JNBS
Üsküdar Üniversitesi

Years

2021

2020

2019

2018

2017

2016

2015

2014

Categories

Authors

ARTICLES

Review Article

N-Acetylcysteine in treatment of Trichotillomania

Turkish Title : Trikotilomanide N-Asetilsistein kullanımı

Hüseyin Bulut,Gökben Hızlı Sayar
JNBS, 2015, 2(3), p:110-113

DOI : 10.5455/JNBS.1446409071

Trichotillomania is a chronic mental disorder characterized by recurrent hair-pulling. Hoarding, excoriation and trichotillomania are classified as obsessive-compulsive related disorders in DSM-5, which share similar clinical presentations, characterized by inappropriate and excessive repetitive behaviors and dysregulation of inhibitory control processes. Research evidence suggests that abnormalities in the cortico-striato-thalamic-cortical circuits are one of the key factors underlying the pathophysiology of obsessivecompulsive related disorders, including trichotillomania. Glutamate is the primary neurotransmitter within the cortico-striato-thalamiccortical circuits. Therefore, the use of glutamate-modulating agents is subject to interest for obsessive-compulsive related disorders. N-acetylcysteine, a derivate of the amino acid L-cysteine, has been explored as potential therapy for obsessive-compulsive related disorders, including trichotillomania. Pharmacotherapies that target the prefrontal glutamatergic system, such as N-acetylcysteine, may correct the underlying pathophysiologic abnormalities and symptoms of trichotillomania. Even a limited number of studies are suggesting that N-acetylcysteine is a promising treatment option, these studies did not assess treatment effects exceeding 3-4 months treatment period. Longer term effects of N-acetylcysteine therapy in trichotillomania require further evaluation.

Trikotilomani tekrarlayan saç çekme ile karakterize kronik bir ruhsal bozukluktur. DSM-5’te istifleme, ekskoriasyon ve trikotilomani, uygunsuz ve aşırı tekrarlayıcı davranışlar ve inhibitör kontrol süreçlerinin bozulması ile karakterize benzer klinik sunumlar paylaşan bozukluklar olarak “obsesif-kompulsif ilişkili bozukluklar” olarak sınıflandırılır. Araştırma bulgularına göre kortiko-striato-talamik-kortikal devrelerde anormallikler, trikotilomaninin de dahil olduğu obsesif kompulsif ilişkili bozuklukların patofizyolojisinde yer alan en önemli faktörlerden birisidir. Glutamat kortiko-striato-talamik-kortikal devrelerde birincil nöroiletkendir. Bu nedenle, glutamat modüle edici ajanların kullanımı, obsesif kompulsif ilişkili bozukluklar için ilgi çekicidir. N-asetilsistein, amino asit olan L-sisteinin bir türevidir ve trikotilomani de dahil olmak üzere, obsesif kompulsif ilişkili bozukluklarda potansiyel tedavi olarak incelenmiştir. N-asetilsistein gibi prefrontal glutamaterjik sistemi hedefleyen farmakoterapiler, trikotilomani belirtileri ve altta yatan patofizyolojik bozukluklarda etkili olabilir. Sınırlı sayıda çalışmada N-asetilsistein umut verici bir tedavi seçeneği olarak izlenmiş olsa da bu çalışmalar 3-4 ay tedavi süresini aşan etkinliği değerlendirmemiştir. Trikotilomaninin N-asetilsistein ile tedavisinin uzun dönemli etkileri incelenmelidir.


Review Article

The more brain parts are involved, the better is learned and performed

Turkish Title : Öğrenme ve performans, değişik beyin bölümlerinin katılımı oranında artar

Levon Antikacioglu
JNBS, 2015, 2(3), p:114-116

DOI : 10.5455/JNBS.1446476033

In this article, has been discussed the characteristics that make knowledge unforgettable. The attention has been attracted to the role of the involvement of multiple brain layers, locations and connections, in learning and performing process. It is sustained that “learning and performing are systemic issues” and proposed that “a successful learning and performance is directly proportional to the sum of created appropriate personal ties – created personal functional connectomes - in the entirety of the central nervous system” and the “strength or weakness of a learned material is directly proportional to the quantity, quality and intensity of the ties made within the entire Central Nervous System Network”. In other terms; the more brain parts are involved the better is learned and performed. And, it has been outlined that “the same fact is the explanation of why in different subjects, the memory storages are relatively in different localities, and in vague concentrations.”

Bu makalede, bilgiyi unutulmaz kılan karakteristikler tartışılmıştır. Bu amaçla dikkatler, çoklu beyin katmanlarının, lokasyonlarının ve bağlantılarının, öğrenme ve performansa katılımlarının rolüne çekilmiştir. Sonuçta, “öğrenme ve performansın sistemik bir konu olduğu” ve “başarılı bir öğrenme ve performansın, Merkez Sinir Sisteminin bütünü içinde, kurulmuş olan uygun kişisel bağlantıların (yaratılmış kişisel fonksiyonel konnektomların) toplamı ile doğru orantılı olduğu” ve “öğrenilmiş materyalin zayıf ya da güçlü oluşunun, Merkez Sinir Sistemi Ağının bütünü içindeki bağlantılarının kalite, kantite ve yoğunluğu ile doğru orantılı olduğu” teklif edilmiştir. Başka bir deyişle, “öğrenme ve performansın, beyin bölgelerinin katılımı oranında arttığı” ileri sürülmüştür. Bu olgunun da, “farklı bireylerde hafıza depolamasının neden, nisbi olarak farklı yerlerde ve düşük yoğunluklarda oluştuğunu”, açıkladığı belirtilmiştir.


Case Report

Early onset progressive nonfluent aphasia

Turkish Title : Erken başlangıçlı progresif tutuk afazi

Evrensel Alper,Cömert Gökçe,Şalçini Celal
JNBS, 2015, 2(3), p:117-119

DOI : 10.5455/JNBS.1433398964

Progressive nonfluent aphasia is a slowly progressive degenerative disease characterized by atrophy in left hemisphere particularly frontotemporal. It is one of three subtypes of frontotemporal lobar degeneration (frontotemporal dementia). Unlike Alzheimer’s disease it begins between 45-65 years of age and occurs equally in both sexes usually. The reported youngest case was 21 years old. Atrophy is seen in the left hemisphere more in temporal lobe on magnetic resonance imaging. Approximately half of the cases have family history. In early it might confuse with depression and therefore diagnosis may be delayed. Brain magnetic resonance imaging is important for verification of diagnosis. In this paper, a case who early onset progressive nonfluent aphasia was mentioned.

Progresif tutuk afazi, sinsi başlangıçlı, yavaş ilerleyen, sol hemisferde (özellikle frontotemporal) atrofi ile seyreden dejeneratif bir hastalıktır. Frontotemporal lobar dejenerasyonun (frontotemporal demans) üç alt tipinden biridir. Alzheimer hastalığının aksine genelde 45-65 yaş arasında başlar ve her iki cinsiyette eşit oranda görülür. Bildirilmiş en genç olgu 21 yaşındadır. MRI’da sol hemisferde daha çok temporal lobda atrofi görülür. Olguların yaklaşık yarısında aile öyküsü vardır. Erken dönemlerde depresyon ile karıştırılabilir. Bu nedenle tanıda gecikilebilir. Beyin MRI tanıyı doğrulamada önemlidir. Bu makalede erken başlangıçlı bir progresif tutuk afazi olgusu sunulmuştur.


Letter to Editor

The effects of tv watchıng on the autism like symptoms: An opinion about the pathophysiology

Turkish Title : Tv izlemenin otizm benzeri semptomlara etkisi: Patofizyoloji ile ilgili bir düşünce

Zeynep Cubukcuoglu-Tas
JNBS, 2015, 2(3), p:120-120

DOI : 10.5455/JNBS.1447329356


Original Article

Diagnosis of attention deficit and hyperactivity disorder among patients with substance use disorder and association with sociodemographic and clinical characteristics: A retrospective study

Turkish Title : Madde kullanım bozukluğu olan hastalarda dikkat eksikliği ve hiperaktivite bozukluğu tanısı ve sosyodemografik ve klinik özelliklerle ilişkisi: Retrospektif bir çalışma

Serdar Nurmedov,Onur C Noyan,Aslı E Darçın,Onat Yılmaz,Nesrin Dilbaz
JNBS, 2015, 2(2), p:50-55

DOI : 10.5455/JNBS.1434854695

Objective: Substance use disorders (SUD) are chronic, relapsing disorders in which compulsive behaviors persist despite severe negative consequences. SUD is frequent among patients with ADHD and ADHD is frequent among patients with SUD. The aim of this study was to investigate the prevalence of ADHD among patients with substance abuse/dependence according to DSM-IV TR retrospectively, and to demonstrate whether the diagnosis of ADHD is associated with sociodemographic and clinical characteristics of these patients. Method:We analyzed the medical records of 485 patients. All participants were diagnosed as having alcohol or substance abuse/dependence.Socio-demographic and data regarding clinical characteristics were derived from patient records. Results: Of the included 395 participants, 37 (9.4%) were female and 358 (90.6%) were male. The mean age was 31.53±10.44 years. Comorbid ADHD was diagnosed among 82 (20.8%) of all participants. The mean age in ADHD group was significantly lower than that of the group without ADHD (27.10± [7.87] versus 32.69± [10.73], p<0.05).Also, rate of remission was significantly lower in the group without ADHD (%48.8 vs. %33.2, p<0.05). Cannabis and derivatives abuse/dependence were found to be higher in the group with ADHD, whereas alcohol or multidrug abuse/dependence were higher in the group without ADHD comorbidity (p<0.05). Conclusion: In conclusion, we found that in the majority of the participants with ADHD had their diagnosis after the substance use problems had developed. This finding suggests that ADHD can be underdiagnosed in adults and we should be aware of this diagnosis.

Amaç: Madde Kullanım Bozukluğu (MKB), olumsuz sonuçlarına karşın kompulsif madde kullanımının devam ettiği yineleyen, kronik bir hastalıktır. MKB, DEHB’si olan bireylerde, DEHB de MKB’si olan bireylerde daha sıktır. Bu araştırma, DSM-IV TR’ye göre madde bağımlılığı/kötüye kullanımı olan bireylerde DEHB sıklığının ve sosyodemografik ve klinik özellikleri ile ilişkisinin araştırmayı amaçlamıştır. Yöntem: Bu araştırmada 485 hastanın tıbbi kayıtları incelenmiştir. Hastaların hepsi alkol veya madde kötüye kullanımı/bağımlılığı tanısını almıştır. Sosyo-demografik ve klinik özellikleri ile ilgili veriler tıbbi kayıtlardan elde edilmiştir. Bulgular: Araştırmaya dâhil edilen 395 hastanın 37 (%9.4)’si kadın, 358 (%90.6)’sı erkek olduğu ve ortalama yaşlarının 31.53 ±10.44 olduğu tespit edilmiştir. DEHB komorbiditesi 82 (%20.8) hastada tespit edilmiştir. DEHB komorbiditesi olan grupta ortalama yaş DEHB komorbiditesi olmayanlara göre daha düşük olduğu tespit edilmiştir (27.10± [7.87] ile 32.69± [10.73], p<0.05). DEHB’si olmayan grupta remisyon oranı daha düşük bulunmuştur (%48,8 ile %33,2, p<0.05). Esrar ve türevleri DEHB’si olan grupta daha fazla kullanılıyor iken, alkol ve çoğul madde kullanımı DEHB’si olmayan grupta daha sık olduğu tespit edilmiştir (p<0.05). Sonuç: DEHB’si olan hastaların büyük bir kısmının tanısı madde kullanımına başlandıktan sonra konduğu tespit edilmiştir. Bu bulgular, erişkinlerde DEHB tanısının yeterince bilinmediği ve bu konuda daha dikkatli olmamız gerektiğini akla getirmektedir.


Original Article

The comparison between personality characteristics and family relations of the subjects with neurotic level of personality organization with control group

Turkish Title : Nevrotik organizasyonlu bireylerin kişilik özelliklerinin ve aile ilişkilerinin kontrol grubuna göre kıyaslanması

Deniz Karayün,Tonguç Demir Berkol,Habib Erensoy,Ebru Kırlı,Serkan Islam,Doğan Şahin
JNBS, 2015, 2(2), p:56-63

DOI : 10.5455/JNBS.1437481824

Studies to explain neurotic personality organization is no more. Studies emphasize the early family relationships are important in formation of this structure. Our study aims to assess personality traits and family relations of individuals with neurotic personality organization. 31 patients assessed in neurotic personality organization according to SCID-I and SCID-II followed by social psychiatry unit (Structured Clinical Interview for DSM Disorders), 31 control groups not taking diagnostic in the same tests were included in study. Socio-demographic data form was filled by interviewer, Beck Depression Inventory, MMPI (Minnesota Multiphasic Personality Inventory), State-Trait Anxiety Inventory, Family Assessment Scale, Sheehan Disability Scale by the participants. Control group was created from, of volunteers, subjects not taking any psychiatric diagnosis. Compared to neurotic patient group with control group; Shehan Disability Scale for Beck Depression Inventory scores; Family Assessment Scale for social life and family environment, business subscale and household responsibilities, for State-Trait Anxiety Inventory; hypochondria, depression, hysteria, and social introversion subscales for problem solving and behavior control subscale scores between groups and Minnesota Multiphasic Personality Inventory. Neurotic group was taking significantly diagnosis compared to control group for depressive disorder, anxiety disorders and avoidant personality disorder. Considered that avoidant personality structuring of neurotic individuals are at the forefront, the secondary anxiety and depressive symptoms progress. Said all these processes impair domestic problem-solving, behavior control skills of these individuals. Supports this process that the average score of neurotic patients are higher than control group for hypochondria, depression, hysteria, and social introversion subscales as results of MMPI.

Çalışmamız nevrotik kişilik organizasyonu olan bireylerin kişilik özellikleri ve aile ilişkilerini değerlendirmeyi hedeflemektedir. Çalışmaya, sosyal psikyatri biriminden takipli SCID-I (Structured clinical interview for DSM disorders) ve SCID-II’ ye göre nevrotik kişilik örgütlenmesi içinde değerlendirilen 31 hasta ve 31 kontrol gurubu alındı. Kontrol grubu rastlantısal bir şekilde, gönüllüler arasından, psikiyatrik açıdan herhangi bir tanı almayan deneklerden oluşturuldu. Sosyodemografik Veri Formu görüşmeci tarafından, Beck Depresyon Ölçeği, MMPI (Minnesota Multiphasic Personality Inventory), Durumluk-Sürekli kaygı Envanteri, Aile Değerlendirme Ölçeği, Sheehan Yeti Yitimi Ölçeği çalışmaya katılanlar tarafından dolduruldu. Nevrotik hasta gurubunun kontrol gurubuna göre; Beck Depresyon Ölçeği puanları açısından, Shehan Yeti Yitimi Ölçeğinin; sosyal yaşam ve aile ortamı, iş alt ölçeği ve evdeki sorumluluklar açısından, Durumluk-Sürekli Kaygı Envanteri açısından, Aile Değerlendirme Ölçeğinin; gruplar arasında problem çözme ve davranış kontrolü alt ölçekleri ve Minnesota Çok Yönlü Kişilik Envanteri açısından; hipokondri, depresyon, histeri ve sosyal içe dönüklük alt ölçekleri anlamı bulundu. Çalışmada nevrotik grup en çok depresif bozukluklar, anksiyete bozuklukları ve kaçıngan kişilik bozukluğu açısından kontrol grubuna göre anlamlı tanı alıyordu. Nevrotik bireylerin kaçıngan kişilik yapılanmalarının daha ön planda olduğu, buna sekonder anksiyete ve depresif semptomlarının geliştiği ve bu nedenle bu bireylerin aile içi problem çözme ve davranış kontrolü yetilerinin bozduğu söylenebilir. Yine MMPI sonuçları olarak hipokondri, depresyon, histeri ve sosyal içe dönüklük alt ölçekleri açısından nevrotik hasta grubunun ortalama puanları kontrol grubundan anlamlı olarak yüksek olması bu süreci desteklemektedir.


Original Article

An investigation of neural correlates in adults with developmental dyscalculia using fMRI

Turkish Title : Gelişimsel diskalkuli sahibi yetişkinlerde nöral bağlantıların fMRI ile incelenmesi

Seylan Şahin
JNBS, 2015, 2(2), p:64-71

DOI : 10.5455/JNBS.1433794984

Developmental dyscalculia is a specific learning difficulty which reflects deficits in arithmetical skills. The cause behind this disorder is not known. Recent studies provide evidence in favor of believing that the disorder is somehow tied with specific brain regions’ roles. These regions include the intraparietal sulcus (IPS), the angular gyrus (ANG) and the supramarginal gyrus (SMG) in developmental dyscalculia. The present study investigates the role of these regions in adults with developmental dyscalculia. Brain images were collected from 10 participants with developmental dyscalculia and 10 control participants using fMRI while conducting number comparison, multiplication and subtraction tasks. The results revealed the activation of the intraparietal sulcus during number comparison and the activation of both the angular gyrus, the supramarginal gyrus, and the intraparietal sulcus during calculation tasks. These results suggest that the IPS activation was not less than the developmental dyscalculia group than in the control group when conducting the number comparison task; and that there were activation in the ANG, SMG and IPS regions of the brain in participants’ brains during both the multiplication and subtraction tasks.

Gelişimsel diskalkuli matematik yeteneğini etkileyen bir özel öğrenme güçlüğü formudur. Bu bozukluğa neden olan faktörler kesin olarak bilinememektedir. Son çalışmalar, diskalkulinin ortaya çıkmasında beyindeki spesifik bölgelerin etkili olabileceği yönünde kanıt ortaya koymaktadır. Bu beyin bölgeleri arasında; intraparyetal oluk, angular girus ve supramarjinal girus yer almaktadır. Bu çalışma, bu bölgelerin gelişimsel diskalkulideki rollerini araştırmaktadır. Çalışmaya 10 gelişimsel diskalkuli sahibi yetişkin, 10 da kontrol grubu olmak üzere 20 katılımcı dahil olmuştur. Katılımcılar sayı kıyaslama, toplama ve çıkarma işlemlerini yaparken fMRI ile beyin aktiviteleri görüntülenmiştir. Sayı kıyaslama esnasında intraparyetal olukta beyin aktivasyonu tespit edilmiştir. Toplama-çıkarma esnasında intraparyetal oluk, angular girus ve supramarjinal girusda beyin aktivasyonu tespit edilmiştir. Sayı kıyaslama esnasında IPS de gözlenen aktivasyon diskalkulik grupla kıyaslandığında kontrol grubunda daha az saptanmamıştır. Ayrıca, toplama- çıkarma esnasında da ANG, SMG ve IPS’de de aktivasyon gözlenmiştir


Review Article

Distinct roles of gamma-aminobutyric acid type A receptor subtypes: A focus on phasic and tonic inhibition

Turkish Title : Gama aminobütirik asit tip A reseptör alt tiplerinin farklılaşmış fonksiyonlari: Fazik ve tonik inhibasyon

Arslan Ayla
JNBS, 2015, 2(2), p:72-76

DOI : 10.5455/JNBS.1432919387

The gamma-aminobutyric acid type A receptors (GABAA Rs), belonging to the superfamily of Cys-loop receptors, responsible for the inhibitory transmission in the vertebrate central nervous system. Assembled from a pool of 19 subunits, the subunit composition of heteropentameric GABA-A Rs impacts on receptor’s function, physiology, cellular and subcellular localization in the cell membrane, i.e., synaptic or extrasynaptic. γ2 containing GABA-A Rs (γ2-GABA-A Rs) are clustered in the synapses and mediate classical fast synaptic inhibition called phasic inhibition. δ subunit containing GABA-A Rs (δ-GABA-A Rs) are located extrasynaptically and mediate a different form of inhibition called tonic inhibition critical for the threshold of action potential generation and neuronal excitability. Thus, distinct physiological roles of synaptic and extrasynaptic GABA-A R subtypes lead to the question to ask about the possibility of subtype selective drugs. In the light of accumulating data from X-ray crystal structures of vertabrate, invertabrate and prokaryotic Cys-loop receptor family members, new opportunities arise for the development of novel drugs targeting specificaly these subtypes of GABA-A Rs for the treatment of various neuropathological conditions.

Memelilerde beyinde inhibasyonun iletiminden sorumlu birincil reseptör olan gama amino butirik asit tip A reseptörleri (GABAA Rs), Cys-loop reseptörleri familyasina baglidir. 19 alt uniteden olusan bir havuzdan belirli kombinasyonlarla pentamer olarak organize olan bu reseptörlerin kompozisyonu, reseptörün fonksiyonu, fizyolojisi, bulundugu hücre tipi ve sinaptik ya da ekstra-sinaptik gibi hücre zarinda belirli bir lokalizasyonda bulunmasına etki eder. γ2 alt ünitesini bulunduran GABAA R alt tipi (γ2-GABAA Rs) sinaptik olarak lokalize olup fazik inhibasyon olarak bilinen tipik hizli inhibasyonun iletiminden sorumludurlar. δ alt ünitesini bulunduran GABAA Rs (δ-GABAA Rs) ekstrasinaptik olarak lokalize olup fazik inhibasyondan daha farkli bir inhibasyon türü olan ve aksiyon potansiyelinin olusmasi icin gereken eşik değerinde ve hücre uyarılabilirliğinde rol oynayan tonik inhibasyonun iletiminden sorumludurlar. Sinaptik ve ekstrasinaptik GABAA R tiplerine özgü bu farklılaşmış fizyolojik görevlerin gittikçe daha belirgin hale gelmesi, ilgili reseptör tiplerine yönelik özel ilaçlarin geliştirilebilmesi ile ilgili ihtimalleri de akla getirmektedir. Zira, son yıllarda omurgali, omurgasiz ve prokaryot kaynaklardan elde edilen Cys-loop reseptör ailesine ait reseptörlerin X-isini kristal yapılarina dair yeni verilerin birikmesiyle çesitli nöropatolojilere yönelik olarak sinaptik ve ekstrasinaptik GABAA R tiplerini seçici olarak hedefleyebilen yeni ilaçlarin geliştirilmesi mümkün olabilecektir.


Mini - Review

Cerebellum involvement in obsessive-compulsive disorder related brain network model

Turkish Title : Serebellumun obsesif-kompulsif bozukluk ile ilişkili beyin ağı modeline eklenmesi

Itır Kaşıkçı,Barış Metin,Cumhur Taş
JNBS, 2015, 2(2), p:77-79

DOI : 10.5455/JNBS.1442584377

Geleneksel obsesif-kompulsif bozukluk ile ilişkili beyin ağı modelleri temel olarak kortiko-striato-talamo-kortikal bölgelere dayanır. Ancak, son bulgular istikrarlı olarak obsesif-kompulsif bozukluk hastalarında sağlıklı kontrollere göre yapısal ve işlevsel serebellar değişiklikler olduğuna işaret ediyor. Bu yazıda ilgili çalışmaları kısaca taradık ve hastalığın doğasının daha iyi anlaşılabilmesi için serebellumun obsesif-kompulsif bozukluk ile ilişkili beyin ağı modeline eklenmesi gerektiğini savunduk.


Case Report

Coincidence of delusional disorder, subclinical hypothyroidism and hirsutism: A case Report

Turkish Title : Hezeyanlı bozukluk, subklinik hipotiroidizm ve hirsutizmin eşzamanlı görünümü: Olgu sunumu

Kaya Fatma Duygu,Er Ramazandem
JNBS, 2015, 2(2), p:80-82

DOI : 10.5455/JNBS.1437674679

In this report, we present a 51 year old postmenopausal woman with clinical presentation of “delusional disorder-somatic type” and also facial hirsutism and subclinical hypothyroidism. Blood tests revealed thyroid gland dysfunction with high TSH and anti-TPO levels but other blood tests and radiological investments were found to be normal. The relationship between thyroid dysfunction, hirsutism and psychosis is discussed in the context of this particular case. In presence of limited case reports in literature indicating a relationship with subclinical hypothyroidism and psychotic symptoms, we think that our case is important for reminding clinicians to consider endocrine disorders providing a basis for psychiatric disorders and to investigate thyroid function deficiency not only in patients with depression but with other psychiatric presentations like psychosis.

Burada “delüzyonel bozukluk-somatik tip” kliniği ile başvuran, aynı zamanda yüzde hirsutizmi ve subklinik hipotiroidisi olan 51 yaşında postmenapozal bir olgu sunulmaktadır. Hastanın kan testlerinde yüksek TSH ve anti-TPO seviyeleri mevcut olup diğer kan testleri ve radyolojik incelemeler normal sınırlardadır. Tiroid işlev bozukluğu, hirsutizm ve psikoz arasındaki ilişki bu olgu çerçevesinde tartışılmıştır. Subklinik hipotiroidi ve psikotik belirtiler arasındaki ilişkiye işaret eden az sayıdaki literatür varlığında bu olgunun; klinisyenlere, endokrin bozuklukların psikiyatrik bozukluklara temel oluşturabildiğini düşünmelerini ve sadece depresyonu olan hastalarda değil psikoz gibi diğer psikiyatrik tablolarda da tiroid işlevlerini incelemelerini hatırlatması bakımından önemli olduğunu düşünmekteyiz.


ISSN (Print) 2149-1909
ISSN (Online) 2148-4325

2020 Ağustos ayından itibaren yalnızca İngilizce yayın kabul edilmektedir.