with this definition. As this concept has got wider, various theories have showed up. The main aim of this review is providing a general information regarding the concept of well being that develops by development of positive psychology, and to emphasize the factors that affect personal well being by reviewing its theoratical approaches.

Pozitif psikoloji kapsamında yapılan çalışmalarda kişisel iyi oluş kavramına sıkça rastlanmaktadır. Kişisel iyi oluş, yıllarca bireylerin yaşamlarında herhangi bir bozulma olmaması, genel anlamda sağlıklı olma durumu olarak tanımlanmıştır. Son yıllarda yapılan çalışmalarla birlikte kişisel iyi oluş kavramının yalnızca bu tanımla sınırlı olmadığı ortaya konmuştur. Kişisel iyi oluş kavramının zenginleşmesiyle, kişisel iyi oluşa dair çeşitli kuramlar ortaya çıkmıştır. Bu yazının temel amacı pozitif psikolojinin gelişmesiyle birlikte gelişme gösteren kişisel iyi oluş kavramını tanıtmak, kişisel iyi oluş ile ilgili kuramsal yaklaşımları özetleyerek, buna etki eden faktörlerin üzerinde durmaktır.


Review Article

Role of 5-hydroxytryptamine receptor 2A gene in eating disorders

Turkish Title : Yeme bozukluklarında 5-hidroksitriptamin reseptör 2A geninin rolü

Can Akpınaroğlu,Canan Sercan,N. Sertaç Sırma,Korkut Ulucan
JNBS, 2019, 6(3), p:219-222

DOI : 10.5455/JNBS.1566397147

Aneroxia Nervosa (AN) and Blumia Nervosa (BN) are eating disorders with complex structures. These disorders, which have strong evidence of genetic linkage, are often accompanied by anxiety disorder, mood disorder, obsessive compulsive disorder and perfectionism. Recent studies investigate the biological origins of these disorders, rather than the familial inheritance. Eating disorders and anxiety disorders have several characteristics in common. Family and twin studies indicate  the important role of 5-Hydroxytryptamine (5-HT2A) Receptor 2A in AN and BN pathogenesis. Future studies in this field will indicate the importance of the serotonergic system and its biological markers in the treatment of these nutritional disorders. Predisposition and farmacogenetic studies with larger sample groups will produce more information about the receptor gene in nutritional disorders with more reliable arguments and will provide important information to physicians in terms of treatment approach.

Bu derlememizde beslenme bozuklukları altında yatan biyolojik nedenleri ve bu bozuklukların genetik altyapısını özetlemeyi amaçladık. Anoreksia Nervosa (AN) ve Blumia Nervosa (BN) karmaşık yapıları olan beslenme bozukluklarıdır. Genetik bağı olduğu konusunda güçlü bulgular olan bu bozukluklara çoğu zaman kaygı bozukluğu, duygudurum bozukluğu, obsesif kompülsif bozukluk ve mükemmeliyetçilik eşlik eder. Son dönem çalışmaları bu bozuklukların ailesel kalıtım yolu ile aktarılmasını araştırmak yerine biyolojik kökenlerini araştırmaktadır. Yeme bozuklukları ve kilo kaybı bozuklukları birbiri ile benzer özellikler göstermektedir. Ailelerle ve ikizlerle yapılan çalışmalarda 5-Hidroksittriptamin (5-HT2A) Reseptör 2A’nın AN ve BN patogenezindeki önemi belirtilmiştir. Gelecekte bu alanda yapılacak çalışmalar, serotonerjik sistemin ve bu sistemde rol alan biyolojik belirteçlerin, bu beslenme bozuklarının tedavisindeki önemini belirtecektir. Daha büyük hasta grupları ile yapılacak yatkınlık ve famakogenetik çalışmalar ile genin yeme bozukluklarındaki önemi daha sağlam kanıtlarla belirlenebilecek ve tedaviye yaklaşım açısından hekimlere önemli bilgiler sunacaktır.


Case Report

Obsessive-compulsive disorder with onset during intoxication of synthetic cannabinoid: a case report

Turkish Title : Sentetik kannabinoid intoksikasyonu ile başlayan obsesifkompulsif bozukluk: bir vaka raporu

Toktamış Onur,Aydın Pınar Çetinay,Berkol Tonguç Demir
JNBS, 2019, 6(3), p:223-226

DOI : 10.5455/JNBS.1563547273

Synthetic cannabinoids (scs) are psychoactive substances that cause psychiatric disorders throughout the world. Substanceinduced obsessive-compulsive and related disorder (ocrd) is a subgroup which necessitates symptoms during or within a month after substance use. Despite many reports presenting cases of having ocrd symptoms induced with substance or medicine use, to our knowledge, none of them presents sc-induced ocrd symptoms. Hereby we present a case with ocrd symptoms after the use of scs.

Sentetik kannabinoidler (sk’ler) dünya genelinde psikiyatrik bozukluklara neden olan psikoaktif maddelerdir. Maddenin yol açtığı obsesif-kompulsif ve ilişkili bozukluklar (okib) madde kullanımı sırasında veya kullanımdan sonra bir ay içinde semptomların olmasını gerektiren bir alt gruptur. Madde veya ilaç kullanımının yol açtığı okib semptomu olan vakaları bildiren bir çok rapor olmasına rağmen bildiğimiz kadarıyla bunların hiçbiri sk kullanımına bağlı gelişen okib semptomu bildirmemektedir. Biz de burada sk’lerin kullanımı sonrası okib semptomları olan bir vakayı bildiriyoruz. 


Original Article

Intoxications: why suicide ?, Why women ?

Turkish Title : Zehirlenmeler: neden suisit? Neden kadınlar?

Öner Avınca,Abdullah Şen,Yenal Karakoç,Ömer Damar,Mahmut Taş
JNBS, 2019, 6(2), p:83-86

DOI : 10.5455/JNBS.1545649959

Throughout the history, intoxications are among the issues that concern society closely. Each substance can carry a poisonous property in accordance with the following quote of Paracelsus:” All things are poisons for there is nothing without poisonous qualities. It is only the dose which makes a thing poison. Developments that have occurred in the last half of the twentieth century have offered the use of many drugs that are effective yet harmful. In this study,  Patients with suicide attempt that applied to the S.B.U Gazi Yaşargil Training and Research Hospital emergency department  between January 2013 and July 2018 were retrospectively reviewed.890 patients were included in the study. Groups were determined to determine whether patients had a history of psychiatric diagnosis before suicide attempt, genders and marital status were effective in suicide attempts. Patients whose archive information could not be reached and patients with incomplete information were not included in the research. 
  Pearson Chi-Square test was used to compare categorical variables.Quantitative variables were shown as mean ± SD (Standard Deviation) whereas categorical variables were shown as n (%).P value less than 0.05 was considered significant.

Zehirlenmeler tarihsel süreç boyunca toplumları yakından ilgilendiren sorunların başında gelmiştir(Chirasirisap K et al.1992). Paracelsus’un “her madde zehir özelliği gösterebilir ancak ilaç ile zehri birbirinden ayıran maddenin dozudur” ifadesi her maddenin zehir özelliği taşıyabileceğini göstermektedir(Rendell M et al.1978). Yirminci yüzyılın son yarısında meydana gelen gelişmeler, etkinliği olduğu kadar birçok zararı olan çok sayıda ilacı tıbbın kullanımına sunmuştur. Bu çalışma S.B.Ü Gazi Yaşargil Eğitim Araştırma Hastanesi acil servis kliniğine Ocak 2013 ve Temmuz 2018 tarihleri suicid amaçlı başvurular geriye dönük incelendi. . Çalışmaya 890 hasta alındı, hastalar cinsiyetlerine, suicid girişimi öncesi psikiyatrik tanı geçmişi olup olmadığına ve suicid girişiminde medeni durumlarının etkili olup olmadığını belirlemek maksadıyla gruplar belirlendi. Arşiv bilgilerine ulaşılmayan, başvuru bilgileri eksik ya da tam olmayan hastalar araştırmaya dahil edilmemiştir. Kategorik değişkenlerin birbiri ile karşılaştırılmasında Pearson Chi-Square testi kullanıldı. Nicel değişkenler ortalama±SS(Standart Sapma) şeklinde gösterilirken kategorik değişkenler ise n(%)  olarak gösterildi. P değeri 0,05 ten küçük anlamlı kabul edildi.


Original Article

Association of biological rhythm impairment with levels of anxiety, depression, dream anxiety and other sociodemographic correlates in turkish medical students

Turkish Title : Türk tıp öğrencilerindeki biyolojik ritim bozukluklarının; anksiyete, depresyon, rüya anksiyetesi ve diğer sosyodemografik bileşenlerle ilişkisi

Arda Karagöl,Vahap Ozan Kotan
JNBS, 2019, 6(2), p:87-93

DOI : 10.5455/JNBS.1547020133

Purpose In this study, we investigate association of biological rhythm impairment with levels of anxiety, depression and dream anxiety and other sociodemographic correlates of Baskent University medical students. Methods 193 students who accepted to participate in the study from Baskent University School of Medicine Grades 1, 2, 3, 4 and 5, were enrolled to our study.  Participants were administered the Beck Anxiety Inventory, Beck Depression Inventory, Dream Anxiety Scale, Biological Rhythm Scale and Sociodemographic Data Form.  Results Participants’ biological rhythm (impairment) scores were found to be significantly associated with the Dream Anxiety Scale, Beck Depression Inventory and Beck Anxiety Inventory scores. Female students were found to have higher biological rhythm, activity rhythm, sleep rhythm, anxiety and dream anxiety scores, which means that they have higher anxiety levels and more impaired biological rhythms. Students who drowse in the lectures were found to have higher sleep, activity, social and dominant rhythm patterns with higher levels of dream anxiety and Beck Depression Inventory scores as well. Conclusions Biological rhythm impairment is related to dream anxiety, anxiety and increased depression levels. Smoking, alcohol consumption and having pet are factors negatively effecting biorhythms and increasing dream anxiety in medical students. Drowsing during the lectures is a common complaint of medical students and can be a sign of irregularity in the biological rhythms and psychiatric disorders like anxiety and depression as well. Encouraging medical students for having more regular biorhythms can help them ensuring their own mental health.

Bu çalışmada Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi öğrencilerinin biyolojik ritimleri ve rüya anksiyete düzeylerinin saptanması ve bu verilerin birbirleriyle ve öğrencilerin sosyodemografik özellikleriyle ilişkisinin ortaya konması amaçlanmıştır. Başkent Üniversitesi Tıp Fakültesi 1, 2, 3, 4 ve 5. sınıflardan çalışmaya katılmaya gönüllü 193 öğrenciye Biyolojik Ritim Değerlendirme Ölçeği, Beck Anksiyete Ölçeği, Beck Depresyon Ölçeği, Rüya Bunaltı Ölçeği, uyku ilişkili verileri de değerlendiren sosyodemografik veri formu uygulanmıştır. 6.sınıf öğrencileri nöbet tutmaları nedeniyle çalışma dışı bırakılmıştır. Veriler SPSS.22 dosyasına girilmiştir. Biyolojik ritim değerlendirme ölçeği puanları ile rüya bunaltı ölçeği, Beck anksiyete ve depresyon ölçeklerinin puanları arasında pozitif korelasyon saptandı. Biyolojik ritimdeki bozulma arttıkça rüya bunaltı düzeyi, anksiyete ve depresif belirtiler de artmaktaydı. Kız öğrencilerin erkek öğrencilerle karşılaştırıldığında, biyolojik ritimleri daha düzensiz, anksiyete ve rüya anksiyete düzeyleri daha yüksek saptandı. Derste uyukladığını belirten öğrencilerde, uyuklamayan öğrencilere göre; uyku, aktivite, toplumsal ve baskın ritim örüntüsü puanları, rüya bunaltı ve Beck depresyon puanları daha yüksek saptandı. Biyolojik ritim ile rüya bunaltı, anksiyete ve depresif belirtiler ilişkilidir. Tıp öğrencilerinin sigara, alkol kullanımı ve evde evcil hayvan beslemeleri biyoritimleri ve rüya bunaltı düzeyleri üzerinde olumsuz etkiye sahip etmenlerdendir. Tıp öğrencilerinde derste uyuklama yakınması yaygın olup, bu durum biyoritimdeki düzensizlik için önemli bir gösterge olabilir. Öğrencilerin daha düzenli biyolojik ritimlere sahip olmaları için teşvik edilmesi, ruhsal açıdan daha sağlıklı ve daha başarılı olmalarını sağlayabilir.


Original Article

Examination of the relationship among parent-child internet usage, family communication, children’s sleep quality and social skills

Turkish Title : Ebeveyn-çocuk internet kullanımı, aile içi iletişim, çocukların uyku kalitesi ve sosyal becerileri arasındaki ilişkinin incelenmesi

H. Ahmet Temizdemir,Zeynep Gümüş,Hüseyin Ünübol,H. Ozan Tekin
JNBS, 2019, 6(2), p:94-101

DOI : 10.5455/JNBS.1550487769

The main purpose of this study, to examine the usage relationship between parent-child internet usage, family communication, sleep quality and social skills of children. The data was obtained from a total of 101 people, consisting of parents theed and fourth grade students in elementary school (Reşet Gümüşer Primary School) Demographic Information Form, Parental Stress Index, Matson Social Skills Assessment Scale, Child Sleep Habits Scale and Family-Child Internet Addiction Scale were obtained. In the study, parent-child internet usage, family communication, sleep quality and social skills of the children were found to be significantly different. Explanatory analysis, a negative correlation between parental and nightly awakening sub-dimensions of parent-child internet usege from social skills self-directedness and sleep habits sub-dimensions is another finding. The use of technology today’s conditions emphasizes family life and healthy child development; It is important in terms of structuring in interventions and practices for parents to use internet,  family functioning and healthy psychosocial development of children.

Bu çalışmanın temel amacı, ebeveyn-çocuk internet kullanımı, aile iletişimi, çocukların uyku kalitesi ve sosyal becerileri arasındaki ilişkiyi incelemektir. Veriler Kahramanmaraş Reşit Gümüşer İlköğretim Okulunda eğitim gören 3. ve 4. sınıf öğrencilerinin ebeveynlerinden oluşan toplam 101 kişide, Demografik Bilgi Formu, Ebeveyn Stres İndeksi, Matson Sosyal Becerileri Değerlendirme Ölçeği, Çocuk Uyku Alışkanlıkları Ölçeği ve Aile-Çocuk İnternet Bağımlılığı Ölçeği kullanılarak elde edilmiştir. Araştırmada ebeveyn-çocuk internet kullanımı, aile iletişimi, çocukların uyku kalitesi ve sosyal becerilerinin anlamlı farklılaştığı saptanmış, uyku alışkanlıkları alt boyutları ile ebeveyn stres ve sosyal beceri alt boyutlarının ilişkili olduğu bulunmuştur. Açıklayıcı analizler doğrultusunda, ebeveyn-çocuk internet kullanımının sosyal becerilerden, kendini yönetme ve uyku alışkanlıkları alt boyutlarından parasomni ve gece uyanma alt boyutları arasındaki negatif ilişki elde edilen diğer bir bulgudur. Çalışma günümüz koşullarında teknoloji kullanımının aile yaşantısı ve sağlıklı çocuk gelişimini vurgulaması; ebeveynlerin internet kullanımı, aile işlevselliği ve çocukların sağlıklı psikososyal gelişim göstermeleri adına yapılacak müdahalelerin ve uygulamaların yapılandırılması bakımından önem taşımaktadır.


Original Article

Relationship between professional knowledge, work satisfaction, uncertainty and depression levels in radiology employees

Turkish Title : Radyoloji çalışanlarında mesleki bilgi, iş doyumu, belirsizliğe tahammülsüzlük ve depresyon düzeylerinin ilişkisi

Diler Özyurt,Zeynep Gümüş,F.G.Hızlı Sayar,Hüseyin Ünübol,H.Ozan Tekin
JNBS, 2019, 6(2), p:102-107

DOI : 10.5455/JNBS.1550474008

The aim of the study is the safe usage of radiation, the lack of proficiency of radiology workers, job satisfaction based on uncertainly, to evaluate depression levels according to sociodemographic characteristics and to find out whether there is any connection between them. The data have been applied to 100 radiology workers in İstanbul; Minessota Job Satisfaction Scale, Beck Depression Scale and Uncertainty Intolerance Scale. Occupational information survey of radiology workers and obtaining sociodemographic form. Participants with a high level of professional knowledge in the study, job satisfaction scores were significantly high, a negative connection was found between the level of professional knowledge and depression between job satisfaction and depression levels. In this study, the level of occupational knowledge, job satisfaction, intolerance to uncertainty and depression levels of the radiology workers were investigated, in addition to raising professional knowledge level of the employees working in the field of radiology, it is also important to develop and disseminate radiation protection ways, to ensure job satisfaction and to reduce the level of depression.

Bu çalışmanın amacı, radyasyonun güvenli kullanımı konusunda, mesleki bilgi yetersizliği olan radyoloji çalışanlarının belirsizliğe bağlı olarak iş doyumu ve depresyon düzeylerini sosyodemografik özelliklere göre değerlendirmek ve aralarında bir ilişki olup olmadığını araştırmaktır. Çalışmadaki veriler İstanbul ilinde görevli 100 radyoloji çalışanına uygulanan; Minnesota İş Doyumu Ölçeği, Beck Depresyon Ölçeği, Belirsizliğe Tahammülsüzlük Ölçeği, Radyoloji Çalışanları Mesleki Bilgi Anketi ve Sosyodemografik Bilgi Formu kullanılarak elde edilmiştir. Araştırmada radyoloji çalışanlarının mesleki bilgi düzeyi, iş doyumu, belirsizliğe tahammülsüzlük ve depresyon düzeyleri sosyodemografik olarak incelenmiş; mesleki bilgi düzeyi yüksek olan katılımcıların, iş doyumu puanları anlamlı düzeyde yüksek, mesleki bilgi düzeyi ile depresyon puanları arasında ve iş doyumu ile depresyon düzeyleri arasında negatif bir ilişki bulunmuştur. Bu araştırma radyoloji alanında çalışanların mesleki bilgi düzeylerinin yükseltilmesinin yanı sıra radyasyondan korunma yollarının geliştirilip yaygınlaştırılması, iş doyumunun sağlanması ve depresyon düzeyinin düşürülmesi için önem taşımaktadır.


Original Article

The use of deep learning algorithms on eeg based signal analysis

Turkish Title : Elektroensefalografi tabanlı sinyallerin analizinde derin öğrenme algoritmalarının kullanılması

Çağlar Uyulan,Türker Tekin Ergüzel,Nevzat Tarhan
JNBS, 2019, 6(2), p:108-124

DOI : 10.5455/JNBS.1553607558

Conventional machine learning algorithms are widely used in the processing and classification of biomedical data in the literature. However, in recent years, it becomes a necessity to use a multi-layered learning network due to the increase in the resolution and quantity of the data. The concept of deep learning comprises the whole set of applications that separate sub-classes with high performance, especially in the case of the existence of multi-dimensional data and insufficient human-decision making processes. These methods have the ability to examine the inter-departmental interactions of data in depth. Deep learning is superior to conventional machine learning methods because too many observational data are learned based on increasingly complex patterns. In addition, when the data size is enhanced, superiority difference over conventional machine learning methods is remarkably increased.
Electroencephalography (EEG) data can be expressed in high-dimensional, complex and spatial domains. It is suitable for analysis using deep learning-based networks as they have the potential to work with large datasets. Deep learning models developed for the analysis of EEG signals are expected to automate many repetitive cognitive tasks.
This review article covers the general introduction of deep learning architectures used in the field of biomedical and neuroscience, the applications of these architectures on EEG-based analytical tasks, possible difficulties encountered and possible solutions. As a result of a detailed study, it has been seen that deep learning methods extract complex patterns in the clinical or cognitive data and present a strong method to determine the abstract relationships between different types of data. 
This study addresses the needs of deep learning-based applications in clinical practice and neuroscientific research and aims to provide researchers with an overview of the deep learning-based analysis methodology of EEG signals and potential challenges in future research.

Geleneksel makine öğrenimi algoritmaları, literatürdeki biyomedikal verilerin işlenmesi ve sınıflandırılmasında yaygın olarak kullanılmaktadır. Bununla birlikte, son yıllarda, verilerin çözünürlüğünde ve miktarındaki artış nedeniyle çok katmanlı bir öğrenme ağının kullanılması zorunlu hale gelmektedir. Derin öğrenme kavramı, özellikle çok boyutlu verilerin varlığı ve insan karar verme süreçlerinin yetersiz olması durumunda alt-sınıfları yüksek performansla ayıran tüm uygulama grubunu kapsamaktadır. Bu yöntemler, verilerin bölümler arası etkileşimlerini derinlemesine inceleme yeteneğine sahiptir. Derin öğrenme geleneksel makine öğrenme yöntemlerinden üstündür çünkü çok karmaşık gözlemlere dayanan çok fazla gözlemsel veri öğrenilir. Ek olarak, veri boyutu artırıldığında, geleneksel makine öğrenme yöntemlerine göre üstünlük farkı dikkat çekmektedir. Elektroensefalografi (EEG) verileri yüksek boyutlu, karmaşık ve mekansal alanlarda ifade edilebilir. Büyük veri setleriyle çalışma potansiyeline sahip olduklarından dolayı, derin öğrenme tabanlı ağlar kullanılarak yapılan analizler için uygundur. EEG sinyallerinin analizi için geliştirilen derin öğrenme modellerinin, birçok tekrarlayıcı bilişsel görevi otomatikleştirmesi beklenmektedir. Bu derleme makalesinde; biyomedikal ve nörobilim alanında kullanılan derin öğrenme mimarilerinin genel tanıtımı, bu mimarilerin EEG tabanlı analitik görevler üzerindeki uygulamaları, karşılaşılan olası zorluklar ve olası çözümler ele alınmaktadır. Ayrıntılı bir çalışmanın sonucunda, derin öğrenme yöntemlerinin klinik veya bilişsel verilerdeki karmaşık kalıpları çıkardığı ve farklı veri türleri arasındaki soyut ilişkileri saptamak için güçlü bir yöntem sunduğu görülmüştür. Bu çalışma, klinik uygulama ve nörobilimsel araştırmalarda, derin öğrenmeye dayalı uygulamaların gereksinimlerini ele almakta ve araştırmacılara, EEG sinyallerinin derin öğrenme temelli analiz metodolojisine ve gelecekteki araştırmalardaki potansiyel zorluklara genel bir bakış sunmayı amaçlamaktadır.


ISSN (Print) 2149-1909
ISSN (Online) 2148-4325

2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.