JNBS
Üsküdar Üniversitesi

Years

2021

2020

2019

2018

2017

2016

2015

2014

Categories

Authors

ARTICLES

Original Article

The relationship between childbirth fear and social support: Review and pilot research

Turkish Title : Doğum korkusu ve sosyal destek düzeyi arasındaki ilişki: bir gözden geçirme ve pilot çalışma

Ceren Sezen,Bars Onen Unsalver
JNBS, 2018, 5(1), p:29-36

DOI : 10.5455/JNBS.1512387859

The fear of birth can be seen in most of the women because of several reasons. There are different reasons of childbirth fear such as biological, sociological, psychological or secondary. Also, 5 percent of women have childbirth fear. And there are physiological and psychological consequences of unresolved fear of birth. Women who lack emotional support isolate themselves from the decisions they should make during pregnancy. They face problems about postpartum sexuality, depression, and maternal attachment. The reason of c-section is childbirth fear. 74.5 percent of women in Turkey need to social support. In this study, Google Scholar and PubMed were used for literature review. Just articles between 1997 and 2017 were included in the study. Pilot research was performed in a government hospital. 30 pregnants in research answered the question of WIJMA Scale (A Version). Likert-type questions in the personal information form that determines the level of percieved social support were used. During the study, it is seen that there is a negative correlation between the fear of birth and support by spouses, relatives and doctors. There are several scales about social support and childbirth fear in Turkey. After the literature review, it is realized that the effects of the support to the pregnant women and should be studied more. The mediation of birth psychotherapist between spouses, relatives and doctors, and the effects of this mediation should be studied more. There should be a new specific scale for pregnant women in order to measure their percieved support during pregnancy.

Doğum korkusu farklı nedenlerle çoğu gebede görülmekte olup, bu duygunun miktarı ve tanımı her kadın için farklıdır. Doğum
korkusunun biyolojik, psikolojik, sosyal ve ikinci olmak üzere nedenleri vardır. Ayrıca; kadınların ortalama %5’i doğumdan
korkmaktadır. Çözümlenmemiş doğum korkusunun fizyolojik ve psikolojik sonuçları mevcuttur. Duygusal destek hissetmeyen kadın,
gebelik süresince alması gereken kararlardan kendini soyutlamakta, doğum sonrası cinsellik, maternal bağlanma, depresyon
gibi konularda istenmeyen durumlar yaşamaktadır. Artan sezaryan oranlarının nedenlerinden biri de doğum korkusudur. Türkiye’
de kadınların %74.5’i sosyal desteğe ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle, doğum korkusu sosyal destek ile azaltılabilir. Kadınlar;
eş, aile ve sağlık personeli olmak üzere temel üç başlıkta desteklenmek istemektedir. Sosyal destek hem anne ve bebeğin iyi
oluşuna hem de doğumun daha konforlu geçmesine katkı sağlamaktadır Bu çalışmada literatür taraması için Google Scholar ve
PubMed sistemleri kullanılmış olup 1997-2017 yıllarındaki yalnızca makaleler konu edilmiştir. Pilot araştırma kısmı, Zeynep Kamil
Kadın ve Çocuk Hastalıkları Eğitim ve Araştırma Hastanesi’ nde yapılmıştır. Çalışma süresince doğum korkusunun algılanan destek
düzeyi ile negatif yönde korele olduğu ve ülkemizde hem sosyal desteğin hem de doğum korkusunun tespitinde kullanılabilecek
geçerliği ve güvenirliği yapılmış ölçeklerin varlığı tespit edilmiştir. Literatür incelenirken gebelere sağlanan desteğin etkileri
konusunda araştırmaların artırılması, doğum psikoterapistinin gebe, eş, yakınlar, doktor arasındaki arabuluculuk özelliğinin daha
çok araştırılması ve gebelerin gebelik sürecinde algıladıkları destek konusunda özel bir ölçek geliştirilmesi gerektiği sonucuna
ulaşılmıştır.


Review Article

The serotonergic system in Alzheimer’s Disease

Turkish Title : Alzheimer hastalığında seratonerjik sistem

Yesim Ayik,Kaan Yilancioglu
JNBS, 2018, 5(1), p:37-42

DOI : 10.5455/JNBS.1521101132

Alzheimer’s disease (AD) is one of the most common neurodegenerative diseases throughout the world that impairs brain regions related to learning and memory. Several neurotransmitter systems, especially the serotonergic system take part in cognitive processes, and the neurochemistry of AD patients is affected by AD-associated neurodegeneration. Serotonergic markers are located in diverse brain areas mostly related learning and memory. Therefore the serotonergic neurotransmission is very important in memory. Remarkable changes occur in the serotonergic system because of AD. Since AD is a progressive and irreversible disorder and there is no specific treatment for this disease, the number of patients is rapidly increasing. In this review, the relationship between AD and the serotonergic system is described in general terms. Especially serotonin (5-HT) receptors that take part in cognitive dysfunctions have examined in this study.

Öğrenme ve hafıza ile ilişkili beyin bölgelerinde bozulmalara neden olan Alzheimer hastalığı, dünya genelindeki en yaygın nörodejeneratif hastalıklardan biridir. Birçok nörotransmitter sistem, özellikle serotonerjik sistem, bilişsel süreçlerde yer alır ve Alzheimer hastalarının nörokimyası Alzheimer hastalığı ile ilişkili nörodejenerasyondan etkilenir. Serotonerjik belirteçler, çoğunlukla öğrenme ve bellek ile ilişkili çeşitli beyin bölgelerinde bulunur; bu nedenle serotonerjik nörotransmisyon hafızada çok önemlidir. Alzheimer hastalığı nedeniyle serotonerjik sistemde dikkate değer değişiklikler meydana gelir. Alzheimer hastalığı ilerleyici ve geri dönüşümsüz bir hastalık olduğundan ve bu hastalık için kesin bir tedavi yöntemi bulunmadığından, hasta sayısı günden güne hızla artmaktadır. Bu derlemede, Alzheimer hastalığı ile serotonerjik sistem arasındaki ilişki genel hatlarıyla açıklanmaktadır. Bu çalışmada, özellikle bilişsel işlev bozukluklarında rol alan serotonin (5-HT) reseptörleri incelenmiştir.


Review Article

Neuroinflammation modifying approaches in Parkinson's disease

Turkish Title : Parkinson hastalığında nöroinflamasyonu modifiye edici yaklaşımlar

Dilara Nemutlu Samur,Gul Ozbey
JNBS, 2018, 5(1), p:43-55

DOI : 10.5455/JNBS.1517915407

Parkinson’s disease is a chronic and slowly progressing neurodegenerative disease characterized by the degeneration of dopaminergic neurons in the substantia nigra. Currently, the treatment strategies of Parkinson’s disease can only alleviate motor symptoms but not prevent from neurodegeneration. In recent years, among the treatment approaches for the pathophysiology of the disease, there is a rapid increase in publications related to drug and/or drug candidates targeting neuroinflammatory mechanisms in the disease. In this review, we summarize the neuroinflammatory mechanisms and treatment approaches that modify neuroinflammation in Parkinson’s disease and present the recent preclinical and clinical data on possible drug candidates. The interactions between neuroinflammation and degeneration in dopaminergic neurons must first be elucidated in order to develop novel drug candidates targeting neuroinflammatory mechanisms in Parkinson’s disease.

Parkinson hastalığı, substansiya nigradaki dopaminerjik nöronların dejenerasyonu ile karakterize, yavaş ilerleyen kronik bir hastalıktır. Günümüzde Parkinson hastalığında uygulanan tedaviler yalnızca motor semptomları hafifletebilmekte, ancak nörodejenerasyonu önleyememektedir. Son yıllarda, hastalığın patofizyolojisine yönelik tedavi yaklaşımları arasında, hastalığın nöroinflamatuvar mekanizmalarını hedefleyen ilaç ve/veya ilaç adaylarına ilişkin yayınların hızla arttığı görülmektedir. Bu derlemede, Parkinson hastalığının nöroinflamatuvar mekanizmaları ve hastalıkta nöroinflamasyonu modifiye edici yaklaşımlar özetlenip olası ilaç adayları hakkında güncel veriler sunulmuştur. Parkinson hastalığında nöroinflamatuvar mekanizmaları hedef alan ilaç adaylarının geliştirilmesinde, öncelikle nöroinflamasyon ve dopaminerjik nöronlarda oluşan dejenerasyon arasındaki etkileşimlerin aydınlatılması gerekmektedir.


Review Article

Effects of genes to psychological factors in sports

Turkish Title : Genlerin sporda psikolojik faktörlerle ilişkisi

Basak Funda Eken,Can Akpinaroglu,Kadir Sinan Arslan,Canan Sercan,Korkut Ulucan
JNBS, 2018, 5(1), p:56-61

DOI : 10.5455/JNBS.1516796381

With the human genome project, in addition to determining the number, structure and physical maps of our genes which were previously supposed to be between 20-25 thousands, genetic regions affecting athletic performance have also been identified.It has been determined that endurance, athletic ability and musculoskeletal as well as central nervous system (CNS) are effective in succeeding in today’s sporting events and play an important role in performance. Parameters affecting psychological performance such as stress, anxiety, aggression are effective in determining sportive achievements. Determining the genetic predisposition of the athletes in stressful environments or in sports where stress is prominent allows them to be guided by psychologists at an early age and contributes to sporting success. Related to the behavioral characteristics of the athletes, genes leading to resistance to stress, personality traits and aggressive behaviours like 5-HTT, DRD4, DRD5, ADRD1, COMT, BDNF, NRG1, GLUT4 and SLC2A4 and polymorphisms within these genes have been investigated in our review.

İnsan genom projesiyle 20-25 bin arasında olduğu tahmin edilen genlerimizin sayı, yapı ve fiziksel haritalarının belirlenmesinin yanında atletik performansa etki eden genetik bölgeler de belirlenmiştir. Yapılan çalışmalarla dayanıklılığın, atletik yeteneğin ve kas iskelet sisteminin yanı sıra merkezi sinir sisteminin de (MSS) günümüzdeki spor müsabakalarında başarılı olmakta etkili olduğu ve performansta önemli rol oynadığı belirlenmiştir. Stres, kaygı, agresyon gibi psikolojik performansımıza etki eden parametreler sportif başarıların belirlenmesinde etkili olmaktadır. Sporcuların stresli ortamlarda veya stresin belirgin olduğu spor dallarında genetik yatkınlıklarının belirlenmesi, erken yaşta psikolog desteğine yönlendirilmesine olanak sağlamakta ve sportif anlamda başarıya katkıda bulunmaktadır. Sporcuların davranışsal özellikleri ile ilgili olan; stres direnci, kişilik özellikleri ve özellikle saldırganlıkla ilgili aday genlerden MOA-A, 5-HTT, DRD4, DRD5, ADRD1, COMT, BDNF, NRG1, GLUT4 ve SLC2A4 genleri ve bu genler üzerindeki polimorfizmler bu derlememizde incelenmiştir.


Review Article

Using eye-tracking methods in infant memory research

Turkish Title : Bebek bellek araştırmasında göz izleme yöntemlerinin kullanılması

Aysegul Ozkan
JNBS, 2018, 5(1), p:62-66

DOI : 10.5455/JNBS.1516325266

Eye-tracking systems have improved as a direct consequence of technological developments, particularly since the 2000s, related to the smartphone industry. In psychology research, such systems have been used to investigate human cognitive processes based on the fact that the eyes work in conjunction with the central nervous system, thus the direction of the eyes can be used to provide information about the brain’s cognitive process. This current review explains eye-tracking methodology linked to eye movements, to evaluate eye-tracker systems in terms of their advantages and disadvantages, and then discusses using eye-tracking methods in psychology and neuroscience researches, specifically focused on eye-tracking used on infants’ memory studies using eye-tracking. The methodologies of these studies are compared to determine how a particular eye-tracking method may be useful for infant memory research.

Göz izleme sistemleri, özellikle 2000’li yıllardan beri akıllı telefon endüstrisi ile ilgili teknolojik ilerlemelerin doğrudan bir sonucu olarak gelişmiştir. Psikoloji araştırmalarında, bu tür sistemler, gözlerin merkezi sinir sistemi ile bağlantılı olarak çalışması esasına dayandığı için insan bilişsel süreçlerini araştırmak amacıyla kullanılmıştır. Böylece gözlerin yönü, beynin bilişsel süreci hakkında bilgi sağlamak için kullanılabilir. Bu derleme, göz hareketleri ile bağlantılı göz izleme metodolojisini açıklamakta, göz takip sistemlerini avantaj ve dezavantajları açısından değerlendirmekte ve daha sonra özellikle bebeklerde kullanılan göz takibine odaklanan psikoloji ve nörobilim araştırmalarında göz izleme yöntemlerini tartışmaktadır. Bu çalışmaların metodolojileri, belirli bir göz izleme yönteminin bebeklerin hafıza araştırmalarında nasıl yararlı olabileceğini belirlemek için karşılaştırılmıştır.


Mini - Review

A proposal for a new classification in psychopathology

Turkish Title : Psikopatolojide yeni bir sınıflandırma önerisi

Levon Antikacioglu,Nevzat Tarhan
JNBS, 2018, 5(1), p:67-71

DOI : 10.5455/JNBS.1514889994

In the earlier classification of diseases, we had the firm decision that psychopathology can be divided into two main groups:
Neurosis and Psychosis. But we are quite convinced that there are blur areas in between that can perfectly be defined as “partialsegmental
psychosis”. In the paper we discussed the topics.

Psikopatolojik hastalıkların erken zamanlarındaki tasniflerinde, belli başlı iki çeşit ana grubun olduğunu ileri sürmüştük: Nevrozlar ve
Psikozlar. Ancak şimdi giderek daha fazla, arada flu bölgelerin olduğunu ve bunların da aslında “kısmi-segmanter psikozlar” olarak
değerlendirilebileceklerini makalemizde, tartışıp önerdik.


Editorial

Neuroscience studies in Turkey

Turkish Title : Turkiye´ de norobilim calismalari

Cumhur Tas
JNBS, 2017, 4(3), p:94-94

DOI : 10.5455/JNBS.1514191183


Original Article

Determination of the anxiety- related SCC6A4 gene promoter S and L alleles in Turkish Soccer Players

Turkish Title : Sağlikli türk genç futbolcularda anksiyete ile ilişkili SCC6A4 geni promoter “s” ve “l” allellerini saptanmasi

Omer Ates,Ahmet Corak,Hamza Kulaksiz,Canan Sercan,Sezgin Kapici,Ipek Yuksel,Korkut Ulucan
JNBS, 2017, 4(3), p:95-98

DOI : 10.5455/JNBS.1503660850

Serotonin metabolizmasının en önemli üyelerinden biri, seratonini sinaptik boşluktan presinaptik nörona geri alan serotonin taşıyıcı proteindir (5HTT). Bu protein SLC6A4 geni tarafından kodlanır ve bu genin promotor bölgesinde ki fonksiyonel delesyon/ insersiyon mutasyonu, genin transkripsiyon hızına etki eder. “S” alleli genin kısa formu olarak adlandırılır ve günümüze kadar yapılan çalışmalar ile kaygı ile ilişkisini gösterilmiştir. Bu çalışmamızda SLC6A4 geninin 44 genç, başarılı ve sağlıklı Türk erkek futbolculardaki kısa (S) ve uzun (L) allel dağılımının belirlenmesi amaçlanmıştır. Genotipleme çalışması DNA izolasyonu sonrasında konvansiyonel polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) ile tamamlanmıştır. Analiz sonuçlarına göre futbolcuların 10’u (%23) LL, 25’i (%57) LS ve 9’u (%20) SS genotipinde bulunmuştur. Allelik dağılımlarında ise L alleli 45 (%51), S alleli ise 43 (%49) olarak bulunmuştur. SLC6A4 allellerinin dağılımı nöropsikiyatrik bozukluklar gösteren bireylerde ve sağlıklı bireylerde farklılık gösterdiği bildirilmiştir. Bu çalışma LL genotip ve L allelinin Türk profesyonel futbolcularda SS genotip ve S alleline oranla daha sık olduğunu gösteren ilk araştırma niteliğindedir.


Original Article

Maintenance treatment trends, therapeutic outcomes and their association with clinical features in remitted bipolar disorder

Turkish Title : Iyileşme dönemindeki bipolar bozuklukta sürdürüm tedavisi trendleri, sağaltim sonuçlari ve klinik özellikler ile ilişkisi

Tonguc Demir Berkol,Yasin Hasan Balcioglu,Hasan Mervan Aytac,Simge Seren Kirlooglu,Serkan Islam,Ilker Ozyildirim
JNBS, 2017, 4(3), p:99-105

DOI : 10.5455/JNBS.1502108448

İki uçlu bozuklukta uzun dönem tedavisine ilişkin kanıtlar yeterince tatmin edici değildir. İyilik döneminde başta lityum ve valproat olmak üzere, antipsikotik ve antikonvülzan ajanlar sürdürüm tedavisi seçeneklerindendir. Bu tedavilerle olumlu sonuçlar literatürde gösterilse de, farklı klinik özellikler gösteren hastaların farklı ajanlara yanıtlarına dair çalışmalar yetersizdir. Bu çalışmada, söz konusu ajanların duygudurum ataklarından koruyuculuğunu belirlemek ve daha uygun ilaç seçimi sağlamak için; ilaçların kullanım sıklıklarının, elde edilen yanıt düzeylerinin ve bunların klinik özellikler ile ilişkisinin araştırılması amaçlanmıştır. Haseki Eğitim ve Araştırma Hastanesi Psikiyatri Polikliniği’nde izlenmekte olan yüz seksen altı bipolar bozukluk tanılı hasta çalışmaya alınmıştır. Hastaların tümüne SCID-I (Structured Clinical Interview for DSM-IV); uygulanmış; İki uçlu bozukluğa eşlik eden ek psikiyatrik tanılar saptanmıştır. Her iki hasta grubunun sosyodemografik ve klinik özelliklerini ve yaşam boyu farmakolojik tedavilerini değerlendiren yarı yapılandırılmış görüşme çizelgesi doldurulmuştur. Bu çizelgeler klinik görüşme ile yeniden değerlendirilmiş ve gözden geçirilmiştir. Hastaların sürdürüm tedavisinde %71 lityum, %44 antikonvülzan, %18 antipsikotik monoterapileri ve %23 lityum-antikonvülzan, %15 lityum-antipsikotik, %25 antikonvülzan-antipsikotik kombine tedavilerinin hastalığın herhangi bir döneminde kullanıldığı belirlenmiştir. Lityum monoterapisi alan hastaların %61’inin, antikonvülzan monoterapisi alan hastaların %62’sinin tedaviye yanıt verdiği saptanmıştır. Antikonvülzan-antipsikotik kombine sürdürüm tedavisi alan hastalarda daha yüksek yanıt oranı bulunmuştur. Evli olmak, psikotik belirtilerin yokluğu, mevsimsellik ve atakların hafif seyretmesi lityum tedavisine yanıtın öngörücüleri olarak saptanmıştır. cevap vermiştir. Erkek, boşanmış, intihar girişimi olan ve duygudurum ataklarında karma özelliğin baskınlığı antikonvulzan ilaçlara iyi yanıtın belirleyicileri olarak saptanmıştır. İki uçlu bozukluğa eşlik eden en sık ek psikiyatrik bozukluk obsesif-kompulsif bozukluk olarak saptanmıştır. İki uçlu bozuklukta nüksetme riskini en aza indirmek için etkin ve uygun sürdürüm tedavisinin belirlenmesi esastır. Lityum monoterapisi, sürdürümde en sık tercih edilen seçenek olsa da, antipsikotiklerin yer aldığı kombine tedavilerin etkin alternatifler olabileceği görülmektedir. Klinik özelliklerin ve tolerabilitenin göz önünde bulundurularak kişiselleştirilmiş tedavi seçeneklerinin planlanması önem arz etmektedir.


Original Article

Theory of mind abilities to attention deficit and hyperactivity disorder

Turkish Title : Dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu olan çocuklarda zihin kurami becerileri

Ismail Yasir Kirtil,Pinar Vural,Halit Necmi Ucar
JNBS, 2017, 4(3), p:106-111

DOI : 10.5455/JNBS.1499934420

The purpose of this study is to investigate the children and adolescents diagnosed with Attention Deficit and Hyperactivity Disorder (ADHD), whether they have disorder in theory of mind abilities compared with the healthy control group. For the study as patient group we took 40 children aged 10-16 diognased with ADHD according to DSM-V in Uludağ University Child and Adolescent Psychiatry Policlinic, as control group we took 40 children admitted to our policlinic but receiving any psychiatric diagnosis. While sociodemographic characteristics of the patients were being evaluated with a detailed form; neuropsychological tests were implemented to investigate the intelligence development and theory of mind skills. To evaluate psychopathologies Kiddie-Sads Affective Disorders and Schizophrenia Schedule for School Age Children Present and Lifetime Version (Turkish) version (K-SADSPL) were implemented. The Hinting test, Eye Reading Test, Sally-Anne Test, Smarties Test, Chocolate Test, and Ice Cream Truck Test were applied to evaluate the mind theorists skills of the participants. No significant difference was found between the groups in the first level the theory of mind tests (p = 0,152). In the second level of theory of mind theory, the group with ADHD was found to have failed significantly (p = 0.002). The group with ADHD was also more unsuccessful in the eyes test with advanced the theory of mind test (p = 0.006). It has been found that there is deficit of theory of mind in ADHD. It has been concluded that the existence of the deficit of the theory of mind is required to be re-examined with new methods when diagnosing and treating

Dikkat Eksikliği ve Hiperaktivite Bozukluğu (DEHB) teşhisi konulan çocuk ve ergenlerin sağlıklı kontrol grubuna göre zihin kuramı becerilerinde bozukluk olup olmadığını araştırmaktır. Çalışmaya, Hasta grubu olarak Uludağ Üniversitesi Çocuk ve Ergen Psikiyatrisi polikliniğinde DSM-V’e göre 40 DEHB tanısı alan 10-16 yaş grubu çocuk; kontrol grubu olarak ise polikliniğimize başvurmuş olup herhangi bir psikiyatrik tanı almayan 40 çocuk alınmıştır. Olguların sosyodemografik özellikleri ayrıntılı bir formla değerlendirilirken; zekâ gelişimi ve zihin kuramı becerilerini de araştırmak üzere nöropsikolojik testler uygulanmıştır. Psikopatolojileri değerlendirmek için Okul Çağı Çocukları İçin Duygulanım Bozuklukları ve Şizofreni Görüşme Çizelgesi-Şimdi ve Yaşam boyu Versiyonu Türkçe uyarlaması (ÇDŞG-ŞY) uygulanmıştır. Çalışmaya katılanların zihin kuramı becerilerini değerlendirmek için Gözlerden Zihin Okuma Testi ve yanlış inanç testlerinden Sally-Anne Testi, Bonibon Testi, Çikolata Testi, Dondurma Kamyonu Testi uygulanmıştır. Gruplar arasında birinci düzey zihin kuramı testlerinde anlamlı fark bulunmamıştır (p=0,152). İkinci düzey zihin kuramı testlerinde DEHB’li grubun anlamlı düzeyde başarısız olduğu bulunmuştur (p=0,002). İleri düzey zihin kuramı testi olan gözler testinde de DEHB’li olan grup daha başarısız olmuştur (p=0,006). DEHB’de zihin kuramı defisitinin var olduğu ve zihin kuramı defisitinin tanı koyma ve tedavi açısından mevcut yöntemlere ek olarak yeni yöntemlerle tekrar gözden geçirilmesinin gerekli olduğu sonucuna varılmıştır.


ISSN (Print) 2149-1909
ISSN (Online) 2148-4325

2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.