JNBS
Üsküdar Üniversitesi

Years

2021

2020

2019

2018

2017

2016

2015

2014

Categories

Authors

ARTICLES

Original Article

Investigation of catechol -O-methyl transferase (COMT) rs4680 polymorphism in swimmers and skiers

Turkish Title : Yüzücü ve kayaklı koşucularda katekol-o-metiltransferaz (comt) rs4680 polimorfizminin araştırılması

H. Büşra Bahat,Sezgin Kapıcı,Canan Sercan,Gökhan Tuna,Ömer Kaynar,Fatih Binici,Korkut Ulucan
JNBS, 2019, 6(2), p:125-128

DOI : 10.5455/JNBS.1553506661

Sports genetics studies are gaining importance day by day and the kind of exercise that athletes are prone to can be determined as a result of these studies. In our study, we aimed to analyze the rs4680 polymorphism of the Catechol-O-Methyltransferase (COMT) gene, which plays an important role in the development of athletic performance, in swimmers and young national ski runners and to compare them with the sedentary individuals. 19 ski runners, 24 swimmers and 45 sedentary individuals were enrolled for the study. Buccal cells were collected with the help of the collector swap and DNA isolations were made by using a commercially available isolation kit. Genotyping was completed by real time polymerase chain reaction (RT-PCR). Comparison of variables between groups was performed by chi-square test. According to the results, in swimmers, AG and GG genotype distributions were found as 13 (%54,17) ve 11 (%45,83), respectively, whereas same genotypes were found as  15 (% 78.95)  and 4 (%21.05), in skie runners. We detected no AA genotype in athletes. For sedentary individuals, the respective numbers of AA, AG, and GG genotypes were 4 (%8,89), 24 (%53,33) and 17 (%37,78). No statistically significant difference was determined in the terms of genotypes. When we consider the allelic distributions, in swimmers, A allele  was counted as 13 (%27.08) and G allele as 35 (67,44), whereas the same numbers for ski runners were 15 (%39.47) and 23 (%60.53) for A and G alleles, respevtively. For the sedentary group, A allele was counted as 32 (%35.56) and G allele as 58 (%64,44). For the alleles, we detected no significant difference between athletes and sedentary group. COMT rs4680 polymorphism plays an active role in the metabolism of dopamine and is an important genetic marker in determining athletic performance. To support our findings, more studies including the related polymorphisms are needed.

Spor genetiği çalışmaları gün geçtikçe önem kazanmaktadır ve sporcuların ne tür egzersizlere yatkın oldukları bu çalışmaların sonucunda belirlenebilmektedir. Çalışmamızda atletik  performansın oluşmasında ve geliştirilmesinde önemli rol oynayan Katekol-O-Metiltransferaz (COMT) geninin rs4680 polimorfizmini yüzücülerde ve genç milli kayaklı koşucularda analiz etmeyi ve sedanter bireyler ile karşılaştırmayı hedefledik. Çalışmamıza 19 kayaklı koşucu, 24 yüzücü ve 45 sedanter birey katılmıştır. Sporculardan hücre toplama çubukları yardımıyla epitel hücreler alınmış, alınan ağız içi epitel hücrelerden DNA izolasyonları ticari kit kullanılarak gerçekleştirilmiştir. Genotipleme ise Gerçek Zamanlı Polimeraz Zincir Reaksiyonu (RT-PCR) yöntemi ile tamamlanmıştır.  Gruplar arasında değişkenlerin karşılaştırılması Ki-kare testi ile gerçekleştirilmiştir. Yüzücülerde AG ve GG genotip dağılımları sırasıyla  13 (%54,17) ve 11 (%45,83) olarak bulunurken kayaklı koşucularda ise 15 (% 78.95) ve 4 (%21.05) olarak saptanmıştır. Sporcu grubunda AA genotipine rastlanmamıştır. Sedanter bireylerde ise AA, AG ve GG genotip dağılımları sırasıyla 4 (%8,89), 24 (%53,33) ve 17 (%37,78) olarak bulunmuştur. Genotip bakımından sporcular ve sedanterler arasında istatistiksel açıdan herhangi bir fark bulunmamıştır. Allel frekans dağılımlarında ise yüzücülerde A alleli 13 (%27,08) ve G alleli  35 (%72,92) olarak saptanmıştır. Kayaklı  koşucularda A alleli 15 (%39.47), G alleli ise 23 (%60.53) olarak sayılmıştır. Sedanterlerde ise A alleli 32 (%35,56) , G Alleli 58 (%64,44) olarak bulunmuştur. Allel dağılımlarında da istatistiksel açıdan herhangi bir fark saptanmamıştır. COMT rs4680 polimorfizmi dopamin metabolizmasında aktif rol oynamaktadır ve atletik performansın belirlenmesinde önemli bir genetik belirteçtir. Daha fazla sporcu üzerinde yapılacak analizler ile ilgili polimorfizmin etkisinin desteklenmesine ihtiyaç vardır.


Original Article

Heterozygous genotype of monocarboxyl transferase 1 (rs1049434) polymorphism commons in a turkish athlete cohort

Turkish Title : Türk atlet topluluğunda monokarboksil transferaz 1 (rs1049434) polimorfizmi’nin heterozigot genotipi yaygındır

Meryem Kevser Zelka,Emel Serdaroğlu Kaşıkçı,Canan Sercan Doğan,Sezgin Kapıcı,Korkut Ulucan,Muhsin Konuk
JNBS, 2019, 6(2), p:129-132

DOI : 10.5455/JNBS.1549363522

There are many parameters that have effects the success of athletes, like exercise, motivation, determination, nutrition, all of which have genetic backgrounds. To have the optimal approach, all of these conditions should complement each other. In this study, we aimed to analyze and compare the monocarboxyl transferase 1 (MCT1) rs1049434 polymorphism, which is important to determine the lactate levels, in long and short distance running athletes. A total of 30 athletes, 15 of which were power athletes and 15 were endurance, were enrolled for the study. DNA isolations were carried out by using commercially available DNA isolation Kit, and genotyping process was by real-time PCR. Of the 15 power athletes, 14 (93%) and 1 (7%) athletes had AT and TT genotypes, respectively. We detected no AA genotype in power athletes. In endurance cohort, 4 (27%), 8 (53%) and 3 (20%) athletes had AA, AT and TT genotypes, respectively. When we count the alleles, A allele was counted as 14 (47%) and 16 (53%) in power and endurance athletes. For T allele, 16 (53%) and 14 (47%) were counted in power and endurance cohorts. No statistically significant difference was found between groups in the terms of genotype and allele. In our cohort, AT genotype was higher in both groups, whereas both alleles were equal in our cohort. Our basic goal is to be able to channel the athlete correctly and carry it to maximum success in a shorter period of time considering the genetic predisposition.

Egzersiz, motivasyon, azim, beslenme, sahip olunan tüm genetik geçmiş gibi atletlerin başarılarına etki eden çok sayıda parametre bulunmaktadır. Optimal bir yaklaşıma sahip olmak için, bu koşulların tamamı birbiri ile tamamlayıcı olmalıdır. Bu çalışmada uzun ve kısa mesafe koşucu atletlerde laktat düzeylerini saptamada önemli olan monokarboksil transferaz 1 (MCT1) rs 1049434 polimorfizmini karşılaştırmak ve analiz etmeyi amaçladık. Çalışmamızda 15 güçlü, 15 dayanıklı toplam 30 atlet kaydedildi. DNA izolasyonları ticari olarak mevcut DNA izolasyon kiti ve genotip süreçleri real time PCR kullanılarak gerçekleştirildi. 15 güçlü atlette sırasıyla 14 (% 93) AT, 7 (%1)‘inde TT genotipi olduğu tespit edildi. Güçlü atletlerde AA genotipi tespit edilmedi. Dayanıklı toplulukta AA, AT ve TT genotipleri sırasıyla 4 (% 27), 8 (% 53) ve 3 (% 20)‘idi. Alleller sayıldığında, güçlü ve dayanıklı atletlerde sırasıyla A alleli 14 (% 47), ve 16 (% 53) olarak sayıldı. T alleli için güç ve dayanıklı topluluklarda sırası ile 16 (% 53) ve 14 (% 47) olarak sayıldı. Geneotip ve allel bakımından gruplar arasında istatistiksel bir anlamlılık bulunmamıştır. Çalışmamızda AT genotipi her iki grupta da daha yüksektir, oysa diğer allelller eşittir. Temel hedefimiz genetik yatkınlık dikkate alınarak kısa bir zaman periyodunda atletin maksimum başarıya ulaşmak için doğrudan mı ya da taşıyıcı mı bağlantısını kurabilmektir.


Original Article

Determination of Methyltetrahydrofolate Reductase (MTHFR) gene C677T polymorphism in children with dietary diets

Turkish Title : Diyete devam eden otizmli çocuklarda Metilentetrahidrofolat Redüktaz (MTHFR) geni C677T polimorfizminin belirlenmesi

Muhsin Konuk,Öznur Yılmaz,Sezgin Kapıcı,Canan Sercan,Hasan önal,Abdurrahman Akgün,Korkut Ulucan
JNBS, 2019, 6(2), p:133-137

DOI : 10.5455/JNBS.1549566985

Objective: Genetic and environmental risk factors constitute the major part of the etiology of autism, a multifactorial disorder. In this study, we aimed to investigate the MTHFR (Methyltetrahydrofolate Reductase Gene) C677T polymorphism in autistic children who were subjected to glutamate - caseinous and GAPS (Bowel and Psychology Syndrome) diets and to determine whether autism was related to decrease of enzyme activity caused by 677T allele of MTHFR gene.
Materials and Methods: Thirty autistic and 90 healthy children were included in the study. DNA was obtained using a special commercial kit (GeneAll, Korea). Genotyping was performed by PCR - RFLP (Polymerase Chain Reaction-Restriction Fragment Length Polymorphism) protocol and images were obtained by agarose gel electrophoresis.
Results and Discussion: No statistically significant difference was found in the MTHFR 677T allele frequency as 13.33% in the patient group and 19.4% in the control group as p = 0.285. Due to the fact that the number of patients included in the study was not desired and not homogeneous, we recommend looking at MTHFR A1298C polymorphism and COMT (catechol-O-methyltransferase), BDNF (brain-derived neurotrophic factor), PTEN (phosphate and tensin homolog) genes.

Amaç: Multifaktöriyel bir bozukluk olan Otizmin etiyolojisinin büyük bir kısmını genetik ve çevresel risk faktörleri oluşturur. Çalışmamızda glutensiz - kazeinsiz ve GAPS (Bağırsak ve Psikoloji Sendromu) diyetlerine tabi tutulan Otistik çocuklarda MTHFR (Metilentetrahidrofolat Redüktaz Geni) C677T polimorfizminin incelenmesi ve MTHFR geninin 677T allelinden kaynaklanan enzim aktivitesi azalmasının Otizmle ilişkili olup olmadığının belirlenmesi amaçlandı. Materyal ve Metot: Çalışmaya 30 Otistik ve 90 sağlıklı çocuk katıldı. DNA eldesi özel ticari kit (GeneAll, Kore) kullanılarak sağlandı. Genotipleme ise PZR - RFLP (Polimeraz Zincir Reaksiyonu - Restriksiyon Fragment Uzunluk Polimorfizmi) protokolü ile gerçekleştirildi ve agaroz jel elektroforezinde yürütülerek görüntü elde edildi. Sonuçlar ve Tartışma: MTHFR 677T allel frekansı hasta grubunda %13,33 ve kontrol grubunda %19,4 bulunması sonucunda p=0,285 olarak hesaplandığı için istatistiksel olarak anlamlı fark saptanmadı. Çalışmaya alınan hastaların sayısının istenilen sayıda ve homojen olmaması nedeniyle daha kapsamlı çalışmalar yapılmasının yanında MTHFR A1298C polimorfizmine ve COMT (katekol-O-metiltransferaz), BDNF (beyin-türevli nörotrofik faktör), PTEN (fosfat ve tensin homolog) genlerine bakılmasını öneririz.


Original Article

Dimensional personality model characteristics of female adolescents with major depressive disorder

Turkish Title : Major depresif bozukluk tanılı kız ergenlerin boyutsal kişilik model özellikleri

Mert Besenek,Burak Okumus
JNBS, 2019, 6(2), p:138-148

DOI : 10.5455/JNBS.1550988184

Given the lack of studies focusing on this topic, we aimed to evaluate the dimensional personality characteristics of adolescents with Major Depressive Disorder based on the DSM-5 and to determine the relationship between pathological personality traits and psychopathology. This study was done in Turkish population and data of 70 female patients ranging in age between 11 and 18, who were admitted to the Child and Adolescent Psychiatry outpatient clinic with depressive symptoms, was analyzed. We cross-sectionally analyzed DSM-5 Personality Inventory Child Form-Short Version (PID-5-CSV) dimensional scores and the correlation between PID-5-CSV and Beck Depression Inventory (BDI) scores, and compared the PID-5-CSV features between depression severity groups that were formed based on the BDI cut-off ranks. A positive correlation was found between depression severity and total scores of the PID-5-CSV, indicating an increased risk of personality psychopathology. Some of the dimension scores were also positively correlated with BDI scores, putting these patients at risk for specific personality disorders (PD), especially Borderline PD. Significantly lower Antagonism dimension scores were found, which has not been reported in the literature before; this may indicate a possible risk factor for Avoidant PD. Results from this study may suggest that the PID-5-CSV is an effective way to assess personality traits and implement dimensional personality characteristics into the psychiatric diagnosis and treatment process. Studies with control groups and mixed gender samples are needed for further clarification in this field.

Bu alanda yapılmış olan çalışmaların kısıtlı olduğu göz önünde bulundurularak çalışmamızda; Major Depresif Bozukluk tanısı olan kız ergenlerin kişilik özelliklerinin DSM-5 Boyutsal Modeli’ne göre değerlendirilmesi ve patolojik kişilik özellikleri ile psikopatoloji arasındaki ilişkinin araştırılması amaçlanmıştır. Çalışma kapsamında Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi polikliniğine depresif bulgular ile başvuran, yaşları 11 ile 18 arasında olan toplam 70 kız ergenin verileri değerlendirilmiştir. Kesitsel olarak DSM-5 Kişilik Envanteri Çocuk Formu-Kısa Versiyonu (KED-5-ÇKV) boyut puanları ile Beck Depresyon Envanteri (BDE) puanları arasındaki ilişki araştırılmış ve KED-5-ÇKV özellikleri BDE kesme değerlerine göre belirlenen depresyon şiddeti grupları arasında karşılaştırılmıştır. Depresyon şiddeti ile KED-5-ÇKV toplam puanları arasında saptanan pozitif korelasyon, kişilik psikopatolojileri açısından yüksek riski göstermektedir. Bazı alt boyut puanlarının da BDE puanlarıyla ilişkili saptanması bu olguların, başta Borderline Kişilik Bozukluğu (KB) olmak üzere, birçok KB açısından riskli durumda olduklarını göstermektedir. Saptanan belirgin düşük Karşıtlık puanları ise daha önce yazında belirtilmemiş bir bulgudur ve gelişebilecek Kaçıngan KB riskini gösteriyor olabilir. Çalışmamızın sonuçları KED-5-ÇKV’nin; kişilik özelliklerinin değerlendirilmesi ve boyutsal kişilik özelliklerinin psikiyatrik tanı ve tedavi sürecine dahil edilmesi kapsamında oldukça etkin olduğunu göstermektedir. Bu alanda daha belirgin sonuçlara ulaşmak için hem kız hem erkeklerden oluşan ve kontrol grubu içeren çalışmalara ihtiyaç vardır.


Original Article

Neuroethological study of alcl3 and chronic forced swim stress ınduced memory and cognitive deficits in albino rats

Turkish Title : Albino ratlarda alcl3 ve kronik zorlu yüzme stresine bağlı bellek ve bilişsel bozulmaların nöroetolojik çalışması

Rafi Hira,Rafiq Hamna,Khan Ruba,Ahmad Fahad,Anis Javaria,Farhan Muhammad
JNBS, 2019, 6(2), p:149-158

DOI : 10.5455/JNBS.1558487053

Memory disorders could be caused due to occurrence of various neurological disorders including strokes, neurodegenerative diseases, trauma, anxiety or depressive disorders. Aluminium is a well-known neurotoxicant and is associated with several neurodegenerative diseases that caused memory deficits and CNS functional impairments related to memory and learning whereas chronic forced swim stress affects learning abilities and impaired various brain regions such as prefrontal cortex and hippocampus which are involved in memory and learning processes. 36 male Albino wistar rats were divided into three groups: a) water (p.o.) control, b) AlCl3 (100 mg/kg bodyweight) (i.p.) test I and c) forced swim stress (20 oC, 10 minutes) test II for 14 days. Behaviors were assessed in Light/Dark transition Box, Open Field Test, Novel Object Recognition Test (NOR), T Maze Test and Morris Water Maze Test. Body weight and food intake were observed weekly. Animals administered with AlCl3 and FSS revealed reduced body weight and food intake while decreased total numbers of square crossed with greater latency to move in open field test and reduced time spent and entries in bright area of light/dark box. Deficient spatial memory in Morris water maze and T maze test and reduced discrimination index along with decreased duration of interactions with novel object in NOR test were observed in learning and memory tests. Present study determines that AlCl3 and FSS treatment could induce memory and cognitive impairment that lead to behavioral deficits and various other psychopathologies.

Bellek bozuklukları; inme, nörodejeneratif hastalıklar, travma, anksiyete veya depresif bozukluklar dahil olmak üzere çeşitli nörolojik bozuklukların ortaya çıkmasından kaynaklanabilir. Alüminyum iyi bilinen bir nörotoksiktir ve hafıza ve öğrenmeyle ilgili Santral Sinir Sistemi işlevsel bozukluklarına neden olan çeşitli nörodejeneratif hastalıklar ile ilişkilendirilir. Kronik zorlu yüzme stresi, prefrontal korteks ve hipokampus gibi öğrenme ve bellek süreçlerinde görev alan beyin bölgelerini etkiler. Bu araştırmada 36 erkek albino wistar rat üç gruba ayrılmıştır: Grup I: Kontrol (Su p.o.), Grup II: AlCl3 (vücut ağırlığına göre 100 mg / kg) (i.p.) testi I ve Grup III: zorlu yüzme stresi (20 oC, 10 dakika) 14 gün boyunca test II. Davranışlar Açık / Koyu Geçiş Kutusu, Açık Alan Testi, Yeni Nesne Tanıma Testi (NOR), T Labirent Testi ve Morris Su Labirent Testi’nde değerlendirilmiştir. Vücut ağırlığı ve besin alımı haftada bir gözlenmiştir. AlCl3 ve Zorlu Yüzme Testi uygulanan deneklerde vücut ağırlığı ve gıda alımının azaldığı, açık alan testinde hareket etmek öncesi daha uzun gecikme süresi kullandığı, geçilen kare sayısının azaldığı, açık / koyu kutuların aydınlık alanlarına girişlerin sayısının ve alanda geçirilen sürenin azaldığı ortaya konmuştur. Öğrenme ve bellek testlerinde Morris su labirentinde ve T labirent testinde uzamsal bellekte bozulma, Yeni Nesne Tanıma testinde yeni nesneyle etkileşimin süresinde azalma ve ayırt etme endeksinde azalma gözlenmiştir. Bu çalışma AlCl3 ve Zorlu Yüzme Testi uygulamalarının davranışsal bozukluklar ya da diğer psikopatolojilere yol açabilecek olan bellek kusurları ve bilişsel bozulmalar ilişkili olabileceğini göstermektedir.


Review Article

Relationship between cognitive style of 48-72 months old children and father involvement

Turkish Title : 48-72 aylık çocukların bilişsel stilleri ile baba katılımı arasındaki ilişkinin incelenmesi

Alper Çuhadaroğlu,Sırmahan Aydoğmuş
JNBS, 2019, 6(2), p:159-169

DOI : 10.5455/JNBS.1559213390

In this research the relationship between 48-72 months old children’s cognitive style and father’s involvement was investigated. The participants group consisted of 239 48-72 months old children studied in private and governmental kindergartens and their fathers. For 48-72 months old children’s cognitive style determination was used a Kansas Reflection-Impulsivity Scale for Preschoolers Form A (KRISP). For father’s involvement estimation was used father involvement scale (BAKÖ). The obtained data were analysed
by One-Way Anova Analysis, T-test and Post-Hoc Benferroni test. As a result of the research it is seen that there is a relation between 48-72 months old children’s cognitive style and father involvement.

Bu araştırmada, 48-72 aylık çocukların bilişsel stilleri ile baba katılımının birbiri ile ilişkili olup olmadığı incelenmiştir. Araştırmanın çalışma grubunu, özel ve devlet okullarında eğitim gören 48-72 aylık 239 çocuk ve babaları oluşmaktadır. 48-72 aylık çocukların bilişsel stillerini belirlemek için Kansas Okul Öncesi Çocuklar için Düşünsellik-İçtepisellik Ölçeğinin-A Formu (KRISP -A) kullanılmıştır. Baba katılımı için ise Baba Katılım Ölçeği (BAKÖ) kullanılmıştır. Elde edilen veriler ise Tek Yönlü Varyans Analizi, TTesti ve Post-Hoc Benferroni Testi ile analiz edilmiştir. Araştırma sonucunda 48-72 aylık çocukların bilişsel stilleri ile baba katılımı arasında anlamlı ilişkilere rastlanılmaktadır.


Case Report

Experimental effects of acute moderate-ıntensity exercise on prioritized memory

Turkish Title : Akut orta-yoğunlukta egzersizin öncülenmiş hafıza üzerine deneysel etkileri

Lauren Ferguson,Paul D. Loprinzi
JNBS, 2019, 6(2), p:170-174

DOI : 10.5455/JNBS.1553907924

Emerging research demonstrates that acute exercise can improve neutral-based and emotional memory function. The present study extends this emerging line of inquiry by examining the effects of acute exercise on non-emotional prioritized information. A parallel-group, randomized controlled experiment was conducted. The experimental group exercised for 15 minutes, while the control group engaged in a seated, time-matched task. Afterward, participants completed a prioritized memory task, involving an immediate and delayed memory recall. There were no significant main effects for time (F=2.10, p = 0.15, ƞ2p=0.05), main effect for group (F=0.46, p = 0.50, ƞ2p=0.01), time by group interaction (F=0.64, p = 0.42, ƞ2p=0.01), content by group interaction (F=2.07, p = 0.15, ƞ2p=0.05), time by content interaction (F=0.43, p = 0.43, ƞ2p=0.02), or time by content by group interaction (F=0.28, p = 0.59, ƞ2p=0.01). However, there was a main effect for content (F=4.48, p = 0.04, ƞ2p=0.11). That is, collapsed across both the experimental and control conditions, as well as collapsed across immediate and delayed recall, the percent (SD) of content recalled for the highlighted and non-highlighted text, respectively, was 76.7 (15.7) and 69.4 (23.2) (p = 0.04). Our experimental findings demonstrate evidence of a prioritized memory effect. We, however, did not demonstrate any evidence of acute moderate-intensity exercise modulating prioritized memory.

Araştırmalar, akut egzersizin nötral hafıza ve duygusal hafıza işlevini geliştirebileceğini göstermektedir. Bu çalışma, akut egzersizin duygusal olmayan biçimde öncülenmiş bilgiler üzerindeki etkilerini inceleyerek bu alanı genişletmeyi amaçlamaktadır. Paralel grup desenli randomize kontrollü bir araştırmada deney grubu 15 dakika boyunca egzersiz yaparken kontrol grubu aynı süreyle oturarak yaptıkları bir görev yürütmüşlerdir. Daha sonra, katılımcılar hızlı ve gecikmeli hatırlamaları içeren bir öncülenmiş hafıza görevi tamamlamışlardır. İki grup arasında süre (F = 2.10, p = 0.15, ƞ2p = 0.05), ana grup etkisi(F = 0.46, p = 0.50, p2p = 0.01), grup etkileşimi süresi (F = 0.64, p = 0.42, ƞ2p = 0.01), grup etkileşimi içeriği (F = 2.07, p = 0.15, ƞ2p = 0.05), içerik etkileşimi süresi (F = 0.43, p = 0.43, ƞ2p = 0.02) veya gruba göre içerik etkileşimi (F = 0.28, p = 0.59, ƞ2p = 0.01) açısından anlamlı fark bulunmamıştır. Ancak, içerik için anlamlı bir farklılık saptanmıştır (F = 4.48, p = 0.04, ƞ2p = 0.11). Hem deney hem de kontrol gruplarında anlık ve gecikmeli hatırlamada bozulma olsa da gruplar arası fark istatistiksel olarak anlamlıdır, vurgulanan ve vurgulanmayan metin için hafızadan geri çağrılabilen içeriğin yüzdesi (SD) sırasıyla 76.7 (15.7) ve 69.4 (23.2) olarak bulunmuştur. ) (p = 0.04). Bu deneyin bulguları öncülenen bir hafıza etkisinin varlığına işaret etmektedir. Bununla birlikte, akut orta şiddette egzersizin öncülenmiş hafıza üzerine etkisi gösterilememiştir.


Review Article

Exposure with virtual reality use in acrophobia treatment

Turkish Title : Sanal gerçeklik ile maruz bırakmanın yükseklik korkusu tedavisinde kullanımı

Gökçe Vogt,Barış Metin
JNBS, 2019, 6(2), p:175-177

DOI : 10.5455/JNBS.1550667764

Acrophobia, is a psychological problem that is in the category of specific phobias, which leads to the deterioration of the functioning of the individual in business and social life. Exposure, which is one of the most basic techniques of Cognitive Behavioral Therapy, is the most useful technique use in the treatment of acrophobia. This technique suggests that exposure to the feared subject and / or object of the person become more likely to control the anxiety as a result of the familiarization and extinction of the anxiety.  This technique can be applied in three ways: In vitro, in vivo and virtual reality. The aim of this article is to provide information on the exposure with the virtual reality and to compile the researches on its effectiveness in acrophobia treatment.

Özgül fobiler kategorisinde yer alan ve kişinin iş ve sosyal hayatındaki işlevselliğinin bozulmasına yol açan psikolojik bir sorun olan akrofobi tedavisinde en yaygın gören tedavi olan Bilişsel Davranışçı Terapinin en temel tekniklerinden biri olan maruz bırakma sıklıkla kullanılmaktadır. Kişinin korktuğu durum ve/ya nesneye maruz bırakmanın, kaygı uyandıran nesne veya durumlara karşı alışma ve kaygıdaki sönmenin sonucunda bireylerin kaygılarını kontrol edebilir hale geleceğini ileri süren bu teknik; imgeleme (in vitro), in vivo ve sanal gerçeklik (SG) şeklinde uygulanabilmektedir. Bu makalenin amacı, sanal gerçeklik ile maruz bırakma tekniği ile ilgili bilgilendirme vermek ve akrofobi tedavisinde kullanımındaki etkililiğine dair yapılan araştırmaları derlemektir.


Letter to Editor

Dermatillomania: A case of excoriation disorder

Turkish Title : Dermatillomani: Bir ekskoriyasyon bozukluğu olgusu

Mehmet Hamdi Orum
JNBS, 2019, 6(2), p:178-181

DOI : 10.5455/JNBS.1557500933

Also known as excoriation disorder and skin-picking disorder, dermatillomania is a psychological condition that manifests as repetitive, compulsive skin picking. Repetitive skin picking extends to pulling, squeezing, scraping, lancing, and even biting both healthy and damaged skin from various parts of the body. Herein, we presented a female patient with excoriation disorder.

Ekskoriyasyon bozukluğu ve deri yolma bozukluğu olarak da bilinen dermatillomani, tekrarlayan, kompülsif deri yolma şeklindeortaya çıkan psikolojik bir durumdur. Tekrarlayan deri yolma, hem sağlıklı hem de zarar görmüş cildi vücudun çeşitli yerlerinden çekmeye, sıkmaya, kazımaya, koparmaya ve hatta ısırmaya kadar uzanır. Burada, ekskoriyasyon bozukluğu olan bir kadın hastayı sunduk.


Original Article

Investigation of bipolar disorder prevalence in the first degree relatives of cases with manic switch during an antidepressant treatment

Turkish Title : Antidepresan tedavi sırasında ortaya çıkan mani vakalarının birinci dereceden akrabalarında bipolar bozukluk sıklığının araştırılması

Oğuz Tan
JNBS, 2019, 6(1), p:1-5

DOI : 10.5455/JNBS.1540900897

It is argued that those patients who switch to mania under antidepressant therapy are prone to bipolar disorder and that there is a category of mood disorders called as “bipolar III”. If clinical relevance of this category that is not included in official nosologies testified, the diagnostic and therapeutic approach to mood disorders may change. To test this hypothesis, we screened for bipolar I disorder among 138 first-degree relatives of 24 patients who had switched to mania under antidepressant therapy because of unipolar depression and then compared this figure with that among 135 first-degree relatives of 24 patients having documented bipolar I disorder. Regarding the frequency of bipolar I disorder within the family, we found no significant difference between the case and the control groups. The fact that the family history regarding bipolar I disorder among those who switched to mania under antidepressant therapy did not differ significantly from that among the control subjects suggest a genetic susceptibility to bipolarity among the cases. Our findings verify the concepts of “soft bipolarity” and “bipolar III.

Antidepresan kullanırken maniye giren hastaların bipolar bozukluğa yatkınlık taşıyan kişiler oldukları savunulmakta, “bipolar III”olarak adlandırılan bir duygudurumu bozukluğu kategorisinin varlığından söz edilmektedir. Tanı sınıflama sistemlerine girmemişbu kategorinin klinik geçerliliğinin kanıtlanması, duygudurumu bozukluklarına tanı ve tedavi yaklaşımını etkileyebilir. Bu hipotezisınamak amacıyla ünipolar depresyon nedeniyle antidepresan kullanırken maniye giren 24 vakanın 138 birinci dereceden akrabasındave bipolar I bozukluğu olduğu belgelenmiş 24 kontrol deneğinin 135 birinci dereceden akrabasında bipolar I bozukluğu görülme sıklığıkarşılaştırıldı. Vaka ve kontrol grupları arasında ailevi yüklülük açısından anlamlı farklılık bulunmadı. Antidepresan kullanırkenmaniye giren unipolar depresyon hastalarının ailelerinde bipolar bozukluk sıklığının kontrollerden anlamlı farklılık göstermemesi, bukişilerde bipolariteye genetik yatkınlık bulunduğunu desteklemektedir. Bulgularımız “yumuşak bipolarite” ve “bipolar III” kavramlarınıdoğrulamaktadır.


ISSN (Print) 2149-1909
ISSN (Online) 2148-4325

2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.